Kıvırcık Saçlı Esmer Çocuk

Berivan Yıldız kullanıcısının resmi
Bazı hayatlara ilişkin bir anlatıyı bir defaya mahsus dinler insan. Daha sonraki o anlatıya ilişkin dinlemeler, insanın üzerinde cılız bir etki bırakır.

Öyle hayatlar vardır ki, bunlara ait bir anlatıyı her dinlediğinde insan, o dinleti parça parça büyür ve büyüdükçe, zamanla insanı da boğar gider. Hele bunu anlatan bir anneyse acı verse de bir ninni veyahut bir masal gibi dinletir kendini sana. Benim ninnim ''dandini dandini dastana danalar girmiş bostana...'' değildir. Benim ninnim Delil'in ninnisi’dir.

    Delil ninniyle başlar masalla devam eder. Delil'in ninnisi ''delîle dilan şer e ser çiyan'' masal gibi, düş gibidir.

      Annemin dudaklarından dökülen Delil; uzun boylu, kıvırcık saçlı, esmer bir civandır. Hafif uzun kıvırcık saçları, iri kömür karası gözleriyle kendine has bir büyüsü vardır. Kömür karasından mıdır ne, gözleri çakmak çakmak bakardı. Bir gülümsemesi vardır, baktığında o sıcaklık ta yüreğine işler, içini ısıtır her bakanın. O herkese hitap edebilen tatlı dilli, saygılı, şefkatli ve cana yakındır. Benzemezdi akranlarına. Anlatıyorum, çünkü bir örnektir aslında. Bir kadının şefkati, samimiyeti ve sıcaklığı vardır onda. Aynı anda bir babanın koruyan, güven veren yanıdır. Akranları bazen onun bu tutumuyla dalga geçerlerdi. Ama o aldırmaz, hiç kızmaz, kömür karası gözleri, yanağındaki gamzesiyle gülümser geçerdi. O düşündüğüne inanan, inandığını yapan, vicdanını dinleyen asil biriydi. Evde olduğu zamanlar annesine halı çırpar, bulaşık yıkar ve yemek yapmada yardım ederdi. Diğer yanıyla Delil; siyasi gelişmelere, savaşa, sokak ortasında vurulanlara, evinden alınıp bir daha geri dönmeyenlere, yakılan köylere, cehennem zindanlara, o çok sevdiği Ana\sının Dil\iyle konuşmasının yasak oluşuna dışardan bakmayan, seyirci kalmayan biriydi. Duyduğu, gördüğü ve yaşadığı her acıda çakmak çakmak gözleri keskinleşir, nutku kesilir, yumruğunu sıkar, öfke ve acıyla dalıp giderdi. Daldıkça, düşündükçe yerinde duramaz olurdu. Bu kişilik Delil'in tam deliliydi. Delil bu kuşatılmaya gelemezdi. Demirci Kawa gibi özgürlük meşalesini bir kez tutuşturmuştu içinde. Ve sistemin dayattığı yoz düzeni kabullenmek artık imkânsızdı. Buna var gücüyle karşı koyup direnmeyi şiar edinmişti kendine.

   Saatlerce anlatırdı annem, ne o sıkılırdı anlatmaktan ne de ben onu dinlemekten.

Anlatarak ve dinleyerek içimizdeki o hüznü, hasreti, özlemi ve merakı biraz olsun unutuyorduk.

    Benim hayal meyal hatırladığım Delil, daha bir başkadır. Ben hep onun süslü bebeği, masum kelebeği, kanatsız meleğiydim, küçüğüydüm. Delil yanımdaysa annemi bile aramazdım, gittiği her yere onunla beraber gider ve bir an olsun bırakmazdım onu. Sevdiğine, yârine giderken bile alırdı beni yanına, o anlarda da ''tatlı belası'' olurdum.

    Yine bir gün “gel küçük yoldaşım bir sarılayım sana” diyerek kucağına alıp öpüp sevmişti beni. Ben o gün yoldaşı da olmuştum, anlayamıyordum o zamanlar. Bildiğim çok güzel bir şey olmalıydı. Güzel olmayan bir şeyi Delil bana yakıştırmazdı. Bunu sezebiliyordum çocuk aklımla...

    Zor hatırladığım ama hiçbir zaman unutamadığım o gün; gökyüzü kurşunî bir renge bürünmüştü. Dağların doruklarına şimşekler, kıvılcım saçan kılıçlar gibi saplanıyordu. Yağmur sicim gibi boşalıyordu gökteki saklı denizden. Gümbürdeyen, o şimşek seslerinden çok korkmuştum. Korktuğumu fark eden Delil öyle bir sarıldı ki bana; bir kuşun tehlike anında yavrularını koruduğu gibi almıştı beni sıcak ve güvenli kanatlarının altına. Kucağında durmadan gıdıklıyor, öpüp duruyordu tombul yanaklarımı. Beni oyalayıp korkumu dağıtırken, bense attığım kahkahalarla onu mutlu ediyordum. Delil’in kucağında eğlenirken, annem hüzünlü hüzünlü ağlıyordu. Babam suskun, dalgın bir halde sigarasını tüttürerek dalıp gitmişti uzaklara. Hızlıca güm... güm... diye kapı çaldı. Kapıya vuran yengem: ''Araba geldi Deliiiil...'' diye sesleniyordu. Delil beni son kez öpüp ve koklayarak kucağından yere bırakıverdi.

   ''Vedalaşma vakti ana...'' diyerek annemin, babamın ellerini öperek, küçük, biraz da rengi solmuş valizini eline aldığında herkes ağlaşıyordu. ''Neden hepiniz ağlıyorsunuz?'' deyince Delil valizini yere bırakarak yanıma geldi.

-Ben gidiyorum, ondan ağlıyorlar...

-Sen nereye gidiyorsun?

-Almanya'ya...

-Orası neresi, niye bensiz gidiyorsun?

-Senin gibi sarı saçlı, renkli gözlü, güzel çocukların olduğu bir yer... Sen şimdi küçüksün, döndüğümde yine küçük kal büyüme e mi... diyerek, hepimize son kez el sallayarak çekip gitti; sarı saçlı, renkli gözlü, güzel çocukların olduğu bir yere... Almanya'ya...

   Günlerimiz anne ve babamın Delil'i özlemesiyle, benimse ağlayarak, mız mız bir çocuk olarak geçiyordu.

   Yine yağmurlu bir gündü. Gökyüzü sanki öfkelenmişti, kızmıştı ya da kim bilir isyandaydı. Korkuyordum, annem yağmurla yarışır gibi ağlıyordu, çok ağlıyordu. Sokuldum, yüzüne baktım annem çok başkaydı.

-Anne neden ağlıyorsun?

-Delil yok kızım, Delil dağa çıkmış... Sen de ağla yavrum, Delil yok, Delil'im yok...

O günden sonra Delil artık ''oyy lawo, oyy berxo...''oldu. Ben ağlayan anneme biraz üzülüp, karşımdaki o yüce dağlara bakıp tatlı bir hayale dalmıştım... Yer değiştirmiştik onlarla, çünkü artık ağlamıyordum, hatta sevinmiştim bile. Kendi kendime ''Hııı...” dedim, “demek ki Almanya şu karşı dağlarmış çokta uzak değilmiş, ben de istersem bir gün Almanya'ya gidebilir, Delil'i görebilirim'' diye seviniyordum.

   Gün bir şekilde geçiyor, hayat devam ediyor zamanla. Annem kapının eşiğine, siyah kırmızı benekli minderine oturup ağlar, kalkar ağlardı. Süresiz ve zamansız.

    Bizim uzadıkça uzayan gecelerimiz vardır. O gecelerde çay saatimiz başkadır. Kaçak, hüzünlü, efkârlı, acıdır... Bazen de tatlı bir masaldır. Yani tam da kaçak çaydır. Annem çayını yudumlarken, daha bir güzel anlatırdı masalımı. Yanına sokulur, bir elimle yanağını tutar, onu dinlemeye hazırlanırdım. Anne anlat demezdim, anlardı ve o da hazırdı. Onun o şefkatli elleri saçlarımı okşarken, ''Ağabeyinin meleği'' diye başlardı. Arada o suskun, dalgın babama gözüm kayardı, sigarasını daha bir derinden içine çeke çeke dumanını seyre dalardı. Herşey gibi sigara içimi de değişmişti.

  ''Oyy lawo, oyy berxo hangi memleketin kışlarında üşüyorsun, hangi yazlarda terledin, hangi taşa başını koydun... Irmaklardan su içtin mi? Sen çayı çok seversin, şilkesiz içmezsin, oralarda bulabilir misin? Nerelerde pusular kuruldu yollarına, hangi avcı namlusunu doğrultmuş kekliğime... oyy lawo... oyy berxo... Bu nasıl bir aşktı içine düşen, sevdiğin kız, yârinden ağır gelen...'' söylerdi de duramazdı annem. ''Son bir kez daha yüzünü görsem, okşasam kara, kıvırcık saçlarını, öpsem doya doya gamzeli yanaklarını...'' duyunca bu sözleri daha bir sımsıkı sarılırdı bana annem. Kederli gülümserdi, varlığıma ne kadar sevindiğini, kardeşlerimle umudu olduğumuzu hissedebiliyordum ama Delil'in olmayışına, ona olan özleminin acısını da görüyordum.

   Geçen zamanda okula başlamıştım. Bir gün okulda ders sırasında yine o dağlara, Almanya'ya, Delil'e ve güzel çocuklara dalmıştım. Ben o güzel düşteyken; öğretmenim yanıma geldi, önce sarı saçlarımı okşadı, ardından elimi tutarak ''Berivan, kızım, bakıyorum ki beni dinlemiyorsun, tahtaya da bakmıyorsun, başın sürekli camda kime ve nereye bakıyorsun?'' dedi.

-Karşıdaki dağlara bakıyorum öğretmenim, orada olan Delil'i düşünüyorum''

-Delil kim?

-Delil benim ağabeyim, annem ‘dağa çıkmış’ dedi.

-Ağabeyin dağa mı çıkmış?

-Evet, öğretmenim, güzel sarı saçlı çocukların olduğu yere…

   Ben daha bitirmeden bir uçurumdan düşmüş gibi hissettim kendimi. Öğretmenim elimi öyle bir bıraktı ki, ne olduğunu anlayamadığım gibi azarlanıyordum, çok korkmuştum. Öğretmenim hâlâ bana bağırıyordu:

“Büyükler sanki çok iyi bir şeymiş gibi çocuklara da anlatıyorlar, anlamıyorum. Şimdiden bu çocukların kafasına girerse... Bir daha o tarafa bakmayacaksın, bana, tahtaya bakacaksın! Tamam mı?”

 Sadece: “Tamam öğretmenim!” diyebilmiştim. Kendi kendime söylenip durdum; orası kötü bir yer miydi? Niye bu kadar kızmıştı? Kafama ne girecekti, annemin söyledikleri mi? Neden öğretmenim istemiyordu bunu? Anlayamamıştım. Bunları düşünerek Delil’i merak ederek, kara tahtaya baka baka beklerdim zilin çalmasını... Oysa hangi ana kötü bir masal anlatır yavrusuna? Öğretmenim de bunu anlayamamıştı!

   Mevsimler geldi geçti, nice güzel çocuklar gidip de geri gelmedi. Bir daha gelmeyenlerle yaşadığımız hanelerimizde büyüdük... Büyüdüm, büyüdükçe Delil'in gelmeyişini anlayarak büyüdüm. O gelmese de ben onun süslü bebeği, masum kelebeği... küçük-büyük yoldaşıyım. O da benim kıvırcık saçlı, esmer çocuğum, canım, yoldaşım... Bazen gökyüzünde çok parlak bir yıldız vardır. İşte o özgürlüğün delilidir yani Delil'dir. Göz kırpar gülümser bana. Gülümsedikçe daha bir inanıyorum dağların ve yıldızların güzel yoldaşlığına...

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04
11/27/2023 - 08:07

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...