Kapitalizm “Yeşil”in de Yaşamın da Düşmanıdır[*]
hayat var mı diye merak ederiz,
sanki bu gezegende
yaşamayı becerebilmişiz gibi.”[1]
hayat var mı diye merak ederiz,
sanki bu gezegende
yaşamayı becerebilmişiz gibi.”[1]
Her alanda yalnızca egoist güdülerimizi tatmin için yarım düşünmeye devam ettiğimizden, bizler süper hayvanlarız. İnsan doğası gereği sahip olduğu sorgulama ve düşünme yeteneğini bilinçli, bilinçsiz eksik ya da yanlış kullandığı sürece, hayvandan daha tehlikeli bir varlıktır. Bunu Bilgi, Teknolojik Çağ’a ulaşan insanın doğayı, insani özellikleri öldürmeden başaramadığını hepimiz biliyoruz.
İltica temel bir haktır... Evrensel bir haktır...
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan hemen herkesin bir yakını Avrupa, ABD veya İskandinavya ülkelerinde ya mültecidir ya da göçmen işçi.
O ülkelerin ırkçıları, milliyetçileri, faşistleri yıllardır "mülteciler evlerine dönsünler...", "yabancı işçileri istemiyoruz.." diye slogan atıyorlar. Daha da ileri gidip göçmenleri, mültecileri katledenler de oluyor. Solingen'de yakılan "soydaş"larınızı ne çabuk unuttunuz diyeceğim geliyor, bizim ülkemizdeki gizli, açık ırkçı ve milliyetçilere.
bir tiyatro lazım.
Sinirlerimizi ve yüreğimizi
uyandıran tiyatro.”[1]
İnsan(lık)a ve hayat(larımız)a dair her şeyin târumâr edildiği tabloda, tiyatro(cu)nun gerekliliği üzerine yazmak da kolay değil elbet.
Hep dedim; tekrar pahasına bir kez daha yineleyeceğim: “Sakinleştirir, heyecanlandırır, hüzünlendirir ve hatta motive edebilir”[3] veya “İnsan melodilerde mutluluğu,… hüznü bulur,”[4] notu düşülen müzik çok önemlidir.
Beğenelim (kabullenelim) ya da beğenmeyelim (reddedelim) “Pop Müzik” de bunlardan birisidir.
Çok eskiden “Aranjman”; sonrasında ise “Türk Hafif Müzik” diye adlandırılırdı...
“Türk Pop Müzik”i diye yazılır, Onno Tunç, Sezen Aksu ve Nilüfer diye okunurdu…
Sağcı, dinci, solcu, liberal tüm düşünceden olanlar, Türkiye tarihiyle ilgili şu gerçekleri kabul etmeden, asla geleceği demokratik şekilde biçimlendiremezler. Bugüne kadar ifade edildiği gibi cumhuriyet, Anadolu halklarının kendi öz bilgi ve gücüne dayanan örgütlü mücadele sonucunda var olmuş bir devlet değildir. Eskiden beri Anadolu’da yerleşik olarak yaşayan halkların varlığı ve kültürü inkâr edilerek, Türklerin gerçekliğine dahi uymayan İslami suni bir devlet ve toplum oluşturuldu. Bu da yine emperyalistlerin teorilerine dayanan bir kurmacaydı.
Sürdürülemez kapitalizmin “neo-liberal küreselleşme” yalanının karaya oturmasıyla ortaya çıkan göç(men) trajedisi; “küresel/ sınırsız köy olma” söylencelerini yıkıpp; “homo fugitivus/ kaçan insan”ı ya da “kavimler göçü” sorunsalını “Aidiyet, Göçmen ve Toplumsal Çeşitlilik” bağlamında gündem maddesi kıldı!
Mütevazı bir dev nasıl anlatılır?
Çok zor. Ama yine de hakkında yazılabilecek şey, “Yazdıkları gibiydi” olabilir.
Aşkı, ayrılığı yazan ve “Tüm çiçekleri koparabilirler ama yine de baharın gelmesini asla engelleyemezler,” diye haykıran bir sosyalistti O.
“Evet, şiir isyandır… Biz şairler nefretten nefret ederiz ve savaşa karşı savaşırız,”[2] derdi.
Bilince Yerleşen Karakter:
“Kolluğun Kötü Muamelesi, Ayrımcılığa, Cinsiyet Eşitsizliğine, Yaşama Hakkı ve Temel İnsan Hakları İhlâlleri”, vb’leri meselesine dair ilk saptamam: Özgür ol(a)mayanların, hiçbir hakkı ol(a)madığı; yani haklarına sahip çıkabilmenin bir özgürlük eylemi olduğu/ olması gerektiği yönündedir. Çünkü, “İnsanın temel özgürlüğü, yaşamını daha iyi kılma özgürlüğüdür,” diye uyarır hepimizi Bertolt Brecht!