Bir Site Yazarı Abime...

Yıldız Karagöz kullanıcısının resmi
Yazımı yayınlaması için iletişimde bulunduğum bir site yazarı olan abimiz, “yazınız siyasi bir yorum içermediği için sitemizde yayınlayamıyoruz.” dedi. Bir de soru yöneltti:

 ‘’Yazınızı dikkatle ama çok dikkatle okudum. Kaleme dökmeye çalıştığınız duygularınız tanıdıktır. Bizler birbirimize benzeriz. ‘Neden bir Kürd kadını böyle bir yazı yazmak zorunda kalır?’ diye düşündüm hep.’’
Bunun üzerine ben de bir şeyler yazayım dedim. Ve yazdım.
Biz bugüne kadar hep savaş, politika ve siyasetle uğraştık. Kürt toplumu olarak feodallikten soyunup, modern ve özgür bir toplum adına büyük bir mücadele verdik. Hâlâ da veriyoruz. Lakin bu mücadelede aydınlanıp değişirken, feodal yanımızı hep gizledik ve pratiğimizde de bunu dayattık. Teoride de Avrupa’yı, insan haklarını vs. vs. tartıştık, konuştuk. Bunun sonucunda işte böyle sizin de dediğiniz gibi hepimizin yaşadığı tanıdık, ama bir o kadar gizlenmiş, bir yığın sorunumuz ailelerimizi, kadınlarımızı, çocuklarımızı, erkeklerimizi darmadağın etmiştir.
 Değişirken feodalliğimizin üzerine, Avrupa sisteminin bizlere sunduğu -işimize gelen- hakları da yaşamak istiyoruz. Durum böyle olunca güçlü zayıfı sessizce boğarken, hiç kimse hissetmiyor bile. Oysa her ailenin kanayan yarası aynı… Biz feodal sistemde yaşarken de güçlü zayıfı ezerdi, ama böyle değildi. Yaralananın kanayan yarası belliydi. Ve bence bu kadar çok vahim bile değildi. Çünkü bir bakıma ezilen halkımızın kaderi bağlı bulunduğu sitemle örtüşüyordu.
Şimdi biz o beğenmediğimiz feodal, dini, aşiretsel ve bizi köleleştiren tüm sistemleri beğenmeyip, yeni ve modern dünyada yerimizi almak için çağdaş bir düşünce sistemi ile şekillenmeye çalışıyoruz. Yani feodal evimizi dağıtıp kendimize yepyeni daha modern bir ev kurmak için taşınıyoruz. Taşınırken nasıl ki bazı eski eşyalarımızdan bir türlü kopamayıp kendimizle götürüyorsak, zihinlerimize işlenmiş olan o eski alışkanlıklarımızı da tıpkı eskiyip de atmaya kıyamadığımız bir elbise gibi yamayıp yamayıp bir iç çamaşır yapıp, üzerine de giyindiğimiz mini eteklerimiz, papyonlarımız, fötr şapkalarımızla yenilendiğimizi zannediyoruz. Ama olmuyor iste! Türkçede bir deyim vardır: ‘’ Oturduğu ahır sekisi, çağırdığı İstanbul türküsü.’’ diye. Oturup aile yapımızı yenilerken eski alışkanlarımızı yeniden düzenleyerek, yeniliklerimizle de özdeşleşmeyi ve öylece hayata geçirebilmeyi beceremedik bir türlü. Aslında belki de işlerine geldiği gibi sorumsuzca yaşamak çok daha cazip geliyor bazılarına.
Kendisini yenileyen ve bunun için direnen, savaşan her toplum gibi; birçok yıkımdan geçmemiz olağandır bir yere kadar. Eğer toplumumuzun ulusal sorunlarını çözmeye çalışırken, bireysel ya da ailesel sorunlarını da dile getirmez isek, içine düştüğümüz bu ucube, ne olduğu belirsiz, dünyadaki hiçbir sisteme uymayan yaşamlarımızla hangi özgür toplumu kuracağız?
Kadınlarımız erkeklerle birebir silah kuşanıp ordulaşırken, bugüne kadar dünyada eşi benzeri görülmemiş bir ilki başardılar. Tüm meclislerde halkımızın kaderini erkeklerden daha ön safhalarda bulunarak belirleyen kadınlarımız, neden egemen erkeğin kadına dayattığı her türlü şiddete göğüs gerip katlansın da yaşadıkları acıları kaleme alıp dile getirmesinler? Birey ailenin çekirdeği, aile de toplumun çekirdeği ise, o halde bizlerin toplumsal sorunlarımızın mücadelesinde önemli roller üstlendiğimiz gibi, bireysel ve ailesel sorunlarımızı da ihmal etmememiz gerekirdi.
 Bu tarihi ve direniş günlerinde adım adım özgürlüğe yaklaşırken özellikle kadınlarımıza çok büyük görevler düşüyor. Bireysel olarak erkeğin köleliğini ve şiddetini kabul eden bir kadının ne kendine ne de topluma bir yararı olur. Kadınlar tabularından kurtulmalı. Cephede özgürlük için savaşan kadınları olan bir halkın erkekleri hakareti, aşağılamayı ve yıldırmayı unutmalıdır. Kürt kadını bu aşağılamaları kabul etmeyecek kadar korkusuzdur. Dışarıda kadın hakları için nara atan sözüm ona “aydınım” diyen erkekler, evde Kürd kadınına dil uzatamayacaklarını bilsinler. Biz kadınlar bu tacizci, sahte kahramanlık yapan, karanlık yaşamlarına Kürd ulusal mücadelesini kendilerine siper edinip ayakta kalmaya çalışanları iyi tanımalıyız.
Yazacak çok şey var. Mücadeleci, boyun eğmeyen, özgürlük için savaşan tüm kadınların 8 Mart Günü’ nü kutlarken, evde erkeklerin dayattığı zulme sessizce boğun eğip,  edindiğimiz kazanımların ve emeklerin dilencisi durumuna düşmeyeceğiz.
 Aydın olmak evdeki özgürlükten ve insan olmaktan başlar. Aydın olmak ayakta dimdik duranı yere çarpmak değil, yere düşen insanı ayağa kaldırmaktır. Aydın olmak hak sahibine istemeden hakkını vermektir.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...