Selo

Gülefer Cambaz Savran kullanıcısının resmi
Beni ilk oğlum tanıştırdı onunla. "Anne” dedi, “onu tanımanı çok istiyorum”

Kampın dışına birlikte çıktık. Denizle ormanın iç içe geçtiği bu saklı koyda bir süre ağaçların arasından yürüdük. Sahile yaklaştığımızda Lili Marlen Türküsü karşıladı bizi. Ardından Ahmet Kaya’nın sesini duymak hüzünlendirdi beni. ”Hoşça kal iki gözüm” diyordu melodide. Ağaçların dallarını denize dokundurduğu o küçük koyda oldukça eskimiş olan beyaz bir karavan ilk dikkatimi çeken şey oldu. Biz yaklaştıkça o aracın uzun yıllardır yerinden kıpırdamadığını fark ettim. Lastikleri yarıya kadar toprağın içine gömülü ve etrafında ağaç dalları boy vermiş. Yüksek sesle türküye eşlik ediyordu. Bizi görünce şaşırdı: "Buyurun, buyurun!” diye bizi yanına çağırdı. Tahtadan çakma bir divanın üzerinde oturuyordu. Ona doğru ilerlerken  -itiraf ediyorum-  içimde bir endişe taşıyordum-. Ormanla denizin buluştuğu bu yerde çam ağaçların arasında kendine bir yaşam alanı oluşturmuştu. Aracın hemen yanında bir divan, onun yanında bir masa, diğer yanında yıllardır orada durduğu anlaşılan yüzü oldukça kirli ve her yeri yırtılmış iki koltuk bulunuyordu.   Ağaçlara çam kozalaklarından, gazoz kapaklarından ve eski küçük konserve kapaklarından yapılmış süsler asılıydı. Rüzgâr çıktığında birbirine vuruyor ve garip sesler çıkarıyorlardı.   Diğer taraftan aracın etrafında pek çok beş litrelik su şişeleri, boş bira ve rakı şişeleri dizilmişlerdi. Yaşadığım şehir, İzmir’de böyle bir ortamla karşılaşsam hemen oradan kaçıp kurtulmayı düşüneceğimi biliyordum ama onda farklı bir şey vardı. Tekrardan bize seslendi:

“Misafirlerimiz gelmiş, buyurun buyurun"

Başında uzun yıllardır taktığı anlaşılan siyah ve kocaman yıldızı olan şapkası, arkadan bağladığı uzun ve beyazlamış saçları ve yüzünde kocaman gülüşü olan koca bir adam karşımızda duruyordu. Beyaz sakallarını sağ eliyle sıvazlayarak bize bakıyordu.

Hafifçe doğruldu. Ayağının birini yukarı doğru kaldırarak yavaşça kanepeden aşağı sarkıttı. Diğer ayağını elleriyle tutarak onu da yanına bıraktığında bir sorun olduğunu anlamıştım. Yanındaki bastona tutunarak ayağa kalktı.

"Ben Selo” dedi gülümseyerek.  Yüzündeki çizgiler daha bir netleşti gülümseyince.

" Oğlum” dedim, " sizinle tanışmamı çok istedi. Ona bir kitap hediye etmişsiniz.”

" Evet, ettim. Georges Politzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri…  ve onu okumasını çok istiyorum. ” 

Onunla konuşurken masanın etrafındaki kitaplar dikkatimi çekti. Pek çok felsefi ve siyasi içerikli kitaplardı. Karl Marks ve Che’nin eskimiş resimleri koltukların üzerinde duruyordu. Yaprakları sararmış ve bazılarının kapakları yırtılmış sol dergiler öylece göz önünde duruyordu. Eski bir taş plaktan geliyormuş, biraz önce dinlediğimiz melodi. Ağaçların üzerinden uzaktaki bir elektrik direğinden kablo çekilmiş. Masanın üzerinde eski konserve kutusundan yapılmış küllük ağzına kadar sigara izmariti ile dolmuştu.

Bir ara arkasındaki diğer dolmuşa dönerek içeri seslendi: "Neslihan bak misafirlerimiz geldi"

Eski arabanın içinden daha denizden yeni gelmiş olduğu anlaşılan sarı saçları henüz kurumamış,  yaşı kırkın üzerinde oldukça güzel bir kadın yanımıza çıkageldi.  Çok kısa bir zaman zarfında gördüğüm her şey arka arkaya bende şaşkınlık yaratıyordu.

"Merhabalar. Hoş deldiniz" dedi kadın elini uzatarak.  Oldukça düzgün bir Türkçesi vardı. Masanın hemen yanındaki tahta divana oturduk. Kadın arkasını dönerek dolmuşun içine geri girdi. .

"Arkadaşım" dedi Selo, "kendisi Ankara’da bir bankada çalışıyor. Arada izinleri olunca yanıma gelir birkaç gün kalır ve gider"  Meraklı gözlerimden bu kim dediğimi anlamış gibi, “biz aslında hemşeriyiz seninle, uzun yıllar sizin kaldığınız şehirde yaşadım ben” dedi sonra sustu.

“Şimdi burada mı yaşıyorsunuz?” diye soracaktım, vazgeçtim.

“Oğlunuz” dedi, “birkaç gün önce tanıştık kendisiyle. Dostum Mehmet'le birlikte denizdeki ağları kontrol için gelmişlerdi. Zeki ve meraklı bir çocuk... Birkaç gündür yanıma geliyor ve bana sorular soruyor. Yaşıtlarına göre memleket meseleleri ile pek ilgili.    Onda Denizlerin ışığını gördüm, beni umutlandırdı. Fakat kendisine de söyledim çok okuması gerekiyor.  Bu yüzden ona bir kitap hediye ettim. Bu bir başlangıç olsun istedim.”

Akıcı ve düzgün konuşması beni hipnotize etmiş gibi onu dinliyordum.

 "Kahveleriniz de geldi" sesiyle her ikimiz de bize güler yüzüyle tepsiyi uzatan kadına dönüp kahvelerimizi aldık. Aslında kendisine pek çok soru sormak istiyordum ama nasıl tepki vereceğini bilemediğim için susuyordum. Bir ara kadın, "Biliyor musunuz bir dostu Selo’yu bir öyküsünde anlatmış. “dedi.  Selo’nun çatılan kaşları kadının birden yere bakarak susmasına sebep olmuştu. Kadın yanlış bir şey yapmış gibi utandı.

"Ben okumak isterim" dedim.

 "Hadi içerden dosyanın içinden al da gel” Selo isteksiz.

Kadın sevinerek yerinden kalktı. Elinde şeffaf bir dosyayla geri geldi yanımıza. İçinde öykünün yazılı olduğu bir kâğıdı bana uzattı. Artık kendisine hiçbir şey sormadan hayatıyla ilgili pek çok şey öğrenebileceğimi düşünüyordum. Yüksek sesle okumaya başladım. Oğlum sürekli gözümün içine bakıyordu.

İzmir Alsancak Limanında çalışan genç bir hamalın hikâyesiydi bu okuduğum. Hayatındaki bütün olumsuzluklara rağmen okuyup kendini bilinçlendirmiş, çeşitli sendikalara üye olmuş ve arkadaşlarının haklarını yedirmemek adına mücadele etmiş bir adamı anlatıyordu yazar. Bütün direnişlerde Selo vardı.

Her türlü direnişin içinde bulunmuş, işçi arkadaşlarını örgütlemeye çalışmış bu adam 22 Ocak 1980 senesinde İzmir’de Tariş Direnişinde tutuklanarak içeri alınmış ve günlerce işkence görmüştü. Gördüğü bütün işkenceye rağmen arkadaşlarının hiçbirinin adını vermemiş, uzun bir süre hapiste yatmış ve çıktığında uğrunda pek çok eziyete katlandığı arkadaşları onu yalnız bırakmışlardı. Bir kere bile onu arayıp sahip çıkmamışlardı. Hapisten çıktıktan aylar sonra başı dimdik girdiği iş yerinde utancından yanına bile gelemeyen sözde yoldaşların utançlarını anlatıyordu öykü

  Ve o mağrur adamı bir daha gören olmamıştı.

Hikâye bittiğinde sesim çatallanmış, tükürüğümü yutamıyordum.  Bir an kadınla göz göze geldik. Kadının gözlerinin içinde “işte bu benim erkeğim!” der gibi gururlu bir bakış yakaladım. Selo başı önünde, belki de defalarca okuduğu bu öyküye tepki bile vermiyordu. Sağ eliyle hafif hafif bacaklarını ovalıyordu. Birden büyük bir sessizlik oldu. Sanki rüzgâr esmeyi bırakmış dallardan çıkan o garip ses durmuştu. Sessizliği bozan ben oldum.

"Vakit epeyce ilerlemiş, biz gidelim ” dedim.

“Yine gelin”  dedi Selo.

"Olur,” dedim, “birkaç gün daha buradayız, uğrarız”

 Ayrıldık. Arkamızdan bağırdı: “O kitabı okumalısın çocuk…”

 

 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...