İzmir Fuarı
Çoğu da bunda başarılı oldu. Bu son derece doğal karşılanıyor, kimse böyle yapanları ayıplamıyor.
Çoğu da bunda başarılı oldu. Bu son derece doğal karşılanıyor, kimse böyle yapanları ayıplamıyor.
Şadırvanların üzerindeki kümbetlere de kuşlar konuyordu. Sebillerden su verilince onlar da içerlerdi insanlarla birlikte. Hele pembe ve yeşil sütunlar harikaydı. Mermerlerin Marsilya’dan getirtildiğini duymuştu. Saatini de Alman İmparatoru II. Wilhelm’in hediye ettiği söylentileri vardı. Kule tamamlanınca onu üst kısma koyacaklardı mutlaka.
Meydanda onun gibi meraklı insanlar vardı. İki adamın konuşmasına kulak misafiri oldu.
“Gördün mü; o kadar yağmur yağdı, güneş kızdırdı, yine de çökmedi kule.” dedi biri.
Diğeri omuz silkti.
İkisinin öpüştüğü yer burası işte. Denizle kıyılar sevişir ve deniz hiç durmadan kıyılara ilânı aşk eder. Bıkmaz, usanmaz, bin yıllar boyunca.
O, yanlarından bir gölge gibi süzülürken, diğerleri tekinsiz bir mahlûka bakar gibi baktılar.
Parka doğru yürümeye başladı. Adımları ağır, beli büküktü. Tüm gece donmuş kanı bir türlü damarlarına akıp vücuduna gereken enerjiyi veremiyor, o da kendine gelemiyordu. Sonunda sert bir rüzgâr soğuk duş etkisi yaptı, biraz açılır gibi oldu. Gözlerini ovaladı, çapaklarını temizledi ve ilk Noel Baba’yı gördü.
Oturduğu banka çöker gibi kendini bıraktı, ellerini gevşek bir şekilde iki yana saldı. ‘Aç karınla da bu kadar yol çekilmiyor.’ diye bezginlikle düşündü. Yine de her an kalkabilirdi. Çünkü burada olmaktan çok utanıyor, kendini düşmüş hissediyordu. Bir yandan, ‘Ne arıyorum ki burada, gitmeliyim.’ diyordu iç sesi; diğer yandan, ‘Çok açım.’ Bir yandan, ‘Ben Engin Sezer, bir zamanlar ithalat ihracat firması olan, yanında on beş işçi çalıştıran, okumuş, iyi eğitim almış Engin.’ diyordu; diğer yandan, ‘Boş ver, burada nasılsa beni kimse tanımaz.’
Çeşme başında genç kızlar şakalaşıp gülüşüyorlardı. Hayri Ağa’nın kahvesindeki delikanlılar da onlara bakıyordu.
Ayşe çeşmeye gelince herkes susup ona baktı. Herkesin aklında akşamki kavga vardı. Kavganın Ayşe’nin yüzünden çıktığını konuşuyorlardı. Ayşe ise heyecan içerisindeydi. Kalbi hızlı hızlı atıyordu. Kızların meraklı bakışları onu ilgilendirmiyor, o sadece Ahmet’i görmek istiyordu.
Sunucu onu rahatlatmak için araya girdi:
“Peki nasıl biriyle evlenmek istersin?”
Banu sıcacık gülümsedi:
“İçimin ısındığı biriyle…”
Stüdyodan “Vayyyy!” sesleri yükseldi. Bu yanıt sunucunun da hoşuna gitti. Tatlı tatlı genç kıza baktı:
“Nasıl biri senin içini ısıtır?”
“Bilmem ki, herhalde gördüğüm anda ısınırım.”
“İlk görüşte aşk diyorsun yani?”
Banu hafifçe başını eğdi. Sunucu tatlı bir çocukla karşılaşmış gibi ona sevgiyle baktı:
Sonra yedi başlı ejderha da oradaymış. Ağızlarından alevler fışkırırmış. Ayrıca zehirli yılanlar, canavar balıklar, alıcı kuşlar da oradaymış..."
Çocuklar nefeslerini tuta tuta ve her şeye karşı tetikte ilerlemişler. Loş ışıkta yavaş yavaş, bacakları titreyerek adımlarını atmışlar. Yürekleri yerlerinden fırlayacak gibiymiş. Tam o anda Işıl'ın ayağı takılmış ve düşmüş. Korkuyla bağırmış. "Canavar beni yakaladı, imdat!" İşte o anda ne olduysa olmuş."
(Tanıtım Bülteninden)
İzmir'de dar gelirli, bol sevgili kalabalık bir ailede büyüyen bir genç kızın ailesini, yakın çevresini, kentini, ülkesini anlamaya çalışmasını keyifle okuyacaksınız. Genç kızın sadece gezmek, eğlenmek ve filmlerdeki gibi büyük bir aşk yaşamak için kurduğu pembe düşlerinin arasına yaşamın gerçekleriyle boyanmış yeni renkler katılıyor. Farkındalığı, geliştikçe doğayı, insanları, sistemleri daha iyi anlıyor. Bir yanda diskotekler, moda danslar ve şarkılar; diğer yanda işçiler, Romanlar, Levantenler, Yahudiler, göçmenler, yoksul insanlar, kabadayılar, genelev kadınları, siyasetçiler...