Yaşlı Adam, Genç Kadın

Gülefer Cambaz Savran kullanıcısının resmi
Kapının sesini duyunca ‘Yanılıyor muyum?’ diye düşündü adam, ‘bu saatte kim olabilir ki?’ Sabahın bu vaktinde kapısı pek çalınmazdı.

‘Hayırdır’ diyordu kendi kendine kapıyı acarken.
Kapıyı açtığında şaşkınlığı bir kat daha artmıştı. Burun buruna gelmişlerdi. Ağzından çıkmış bulundu: “Sen de nerden çıktın? Karşısındaki başı önüne eğik genç kadın, küçük bir kız çocuğu gibi omuzlarını çekerek bakışlarını yerden kaldırıp yaşlı adamın yüzüne bakıyordu. Adamın yüzünde şaşkınlıkla birlikte sevinç ifadesini yakaladığında aralı kapıdan adamın kolunun altından kayarak içeriye doğru ilerledi. Her zamanki gibi giriş kapısının yanındaki renkleri yer yer solmuş tek kişilik koltuğa oturup ayaklarını altına topladı. Şimdi genç kadın ve yaşlı adam yüz yüze bakıyorlardı.
“Nerden çıktın sen? “ diyordu adam.
O küçük kız ifadesini bozmadan yüzüne bakmaya devam ediyordu adamın. “Geldim“ dedi yine sustu.
Adam soru sormaktan vazgeçti. Biliyordu o istemediği sürece onu konuşturmak mümkün değildi.
“Aç mısın?” diye sordu
“Değilim, çok vaktim yok, gideceğim zaten. Yarım gün izin aldım sadece seni görmek istedim… “
”Peki… “dedi adam
Karşısındaki büyük divana geçip oturdu. Yüzüne bakıyordu durmadan genç kadının. Onu en son gördüğünde saçları kısacıktı, ‘bayağı uzamışlar’ dedi kendi kendine. Demek uzun zaman olmuştu görmeyeli. Esmer tenine uzun saçı çok yakışmış,” diye düşündü. Saçlarını başının arkasına lastik bir tokayla bağlamış, iri siyah gözleri daha da belirginleşmişti. ‘Tanrım ne kadar da güzel!’ diye geçirdi içinden. Birkaç dakika hiç konuşmadan bakıştılar. Kadın olduğu yerden kalkarak yaşlı adamın yanına oturdu, iyice sokuldu, sarıldı sıkıca. Şimdi ikisi birbirine sıkıca kenetlenmiş bir halde, hiç konuşmadan duruyorlardı. Kadın sarılmayı bırakıp adamın dizlerine yattı, diğer taraftan elinin tersiyle gözlerinin yaşını silmeye çalışıyordu.
Hiç yabancı değildi adam onun bu hallerine, yine hayatında kötü bir şeyler olmuş olmalıydı. Çünkü ne zaman canı yansa böyle küçük bir kedi gibi gelip onun yanına sığınıyordu.
Birkaç yaz önce tanışmışlardı kadınla kasabanın yabancısıydı genç kadın çarşının içinde balıkçı dükkânında bulaşık yıkamak için işe başlamıştı. Genç ve yalnız bir kadındı. Kalacak bir yeri olmadığı için dükkân sahibi dükkânda yatabileceğini söylemişti o da dükkânın arkasındaki küçük bir odada kalıyordu. Fakat geceleri birkaç kendini bilmez serserinin kadını dükkânda rahatsız ettiğini duyunca canı sıkılmış, onun kendisi ile kalabileceğini söylemişti. Nihayetinde yaşlı ve tek başına bir adamdı. O da bunda bir sakınca olmayacağını anlamış gelip yanına yerleşmişti.
Aslında bütün kasabanın da gözü üzerlerindeydi. Bu genç kadının nereden geldiğini merak ediyorlardı. O hiçbir şey anlatmıyordu. Belki de bu yüzden her gecen gün dedikodulara bir yenisi ekleniyordu. Kimine göre evinden kaçmış bir kadındı; kocasından saklanıyordu. Belki de bir dostu vardı onu arıyordu. Daha çok bir terörist olmalıydı, çünkü bu esmer teniyle ne kadar da bir Doğuluya benziyordu.
Hiçbiri umurunda değildi, adamın onun evinde olmasından çok mutlu oluyordu Onunla birlikte evine eski neşesi geri gelmişti. Anlattığı her şeye inanıyordu adamın. Adam bazen onun bu durumuna çok gülüyordu. Adam gülünce o da kızıyordu. Bu haliyle ufak bir çocuğa benziyordu.
“Adın ne senin?” demişti kadına.
“Deniz” dedi.
“Çok güzel… Bu ismi çok severim”
Genç kadın alaycı bir şekilde gülmüştü. Adam anlam verememişti gülüşüne, neden güldüğünü sormuştu.
“Burada Deniz’im” dedi, “başka bir şehirde Duygu, bir başkasında Gamze’yim, bir yerde Gül olurum. Ama” şimdi sadece Deniz’im”

Ailesini hiç tanımadığını gerçek adını bilmediğini anlatıyordu. Yetimhaneden verilen Hasret adını hiç sevmemişti. Bunu öğrendikten sonra bir daha da bu adı hiç kullanmamıştı. On sekiz yaşından sonra yetimhaneden ayrıldığını anlatıyordu. Sonrası sonrası yoktu.
Aralarında adı konulmamış bir yakınlaşma başlamıştı…
Zaman içiresinde adam kadını bütün giden kadınlarına benzetmişti. Sanki hepsinden biraz izler taşıyordu Deniz.
Ne kadar çok Zehra’ya benziyordu, onun gibi yumuşak huylu ve kırılgan. Nerelerdeydi bu Zehra? Aklına nasıl da düşürmüştü onu. Özlediğini düşündü. Tam da ilişkileri ciddiye varmışken adamı bırakıp gitmişti. Kasabaya gelen öğretmenin peşinden başka bir şehre, arkasından gizlice ağlamıştı günlerce.
Galiba biraz da Kevser’e benziyordu. Onun da böyle siyah saçları vardı ve gülünce çıkan gamzeleri. Bir kaptanla evlenmişti, neredeydi şimdi kim bilir?
En çok da eşine benziyordu. Sabahları erkenden kalkıp kahvaltı hazırlayışı ve onu şarkılar söyleyerek uyandırışı. ‘Ne vardı böyle zamansız gidecek?’ diyordu kendi kendine. Bu kız ne kadar çok kadınlarına benziyordu.
  Sonra Deniz bir sabah elinde valizi ile yattığı odanın önüne gelip “gidiyorum” demişti şaşkın bakışları arasında. “Söz veriyorum gittiğim şehirlerden seni arayacağım” ve gitmişti. Hiçbir yere ait olamıyordu ve hiçbir yerde de duramıyordu. 
Adam kendini bulunduğu durumdan çıkararak: “Neler olduğunu anlatacak mısın? “ dedi kafasını sağa sola sallayarak.
“Hayır “
”Neden ağlıyorsun?“
“İşte sadece bana sıkı sıkı sarılman için geldim.” dedi omuzlarını çekerek ve de gözleri yaşlı. “En çok buna ihtiyacım var üstesinden geleceğim bunun da.”
“Büyü artık” dedi adam Deniz’in gözlerindeki yaşı silerken. “Bak yaşın da geçiyor, bir yerlerde başına bir şey gelecek diye çok korkuyorum. Aklım sende kalıyor.”
Akan burnunu ve yaşlı gözlerini elinin tersiyle silerek tekrar adama kocaman sarıldı, onu, yanaklarını, bazen ellerini öpüyordu. Adam kasıklarında hissettiği sıcaklıktan utandı, duygularını engellemeye çalışıyordu.
“Hadi bir çay içelim şimdi” dedi yaşlı adam.
“Peki, ama ben yapayım”
“Tamam…”
Çaydanlığı her zamanki yerinden almaya çalışırken boyu yetmemiş, ayak parmaklarının üzerinde yükselmeye çalışıyordu.
Yine şarkı söylemeye başlamış, daha sonra yaşlı adamın yanına oturmuş, en kızdığı şeyi yapıyordu; Adamın uzun beyaz saçlarının bağını çözmüş, saçlarını karıştırıp onu kızdırıyordu. Bu haliyle ne kadar da kızına benzemişti. Kızı da onu kızdırmak için hep bu hareketi yapıyordu. O da çok uzaklara gitmişti, çok uzun yıllardır gelmiyordu bu kasabaya. Zaten araları hiçbir zaman düzelmemişti.
Seviyordu bu genç kadını, onda hayatındaki bütün kadınlardan izler vardı. Sevdiği bütün kadınlar ve kızı Deniz gibiydi.
Aslında ona olan sevgisi çok daha farklıydı. Kahretsin ne kadar da erken gelmişti hayata ya da Deniz otuz yıl geç kalmıştı.
Birlikte çaylarını içtiler. Hazırlandı. ” Gitmeliyim” dedi Deniz. Üzerini düzeltip çıkarken tekrar sarıldılar birbirlerine sıkıca. Tam kapıdan çıkarken içeriye geri döndü. Yaşlı adama:
“Beni öp” dedi.
Anlayamamıştı adam kekeleyerek:
“Nasıl yani!”
Adamın dudaklarına yapışarak ateşli bir öpücük kondurdu. “Hoşça kal” dedi kapıdan çıkarken.
Adam neler olduğunu anlayamamıştı. Giden kadının arkasından öylece bakmıştı. Dudaklarında ıslak ve sıcak bir hüznün tadı kalmıştı.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04
11/27/2023 - 08:07

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...