Adrian Tanrı’ya mektubunu vermeye gitti

Haydar Karataş kullanıcısının resmi
Evimizin sırtını dayadığı Gola Ostoro Dağı’nın eteklerini eğile büküle dolanıp giden eski bir kağnı yolu vardı. Öğle miydi, sabah mıydı hatırlamıyorum o yola girdim

Evimizin sırtını dayadığı Gola Ostoro Dağı’nın eteklerini eğile büküle dolanıp giden eski bir kağnı yolu vardı. Öğle miydi, sabah mıydı hatırlamıyorum o yola girdim. Tanrı’yı bulmaya, onunla konuşmaya gidiyordum. Masal ustası yataktaydı, dili tutulmuştu, çok sevdiği tütün tabakası, piposu boynu büküktü. Büyüdüğümüz o evde sanki her şey gözden ibaretti. Birkaç ay içinde olmuştu, yüzü erimiş, gözleri kocaman olmuştu. Sırtında taşlar taşıyarak evler yapmıştı, etrafında sıra sıra kavak, erik ve dut ağaçları dikmişti. O dağın rüzgârı daha yamaçlardan aşağı inmeden gülen bu ağaçlar dahi susmuştu. Evden çıktım dağın sırtına vurdum o Tanrı’ya gitmeliydim, onunla konuşmaya. Küçük tepeleri aştım, sicim ipi gibi dağın eteklerinde uzanıp giden o eski kağnı yoluna girdim. Normal zamanlarda ne çok korkardım bu yoldan. Köpeğimiz Loğo’yu çağırır, adeta ona yapışarak yürürdüm. Orada yılanlı bir ziyaret vardı, biçarelere derman dağıtan, fukaralara umut veren ziyaret. Devasa, üst üste binmiş iki değirmen taşının arasına girer uyurdu. Ona gittim, önünde oturdum. Ne konuştum hatırlamıyorum ama önceleri insanı ürperten mavi gözleri “merhamet” diler gibi bakıyordu.

Gelmiştim. Ama büyüklerin yaptığı gibi ona verecek ne küçük bir ekmek kırıntım vardı ve ne de çok sevdiği keçi sütü. Bu yılanlı ziyaretin bir kaç yüz metre ilerisinde, büyük olaylar zamanında Rayber-e Sed Ağa’nın karısı Meneş Hatun’un kendini astığı ulu bir meşe ağacı vardı. Büyük ziyaret oradaydı. O ziyarete, “Kerte Hızır” derdik, küçük kırmızı bir tepelikti, güneş tarafında üç dört ulu meşe ağacı vardı. Oraya gittim ve Sultan Baba Dağı’na seslendim. Bu iki ziyarette ne konuştuğumu hatırlamasam da, Tanrı’yla çok iyi konuştuğumu söyleyebilirim. Bana göre Tanrı beni duymuştu ve babam ayağa kalkacak eskisi gibi bize hikâyeler anlatacaktı. Annemle didişecek, bana say bakalım büyük deden kim, ben Saan, onun babası sayıp on yedinci dedeye gidecektim. Şah Ahmet dede, Malatya’dan gelmiş. Yedi Kahraman ağa saymalıydım, her biri tepeye gömülmüş yedi zaman. Alaeddin Keykubat ile dövüşülmeli, tunç askerleri bu dağlara sığınıp açlıktan ölmeliydi. Kılıç zamanı bitmeliydi. Huzur ve büyük bir umutla eve geri geldim. Sanırım Tanrı beni yanlış duydu ve bir gün sonra babam öldü. Öldüğünde gene o dağın sırtında kuzulardaydım, dağla beraber Kuling Vadisi’ne doğru yuvarlandığımı hatırlarım. Birkaç yıl sonra beni duymayan ziyaret taşlarını yıktım. Yeni bir tanrı yapmak için dağ bayırından kırmızı taşlar toplayıp koydum...

6 Temmuz 2004 yılında, benim Tanrı’yla konuşmaya gittiğim yaşta, yazdığı mektubu Tanrı’ya göndermek için postanenin yolunu tuttu. Sekiz yaşında, beyninde kötü huylu bir tümör taşıyan bu çocuğun adı Adrian’dı. Mektubundaki soru çok basitti, Tanrı’ya bu tümörün nedenini sormak istiyordu. Neden seçtin beni. Ebeveynlerinin yaptığı gibi postaneye gitti, zarfı memureye uzattı. Adresini yazmayı unutmuşsunuz dedi memure. Düşünmemişti, belki de herkesin ağzında olan birinin adresini yazmayı gereksiz görmüştü. Memure Adrian’a ne dedi, onun zarfına nerenin adresini yazdı derseniz? Bu sekiz yaşındaki çocuğun hayat öyküsünü anlatan bir film yapıldı. Başrolünde James Maguire’nin oynadığı filmin adı, “Letters to God“ yani “Tanrı’ya Mektuplar.” Almanya’da ise bu olaydan yola çıkan bir sosyal medya ağı, dünyanın 36 ülkesinden pek çok ana okulla ilişkiye girdi, 6 Temmuz 2010 yılını dünya çocuklarının Tanrı’ya mektup yazma yılı ilan ettiler. Niyetleri değişik ülkelerden çocukların Tanrı’yla kurdukları ilişkiyi öğrenmek, belki de eğlenmekti. Bu 36 ülke arasında ne yazık ki Müslüman ülke çocukları yok, neden yok bilmiyorum. Sorun tanrı problemimizde mi, yoksa işi organize eden sosyal medya ağının ayrımcılığında mı bilinmez. Amerika ve Rusya’dan gelen mektuplar epeyce dindardı ve sosyal medya ağlarında çocuklar popüler oldu. Kiliselerin ilgi odağı olmaktan düştüğü Batı Avrupa ülkelerinin çocukları tanrının neden hayvanları öldürdüğüne dair sorularla doluydu.

O mektuplardan bir kaçı şöyleydi:
•  “Sevgili Tanrı,
Sahiden var mısın? Bazıları buna inanmıyor: Eğer varsan gecikmeden bir şeyler yapmanda fayda var” Harriet (6).
• 5 yaşındaki Teresa daha hayattan bir şey yazdı:
“Sevgili Tanrım,
Tamam İncil’de öbür yanağını çevir dedin biliyorum; ama kardeşim gözüme vurunca ne yapacağım? Sevgiler.”
• Jabe onun her şeyi bilebileceğine inanmadı. İspata çağırdı.
• Altı yaşındaki Norman Tanrı’yı bir lidere benzetti. Sanırım anne babası devlet başkanları ile Tanrı’yı aynı görüyordu:
“Sevgili Tanrı,
Bende senin dışında bütün liderlerin resmi var.”  
•  “Tanrım,
İncil’de neden hiç karının adı geçmiyor? Yoksa İncil’i yazarken daha evlenmemiş miydiniz?” Larry (6).
• Annesinin feminist olduğu fazlasıyla açık olan 5 yaşındaki Sylvia:
“Sevgili Tanrım,
Oğlanlar kızlardan daha mı üstün? Biliyorum sen de onlardansın ama gene de dürüst olmaya çalış.”
• “Sevgili tanrı, öğretmen günlerin önce kısaldığını, sonra uzadığını söyledi. Artık bir karar vermelisin.” Mindy
• “Canım canım Tanrı,
Astronotları öyle yukarı fırlatıp fırfır döndürmelerinden ödüm kopuyor. Ne olur onların bizim evin çatısına düşmelerine izin verme.” Dostun Norman (4.5)
• “Sevgili Tanrım,
İnsanların ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine neden elindekileri tutmuyorsun?” Jane (6)
• “Sevgili Tanrı,
Lütfen bana bir midilli gönder. Senden şimdiye kadar hiçbir şey istemedim. Bunu da herhalde unutmazsın.” Bruce (4)
• “Sevgili Tanrı,
Babam çok aksi. Onu bu huyundan vazgeçirmeni istiyorum. Ama lütfen canını yakma. Sevgilerle.” Martin (5)
• “Sevgili Tanrı,
Bulutlardan biri yüzünü öyle korkunç yaptı ki ödüm koptu. N’olur söyle ona bi’ daha öyle yapmasın.” Ellen (3)
• “Tanrıcım,
Üst kattakiler bağıra çağıra kavga ediyorlar. Bence yalnızca çok iyi arkadaşların evlenmesine izin vermelisin.” Nan (5)
• “Sevgili Tanrı,
Bizi hiç merak etme çünkü bizimkiler çok dindar.” Teddy (9)
• “Tanrım,
Şişman olunca kimse senin arkadaşın olmak istemiyor.” Billy Jean (9)
• “Sevgili Tanrı,
Zürafaların görünümünü isteyerek mi böyle yaptın, yoksa yanlışlıkla mı oldu?” Norman (4)
• “Sevgili Tanrı,
Tanrı olduğunu nasıl bilebildin?” Charlene (3)
• “Sevgili Tanrı,
Senin yaşına geldiğimde tıpkı senin gibi olmak istiyorum. Tamam mı?” Tommy (4)
• “Sevgili Tanrı,
Şu plastik çiçeklere kafan bozulmuyor mu? Eğer gerçeklerini yapan ben olsaydım çıldırırdım.” Lucy
• “Canım Tanrı,
Kucaklaşmayı sen mi buldun? Çok güzel bir şey.” Brenda
• “Sevgili Tanrım, niçin hiç TV’ye çıkmıyorsun?” Kim (4)

Liste uzar gider, Wikipedia ve pek çok yerde o mektuplardan daha fazlasını bulmanız mümkün.
Hayal güzeldir, berbat olan sanırım hayal edilen şey için birini öldürmeye kalkmak. Hayali gerçek gibi algılamak. Tanrı’ya o mektubu yazan Adrian’a elbette bir papaz geldi, ona beynindeki urun nedeni söylediğini sanmıyorum. Ona insanoğlunun silahlanmaya, dine, milli duyguların inşasına ayırdığı  paranın binde birini dahi dünyamızın sağlıklı bir yer olmasına ayırmadığı için beyninde bu tümörü taşıdığını da söylediğini sanmıyorum.

Sahi ya bizim çocuklarımız, onlar Tanrı’ya mektuplar yazsaydı, ne yazardı sizce? Onu nasıl tarif ederlerdi? Hani keşke elimizde Erdoğan öncesi 4-5 yaşında olan çocukların Tanrı’ya yazdığı mektuplar ile o başa geldikten sonra aynı yaş grubu çocuklarının Tanrı’ya yazdığı mektupları bugün karşılaştırabilseydik.
Dersim’de, ne bileyim Alevi çocuklarının da yirmi yıl önce yazdıkları ile bugün yazdıklarını karşılaştırabilme imkânı da güzel olurdu. Gülseydik, düşünseydik.
Tanrı’yı aramaya giderken ilk konuştuğum tanrı bir yılandı. Bu yıl yaz ayında Yusuf ve Mehmet ağabeyim artık kimsenin yaşamadığı bu köye gittiler. Yusuf ağabeyim o yılanlı ziyaretten aradı. Sesi allak bullaktı. “Biliyor musun,” dedi, “kuşlar dahi bırakıp gitmiş buraları ama bu yılan burada duruyor,” dedi, “bizi görünce başını dışarı uzattı...” soramadım gözleri hâlâ öyle mavi mi, diye. Ya o su pınarı, hâlâ öyle kumlar arasında kaynayarak çıkmakta mıydı? Gülüyor mu ağlıyor... o yol üzerinde Tanrı’ya yazılmış ne çok mektup görmüştüm, ne çok hayal kırıklığı.

Sanırım 30 yıl önce bize Tanrı’ya mektup yazın deselerdi, mektubu alır bu ziyaret taşlarının yolunu tutardık. Bugün durum ne bilmiyorum, ancak çocukları yaşanan bu cinnetin haberini verirlerdi gibi geliyor bana...

 karatas.h20@gmail.com

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...