Son Vaaz
1207’de vahşetin emareleri görülmüştü aslında. Ciddiye almamışlardı Katharlar. (Şimdiden sonra Arınmışlar diyeceğiz onlara.) Frank ülkesinin kuzeyi sakindi. Bir rüyayı ciddiye alıp kurulu düzenlerini bozamazlardı.
1207’de vahşetin emareleri görülmüştü aslında. Ciddiye almamışlardı Katharlar. (Şimdiden sonra Arınmışlar diyeceğiz onlara.) Frank ülkesinin kuzeyi sakindi. Bir rüyayı ciddiye alıp kurulu düzenlerini bozamazlardı.
Bitmiş aşkların hüznüyüm
Hayat bilinmezler denklemiymiş!
Burgulanır, delinir, delirir
Kudurur, acı sarmalıyorken her yanı
Sevgilim üzerimi aşkla ört
Boynumda giyotin soğukluğu.
Bir zalim ki sorma
Ama korkmam ben, yetmiş dört fermanın çocuğum
Ölürüm de küllerimden yeniden doğarım
Ben bir Ezdiyim
2
Mevsimler, yıllar ve yüreğim,
Kan kuyusu
Dillerde ekşileşirken sözcükler
Yabancı gök gülleri altında
Bilinmez, dayanamam da ölürüm
Kaçır beni...
Girişte bizi güvenlik karşıladı ve kimliklerimiz alındıktan sonra ailenin yanına gidebildik ancak. Kaldıkları iki gözlü dairenin girişinde, Cihan Ali ve kızı Dilvera bizi karşıladı. Sarı saçları ve ela gözleriyle öylesine sevimli görünüyordu ki Dilvera… Henüz beş yaşında ve biz onu öpücüklere boğuyoruz. O da bizi öpüyor. Isınıyoruz birbirimize. Erkek kardeşi Simyar, arkadaşıyla birlikte cep telefonuyla uğraşıyor.
Karı koca aynı zamanda amca çocukları.
Yazar Şair Akman Gedik’ten söz ediyorum. Dilimizin Zazaki lehçesiyle ve Türkçe birçok kitabı çıktı. Şiir, öykü serüvenine denemeyi de eklemiş. İyi ki de eklemiş. Bezuvar Kitaplığı’ndan yeni çıkan, Renk Yoksulu adında deneme kitabını tekrardan okuyorum. Türkiye’nin ahvalini ele almış; kinlerini, öfkelerini, hoşgörüsüzlüğünü ve sevgisizliğini. Ondandır ki, o topraklarda tanrı ölmüştür. Çünkü tanrı sevgidir. Sevgi ise can çekişiyor. Irkçılığın, tahammülsüzlüğün batağında debelenmektedir. Doğal olarak ahlaksızlık da almış başını gidiyor. Her duldada bir çete türemiş.
“Şiir kitabımı çıkartmak istiyorum” dediğinde, ona, Sınırsız Kitap ve Yayıncılık’ı önermiştim. Çünkü güveniyordum Sınırsız’a. Çok tanınan bir yayınevi değildi, lakin mütevazı, dürüst bir yayınevi... Bu kıstasları, günümüzde çok az kurum taşımaktadır.
Evet, Doğan Perto’nun kitabının çıkış serüvenini kısaca size aktarmış oldum böylece. Dosyasını görmemiştim. Neler yazılmıştı bilmiyordum. Aradan daha iki hafta geçmeden kitabı posta kutumda buldum. Kitabın ismi, ‘’Yaşadıkça’’ idi. Kitap ismini ilk şiirinden alıyordu.
yaşadıkça anlarmış insan
evrende var olduğunu
yedi hicran yarası
yedisi de gelip sol yanıma saplandı
halkımın sevinci alevler içinde
yüreklerde bağda
dillerde ağda,
kasvet keskin
aşkın mabedi can çekişiyor
karanlıklar denizinin ortasında
ağla leylim ağla,
plağımda o eski şarkı
münzeviliğim
cürümüm
salkımsöğütler,
çiçekler güzel insanlar da var,
var da aşkın mabedine ışık vurmaz
Olsun yok umutsuzluk
Ölüm var olacak
Umuda ölüm yok…’’
Gülümseyen fotoğrafına gözleri takıldı. Kendisi de gülümsemeye başladı. Hemen yanı başındaydı sanki. Kokusunu duyumsuyordu.
Telefonuna bir mesaj sinyali geldi. ‘’Sonra bakarım,’’ diye geçirdi aklından. Dayanamadı açıp baktı: Sevgilisiydi. Kendisine bir sürpriz yapacağını yazmıştı. Heyecandan ne yapacağını bilemedi. Balkona çıktı. ‘’Ne yapmak istiyor bu deli kız?’’ dedi fısıldayarak. Umutlandı. Tek bir sefer de olsa onu görmek istiyordu.
Dersîmli Kızılbaş Kürtler ise kardeşlerine karışmamış ve onları himaye etmeye çalışmışlardır. İç içe geçmişler ve dilleri bile birbirine karışmıştır. Büyük kıyımdan sonra Dersîm’de birkaç aile kalır. Yarıdan yarıya olan nüfusları bir anda küçük bir azınlığa dönüşür. Azınlık olmaksa her yerde horlanmaktı. Bazı haksızlıklara maruz kalmaktı.
Hozat’ın Zımek köyünde, askerler köyde yaşayanları toplayarak dört-beş kilometre uzağa götürür ve makineli tüfeklerle tararlar. Sarkis’in babası önceden kaçmıştır. İlk öldürülen ise köydeki muhbir oluyor.
Keşfedildikten sonra, bize kurtuluşun nasıl olacağını tarif eder. Yeter ki onu dinlemesini bilelim. Sihirli taşlara dualar fısıldayan ve insanı kıblesi bilen bir ikizdir bu. Ve bilir, o toprakların bütün renkleriyle güzel olduğunu. Biri eksilse, hayatımızda birçok şey yok olup gidecektir çünkü. Tıpkı Ermeni kardeşlerimizin yok edilmesinden sonra, uçup giden bereket ve uçup giden mutluluk da olduğu gibi.
Ne diyor büyük usta Yaşar Kemal, "O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler"