Enine Bir Dünyada Aysel/ Hasibe Özdemir

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Adam konuştukça Aysel’in yüzü, bir denizanasına dönüşüyor. Duyduğu her cümlede genişleyip, uzayan her suskunlukta toplanıyor geriye

Kelimeler akışı olmayan bir konuşmanın içinde, sürükledikleri çamurla beraber doluyorlar kulaklarından içeri. Bir süre sonra boğuluyor sanki sözcükler, garip bir uğultu kalıyor geride.

Kafasının içinde bir zamanlar serinlik veren esinti, çıkış kapanınca kör bir rüzgâr olup uçuruyor her şeyi. Bütün ayrılık kelimeleri çınlayarak büyütüyorlar seslerini.  Bildiği her şey savruluyor kırk yıllık tecrübe raflarından. Anlamak için kaldırıp, tekrar tekrar bakıyor devrik bütün cümlelere. Daha dün “Her şeyimsin” diyen adamın onu böyle bırakıvermesini açıklayacak bir satır bulamıyor yine de.

Bir sürü soru kuşu dudaklarının ipine dizilince, ürkütmemek için adamı, sımsıkı kapatıyor ağzını, son bir gayretle açmaya çalışıyor tıkanmış kulaklarını.

-Sana gel diyemem.

-Diyemez misin? Demez misin?

-Demem.

Sessizlik. Gülüşünden kalanlar yanaklarının tombulluğuna gömülüp izini kaybederken başını kaldırıp adamın gözlerine bakıyor. Bir çift keski aleti gri ışıklar saçarak iniyor umudunun son dallarına.

-Kırdım seni değil mi?

-Hayır Kırılmadım. Yok.

Telaşla toplanıyor Aysel. Eteği toplanıyor. Gökyüzü. Deniz kıyısı. Yan masalar. Her şey toplanıyor. Kocaman bir top oluyor söylenenler. Adamın ağzını her açışında yükselip yüzünün cam perdesinde patlıyor top ardı ardına. Her şey dağılıp eski yerini alıyor sonra Gözlerinde ağır bir yanma hissi ile kupkuru ağzını aralayıp masa örtüsüne döküyor sözlerini.

-Ben zaten gelemem.

Uzakta bir gemi karşı kıyının insanlarını bu tarafa getiriyor. Rüzgâr deniz kokusunu.  Bu konuşma ayrılığı.

-Bir çay daha alalım mı, içimiz ısınsın ha? Diyor adam.

Aysel’in dili kırık bir kürek. Bir türlü anlatamıyor acısını. İçinin yollarında kayıp kayıp düşüyor adamın. Kalkmak için elini uzatsa buz gibi bir bakışa takılıyor.

O yüzden bir bardak çay iyi gider diye düşünüyor o da. Sıcak bir şeyler dökmeli karın üstüne. Bu belki işe yarar.

-İçeyim bari. Ama sonra kalkayım.

“Buradan. Gözünün önünden. Tedavülden. Gecenden ve gündüzünden. Düşünden ve geleceğinden kalkayım. Anılarımızı toplayayım kısacık geçmişimizden tozlu bir iz bırakayım, İstediğin buysa,” diyemiyor Aysel.

Anılarını kımıldatıp duruyor onun yerine. Birbirinin üstüne binmiş hallerine bakıyor geçmiş günlerin. Aklı karışıyor.  Hangilerini yaşadı, hangilerini geçirdi içinden.  Anılar da dura dura kendi anılarını yaratıyor, henüz bilmiyor bunu.

-Evlenmeni istiyorum. Gözüm arkada kalmaz böyle olursa.

Adam ısrarlı. Çekip gitse de, Aysel’in hayatında yokluğunun dışında bir şeyler olsun istiyor. Şimdiki zamanda olsun. Evlensin sonra isterse ölsün. İsterse ya da istemezse mutsuz olsun. Ama adı anılmasın bu başarısızlık öyküsünde. Açtığı çukuru kuru dallarla örtme çabası bu yüzden.

Aysel’in eli midesinde. Böyle bırakılmanın acıdan çok bulantısı yarattığını ilk kez öğreniyor. Her kelime kendi asidiyle eritiyor ötekini.

-İyiliğimi istediğini biliyorum, sağ ol.

İyiliği için tekmeleniyor. Paketlenip ayakları kırılıyor adamın vicdanına basmaması için. Taşınacak değil denize atılacak bir bavula sığması için.

-Hala arkadaşız değil mi?

-Öyleyiz tabii.

“Kalkalım”  diyor adam. Aysel onaylıyor. “Ayrılalım “diyor onaylıyor. Kendine çıkmayan yollar üzerinde sürekli oyalanıyor.

Anlamaya çalışıyor Aysel. Adamın gayretini gördükçe utanıyor anlamamasından. Acıyor adama. Ağır bir yükü taşıyor gibi değişen yüz çizgilerini izliyor. Bavulun bir ucundan tutmak istiyor. Bavulda kendi cesedi.

Adam kabalığına tezat nasılda incelmiş görünüyor gözüne. İp gibi. İğne gibi. Boyuna çizgili bir gömlek. Boyuna çizgili kaslar. Uzun. Gidebilir. Yürüyebilir uzun süre. Bavul taşıyabilir.

Adamın yanında enine bir dünyada Aysel. Enine dilimlenmiş. Her dilimin arasına yapılacaklar yerleştirilmiş. Yenilecekler, yutulacaklar.  Hazmedilip sabredilecekler. Öyle ağır ki şimdi Aysel, sandalye esniyor altında yaralı bir eşek gibi. Sandalye plastik. Boyuna çizgilerle dilimli. Işık geçiyor içinden. Aysel çökmeseydi üzerine sandalye belki uçacaktı adamla birlikte. Adam önde, sandalye bavulun arkasında. Aysel yerde. Olduğu yerde.

-Seni şuradan otobüse bindirsem olur mu? İyice geciktim çünkü.

“Nereye?” diye sormuyor Aysel.

Öylece bakıyor adama. Kendi gidişini bile tersine bir kalış gibi yaşıyor sanki. Titreyip duran belediye otobüsünün camından bakarken, kim gitti kim kaldı karışıyor aklı.

Aysel’in eli cama yapışmış, gözü adama. Adamın gözü çoktan gideceği yolda. Veda bir şeyi paylaşanlar arasında oluyor belli ki.

Aysel’in açılmış eli havada şimdi. Huzursuz bir kuş gibi. Adamın sıkıntısı yok. Aysel konmadı, kırmadı. Dal sarktı, Aysel kalktı…

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...