Edebiyatın -“Sihirli”- Gücü[1]
her zaman başında gelmiştir.”[1]
Albert Camus’nün, “Nerede varsa, orada umut vardır”; Murathan Mungan’ın, “Aşkın en büyük sığınağıdır,” diye tarif ettikleri edebiyatın -“sihirli”- gücüne inanlardanım.
her zaman başında gelmiştir.”[1]
Albert Camus’nün, “Nerede varsa, orada umut vardır”; Murathan Mungan’ın, “Aşkın en büyük sığınağıdır,” diye tarif ettikleri edebiyatın -“sihirli”- gücüne inanlardanım.
başka insanların ağzında değil,
kendi vicdanlarındadır.”[1]
Albert Camus’nün, “Umudun kalmadığı yerde, bizlere umudu yeşertmek düşer,” ifadesine kulak verirce gibi, gelecek umudunu yeşertenlerdendi Orhan Kemal…
insanlığınızı unutturacak.”[1]
Geleceğ(imiz)i biçimlendiren günlerin karmaşasıyla yüzleşiyoruz.
Bu durumu yani “Türbülanstan sert düşüş trendine devletin siyasal hâl(ler)i”ni anlamak/ anlatmak bir anlamda yapan(lar)ı kavramak, ne yapıldığına veya neden yapıldığına dair bilgiye sahip olmakla mümkündür; “Bir şeyi gerçekten bilmek onu anmakla olur,” diyen Sokrates’in vurgusundaki üzere…
çünkü ben,
hâlâ istemedikleri eski benim.”[1]
Bana George Best, Sokrates, Eric Cantona, Metin Kurt’u anımsatan Diego Armando Maradona hakkında yazmaya başlamadan önce, yıllar önce belirttiğim bir şeyi, bir kez daha anımsatmalıyım:
İşte kement işte boynum asarsa
İşte hançer işte başım keserse
Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan.”[1]
Erdal Yıldırım “Yolundan dönmeyenler”dendir, yoldaşımdır.
İnsanın bir yoldaşının yapıtına “önsöz” yazması hem büyük bir onur; hem de endazeyi kaçırmayacak kadar objektif olmasını gerektiren müthiş bir sorumluluktur.
Öncelikle edebî değerlendirme veya “eleştiri”nin, nihai kertede “öznel” olduğunun altını ısrarla çizmem gerek. Tamam; yazına ilişkin her türlü kavram ancak yazınla uğraşanlar tarafından geliştirilir ve kalıcılaştırılabilirse de, bunun sınırı öznellik, yaratıcılıktır.
Haberiniz yok.
Siz hâlâ güneşin, her sabah
doğuşuna güvenin.”[1]
Corona: Yeniden; bir kez daha; hatta fazlasıyla…
“İyiyle kötüyü ayırt edemiyoruz artık,” vurgusuyla Max Horkheimer’ın, “Akıl kavramı ne kadar güçten düşerse, ideolojik manipülasyona, hatta en kaba yalanların yayılmasına o kadar elverişli duruma gelir,” diye betimlediği hâl, bugünde yaşa(tıl)dığımızdan başka bir şey değil.
Aynı mavilikten geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir
Yaşamak bu kadar güzelken?”[1]
Hayatla 94 yaşında vedalaşan çocuk şairdi; 16 Ekim 2008’de kaybettik Onu.
RTE’nin “Faruk Nafiz Çamlıbel” zannettiği şairdi.
Yalın, duru ve güçlü sesiyle toplumsal anlayışta şiirler yazmıştı.
Etrafı kalabalık da olsa yalnız içmeyi şiar edinmiş, içtiği rakının hakkını vermiş uzun soluklu şairdi.
Friedrich Hegel’in, “Dünyadaki büyük işlerin hiçbiri tutku olmadan gerçekleşmemiştir,” sözlerini doğrularcasına; Bertolt Brecht’in, “İnsan, ancak onu düşünen hiç kimse kalmadığı zaman gerçekten ölür,” vurgusundaki sönmeyen/ ölümsüz yıldız(lardan)dı Yıldız Kenter…
Onun hakkında yazmış olsam da,[2] Onu bir (ya da binlerce!) kez daha anımsamamak mümkün mü?
Evet; “Tut elimden yaşam, tut, bırakma bırakma,” diyen “Yıldız”da hep aşk vardı.[3]