Dağın Öteki Yüzü Nurhak romanına dair…

Ali Rıza Aksın kullanıcısının resmi
“Yazar, dünü, bugünü son derece anlaşılır bir dille ve de yabancısı olmadığımız, güçlü betimlemelerle sunar bize. Böbürlenmeden, beslendiği gerçeklikten kopmadan, kabardığında her şeyi dümdüz eden o en dipdeki dalgayı anlatır bize.

Kendisi, o dalganın sırtında, alçalıp inen, kıyıya vurmuş bir çöptür sadece. Ne var ki, en iyi yazarlar, en iyi ozanlar o çöplerden çıkar işte. Maksim Gorki‘leri, Yaşar Kemaller‘i, Aşık Veysel‘leri besleyen ilim irfan damarıdır o. Çöpü kavak yapan damar. Zevkle, heyacanla, öğrenerek okudum.“ Ali Rıza Aksın

İsmail Güner‘in ”Anlaşılmam dileğiyle” Chur’dan üşenmeden postaya verdiği anı- biyografi türü romanını, ”Dağın Öteki yüzü NURHAK” ı okudum. Ozan Yayıncılığın, gramerinden, kapak-sayfa düzenine kadar özenle hazırlanmış olduğu, üç yüz sayfayı aşkın sıcacık bir eser.

İsmail Güner, 1967 Elbistan doğumlu. Ciddi bir eğitim gördüğü söylenemez. Elinin ekmek tutmasını beklemeden davara, yüreği, ilk esintilerle, ilk aşklarla çarpar çarpmaz da gurbete yollanır. Nurhak’ın dibinde, toprak bir damda, hasta babasını, acılı annesini, kaderleri, önceden belirlenmiş bahtsız bacılarını bırakıp çıkar. Oranın delikanlısı yaşama sıfırdan başlar. Hatta sıfırın altında… İtile kalka öğrenir yaşamı. Babasının yükünü sırtlar, kardeşlerine destek çıkar, öyle hak kazanır sevmeye. Fırında pişer, dövülür çelikleşir ya, sevdası başkadır onun: Okuyup öğrenmek! İçinde kalmıştır çünkü. Ne bulursa okur. Pirleri, dervişleri, devrimcileri, öğrencileri, ozanları, halkın ”dilotu yutmuş” dediği uyanıkları dinler ve sonunda yetiştirir kendisini. O ve onun gibileri, sözlü gelenek içinde yetişmiş, ağıt, türkü ve masallarla beslenmiş bir damardan gelirler.

Hafızası, imkânsız aşkların, geçmiş isyanların, yakın tarihteki „Maraş Katliamı“nın, seksen yenilgisinin izleriyle meşgulken, önce babasının hastalığıyla, sonra da mücadelenin şafağındaki Kürt gerillasıyla tanışır.

İsmail, gezdiği, dolaştığı dağları, ovaları, vadileri, çayları, sislerinden arındırıp geçmişe götürür bizi.
”Nurhaq’ın dorukları dumanlı bulutlarla kaplıydı hep. Kuzey doğusunda kıvrıla kıvrıla cam ışıltısı gibi parlayarak Ceyhan Nehri’ne katılan Söğütlü Çayı akıyordu.”
”Bağrında doğup uzak diyarlara savrulan insanların, öldükten sonra toprağında çürümeyi dilediği yer âdeta. … Pırıl pırıl güneşini, bembeyaz karını görebilirsiniz doruklarında. Ormanlarında geyikler, Yılan Ovası‘nda yılkı atları…”
”… bu dağlarda yaşam ile doğa birbiriyle barışıktır. Ağustos böceklerinin sesi bağlamanın sesi kadar kulağa hoş gelir. Yemyeşil otların arasına serpiştirilmiş gibi çıkan gelincik çiçekleri, konuştuğu zaman utancından kızaran çocuklar gibidir.”
”Gavur Dağları, Ahır Dağları, Berit, Engizek, Koç Dağı, Binboğa birbirine komşu dağlardır. … Nurhak Dağları’nın gizemi, …. tepelerini oluşturan kalker tabakalarını kevgir gibi delik deşik eden mağaraların obrukları içinde biriken karlarla saklıdır.”

İsmail, uğruna ölünesi o doğada alır , Şah İsmail sonrasına götürür bizi. Kırılmış, yenilmiş, birem birem olmuş Kızılbaş Kürtlerinin pirleriyle, pirlerin talipleriyle buluşmalarına… Dersim’den Horasan’a, Horasan’dan Maraş’a… Bir kaçış, bir gizleniş, bir toparlanıştır bu… Bir kaçış ki; soluklanır soluklanmaz, çoğalır çoğalmaz tekrar binilir tepelerine… Toprağa cırmık atmalarına, bellerini doğrultmalarına, yüzlerinin gülmesine müsade edilmez. Nurhaklar, önce Dulkadirli Türkmenleriyle birleşen Kalendar Şah’ın, sonra gün geçtikçe çoğalan, eliyle aşiretiyle komün türü bir hayat yaşayan Dumukan Eli’nin, son olarak da vergiye ve askerliğe direnen Qasımoğlu ailesinin ezilmesine sahne olur.
O dağında bu dağında
Kan akıyor dudağından
Harput‘ta bir genç asmışlar
Qasımoğlu ocaqından

Yetmişlere gelindiğinde Sinanlara ev sahipliği yapar Nurhak. Böylesine bereketli, böylesine hareketli topraklardır İsmail’in yaşadığı yerler…

Nurhak sana güneş doğmaz,
Uçan kuşlar yuva kurmaz
Dökülen kan yerde kalmaz
Soracağız hesabını…

İsmail‘in yaşadığı coğrafya Kürt’ün Türk’ün, Alevi’nin Sünni’nin, daha öncesinde Ermeni’nin yaşadığı topraklar. İktidar kavgalarının, doğuya açılmanın kapısıdır… Sultanların kuşun uçuşundan bile haberdar olduğu, yerli beylerin batıyla doğu arasında sıkışıp kaldıkları ve de yukarıdaki çelişkilerin sık sık tabana yansıdığı bir yerdir Maraş. Yazar, çevresinde olup bitenleri doğru bir tarih anlayışı içinde sunar bize. Sunarken de alır oralara götürür bizi. Nurhak’ın karlı doruklarında esen yelleri, otları, çiçekleri, buğulu sütleri, yün, koyun ve kilim kokularını tattırır bize.

”Kuzuların, oğlakların, ineklerin böğürme sesleri ovayı doldurdu. … elmacık yanakları a al olmuş, altın saçlı Berivanlar sağıma başladılar. İlkbaharın seherini taze buğulu bir süt, bir koyun kokusu doldurdu. ”
”Güz yağmurları başladı. … Kabristan ovasını sel vurdu. Tarlalarla, Gole Sinon çamura belendi. Toprak sıvalı, taş evleri yağmur seli dövdü. İçindeki kilimleri, koyun yününden yapılmış yatak yorgan ve keçeleri ıslattı. Çoban köpekleri boyunlarında sivri uçlu tohlarıyla dolanmaya başladılar. Koyunlar meleşerek birbirlerine sokuldular.
Eşekler kulaklarını düşürdüler, atlar kişnemeye, çocuklar ağlamaya, kadınlar çığlık çığlığa dövünmeye başladılar.”

Öyle bir üsluptur ki bu, oraları birebir yaşamış yazarın dikkatli gözlemi, dürüst, namuslu bakışıyla anlam kazanır ancak.

Yazar, ırkçı, dinci politikaların bölgeye yansıyışını, Kürt, Kızılbaş kitlelerinin günbegün yoksullaşmalarını, kendilerini ifade edemeyişlerini, fokur fokur kaynayan öfkelerini, Türkiye Solunu, Seksenleri, darbeleri, yenilgileri, bitti sanılan umutların dirilişini, yöreye yabancı gerillaların güçlüklerini, yetmezliklerini ve de geçmişin hesabını sormaya kararlı duruşlarını anlatır bize. Öyle bir anlatıştır ki bu, ”keşke orada olsaydım da, onlara, o hataları yaptırmasaydım” dedirtir insana.

Başta Nurhak olmak üzere dağların arasına serpilmiş olan bu Kürt Alevlerinin ortak özelliği; yoksulluklarıdır. Ora insanının, kuru ziraat yaptığı beş on dönüm toprağıyla bir miktar meyve ağacı vardır. Üç aşağı beş yukarı aynı koşulları yaşayan gençler, eskicilik, hurdacılık, aktarcılık yapar, tatlı, simit, çorap satar, daha da olmazsa yataklarını sırtlar, Maraş, Çukurova ve Trabzon’a kadar açılırlar. Hepsinin yüreğinde geleceğin işadamı olma fikri yatar. Başaran olur, başaramayan…
Yörede, baskın bir ağa kültürü yoktur. Bu yönüyle doğup büyüdüğüm Pazarcık’tan ayrılır Elbistan. Bundan olmalı: Bilinç, beceri ve yaratıcı özellikleri sivrilmiş, cin gibi insanlarla çevrilidir Nurhak.
Günlüğünden okur gibi beş altı cümleyi geçemeyen kısa anılarla hem kendini, hem yöresini tanıtır bize yazar. Seksen sonrası, Elbistan’ın Malatya Caddesi’ndeki dükkânların çoğu koyununu ve kuzusunu satıp Nurhak’tan kopanlarla dolmuştur. Yazar, hemşerilerinin oturduğu gecekondu mahallesinde kâh simitçilik, kâh kahve ve pastahanelerde çıraklık yaparak hem ihtiyaçlarını görür hem de ailesine yardım eder. Baba hasta, ağabeyiyle yengesi içeride, umut bağladığı dayısı ise gözaltına alınmış ve işini kaybetmiştir. Baskınlar, gözaltılar, oğlancılık, fuhuş, Dallasvari diziler hep bu döneme özgüdür.

Romandaki adıyla İsko, serpilir serpilmez, gerillayla tanışır Rokat olur. O dağa çıkmak istese de onun ilişkilerinden, olgunluğundan yararlanıp, örgüte, maddi katkı sunmasını isterler. Elinde makbuz, çocuksu bir naiflikle Trabzon, İskenderun, Mersin dolaşıp durur . Sonraki görevi, örgüte katkı sunmayan, devletle ilişkide olduğu düşünülen işverenleri korkutup sindirmektir. Bir şeylerin yolundan gitmediğini anlayan Rokat, bağlı olduğu gerilla birimiyle anlaşmazlığa düşer. Arkasından da ayrılır. O sırada, kendisiyle birebir ilişikte olan, bölge sorumlularından Qorto’yla Fidan, Nurhak’ta, kıstırıldıkları mağarada, üstlerindeki bombalarını patlatıp yaşamlarına son verirler. Yöre halkı üzgündür, Rokat üzgündür. Çaresiz terk eder bölgeyi. Türkiye’nin birçok ilini gezdikten, akrabalarının soğuk yüzleriyle buluştuktan sonra yakalanır Rokat. İşkence, cezaevi derken çıkar. Çıkar çıkmaz da Avrupa’da alır soluğu. Romanın asıl ilginç yanı da burasıdır. Yazar, her mültecinin yaşadığı, ama dillendiremediği acı gerçekleri hiç bir komplekse kapılmadan anlatır. İsviçre burjuvazisinin çıkarlarını savunmakla yükümlü olan iltica komisyonları, kafası çalışan komünistleri tespit eder etmez, Allah‘ın siktir ettiği yerlere gönderirler. Maksatları; izole edip çürütmektir onları. Öyle de yaparlar, İsmail‘i alır, İsviçre‘nin Chur şehrine gönderirler. Minnacık bir yaşta, cılız omuzlarına yüklenen o devasa yükün, ruhundaki tahribatı ilk burada sezer İsmail. Ezilmiş, yamulmuş hastadır artık. Nedense bütün hastalıkları tam da hayatını düzene sokacağı sırada su yüzüne çıkar. Depresiv, kavgacı, kıskanç biri olup çıkar İsmail. Derinlerdeki travmaları bir bir çıkıp ayaklarına dolanır. Şiddet, kuşku ve nefret sarmalı içinde kıvranıp durur. Abisine, Türkiye’den getirttiği nişanlısına, kendisiyle ilişki kurmak isteyen örgüt elemanlarına, kamp yöneticilerine ve herkese kuşkuyla bakar İsmail.

Yazar, dünü, bugünü son derece anlaşılır bir dille ve güçlü betimlemelerle sunar bize. Böbürlenmeden, doğduğu gerçeklikten kopmadan, kabardığında her şeyi dümdüz eden o en dipdeki dalgayı anlatır bize. Kendisi, o dalganın sırtında alçalıp inen, kıyıya vurmuş bir çöptür sadece. Ne var ki, en iyi yazarlar, en iyi ozanlar bu çöplerden çıkar işte! Maksim Gorkileri, Yaşar Kemalleri, Aşık Veyselleri besleyen ilim- irfan damarıdır bu. Çöpü kavak yapan damar…

Zevkle, heyacanla, öğrenerek okudum….

Ali Rıza Aksın

17. 07. 2013, Zürich

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...