Mutluluk Zinciri

Sibel Karakız kullanıcısının resmi
Necla sabah işlerini bitirdikten sonra, bir yaşındaki oğlunu kucağına alıp üst katta oturan Zahide’ye kahve içmeye çıktı. Zahide Necla’nın bebeğine bayılırdı.

Bir gün görmese özlerdi. İçeriden gelen '”kim o?” sesine, Necla bebeğinin ağzıyla “Biz geldik Zahide Teyzesi”' dedi. Zahide kapıyı açtı. O mavi gözleri kırmızıya karışmıştı. Belli ki gece hiç uyumamış ve ağlayarak sabahlamıştı. Yine de tatlı gülümsemesiyle Necla’yı içeriye buyur etti. "Hoş geldiniz"
Necla telaşlanmıştı, kapının önünde “hoş bulduk” demeden:
"Hayrola arkadaşım, bu halin nedir böyle?" dedi.
Sessizce oturma odasına geçtiler. Necla çocuğu halının üzerine bıraktı, Zahide’nin boyuna sarıldı. Yanaklarından öpüp saçlarını okşamaya başladı. "Anlat bakalım şimdi bana, neyin var senin?" dedi.
Zahide hıçkırıklar içinde anlatmaya başladı:
"Ne olsun arkadaşım” dedi, “en son gittiğimiz doktorun tedavisi de fayda etmedi. Yine hamile kalamadım. Sanırım ben hiçbir zaman anne olamayacağım. Hayır, kendimi bir yana bıraktım, Metin de benim yüzümden evlat sahibi olamayacak. Belli etmemeye çalışsa da çok üzülüyor. Bu böyle devam etmeyecek. Tüm ümitlerim tükendi! Bu kaçıncı doktor? Sorsan hiçbir sorun yokmuş. Sorun yoksa neden olmuyor, sen söyle Necla‘çığım?"
Necla sustu, ne diyeceğini bilemiyordu. Ellerini dostça omzuna koydu Zahide’nin. Küçük Emre halının üzerinde sağa sola dönüyor, onları şaşkın gözlerle izliyordu. Her zaman onu kucağına alıp oyunlar oynayan Zahide Teyzesinin ilgisizliğine şaşırmış gibi bakıyordu. Annesinin ve Zahide Teyzesinin ağladığını görünce o da dudaklarını büzdü, ağlamaklı olmuştu. Bunu fark eden Zahide hemen Emre'yi kucağına aldı, öpmeye başladı. Gözyaşlarını silerek:
"Bu böyle devam ederse evliliğimiz de bitecek Necla” dedi, “ben Metin’in evlatsız kalmasına razı olamam."
“Böyle yapma arkadaşım, siz birbirinizi severek kurdunuz bu yuvayı. Bu herkese nasip olmaz. Hala da çok seviyorsunuz birbirinizi. Hem Tıp sürekli ilerliyor. Hemen ümidini yitirme. Gün doğmadan neler doğarmış. Başka doktor mu yok? Pes etmek yok!”
Metin varlıklı bir ailenin tek oğlan çocuğu idi. Beş kızdan sonra doğmuştu. Metin'in bir değil altı tane annesi vardı. Metin evlendiği günden itibaren bebek kıyafetleri ve oyuncak almaya başlamışlardı. Ne de olsa soyadlarını Metin’in çocukları devam ettirecekti. Metin de hem ailesini mutlu etmek hem kendi mutlulukları için bir çocuklarının olmasını çok istiyordu. Doktorların, biyolojik olarak bebeğinizin olmasına herhangi bir engel yok demelerine rağmen bir türlü çocukları olmuyordu nedense.
Necla'nın bir rahatsızlığı vardı. Hastaneye gitmesi gerekiyordu. Bu yüzden Emre'yi Zahide'ye bıraktı ve hastanenin yolunu tutup gitti. Poliklinik önünde sırasını bekliyordu. Az önce muayeneye giren genç bir kadın içerden ağlayarak çıktı. Bankta sırasını bekleyen Necla'yı fark edince durdu. “Size sarılabilir miyim?" dedi.
Necla'da şaşkın bir şekilde oturduğu bankta ona yer açtı. Hiç tanımadığı bir kadın omzuna yaslanmış hüngür hüngür ağlıyordu. Kadın biraz sakinleşince: "Kötü bir şeyiniz yok değil mi?” dedi.
"Hayır, hayır tam tersine hayatımın en mutlu gününü yaşıyorum. On iki yıllık evliyim, çocuğumuz olmuyordu. Ne tedaviler denedim, çocuğum olmadı. Az önce doktorum bana: “Hamilesin” dedi, “sevincimi birileriyle paylaşmak istedim. Bağışlayın lütfen beni. Çok mutluyum, çok. Mutluluktan içim içime sığmıyor."
Ağlıyordu, ama gözlerinde müthiş bir ışık vardı. Yanakları kırmızı bir gül olmuş etrafına mutluluk saçıyordu. "Biliyor musunuz?” dedi, “üç ay önce bir kız çocuğunu evlatlık aldık." Necla birden evlatlık alınan bebek için telaşlandı. " Peki, bu durumda bebek ne olacak!” dedi, gözlerini iri iri açarak.
"Ne yapabilirim ki? Kim bilir Allah belki de onun yüzü suyu hürmetine vermiştir bu bebeği bana. Onu kendi evladım gibi büyütmeye devam edeceğim."
Necla’nın sırası gelmişti, kadınla vedalaştı, ona mutluluklar diledi. Doktor muayenesinden sonra soluğu Zahide'nin yanında aldı. Yaşadıklarını Zahide'ye anlatmak için sabırsızlanıyordu. Zahide'nin getirdiği çayı içmeye koyuldular. Hastanede yaşadıklarını bir bir anlattı. Sonra Zahide’nin ellerini avuçlarının arasına aldı:
“Neden siz de evlatlık almayı denemiyorsunuz?” dedi.
Bir şey demedi Zahide, sustu. Yerinden kalkıp çayları tazeleyip getirdi.
Zahide işten dönen kocasına Necla'nın hastanede yaşadığı olayı anlattı. Evlatlık olayı her ikisinin de aklına yatmıştı. Bebek özlemiyle yanıp tutuşuyorlardı. Bu durumu Metin’in ailesinin onaylamayacağını bildikleri halde bir yetimhaneye müracaat ettiler. Birkaç ay sonra üç aylık, şirin, tatlı bir kız çocuğunu evlat edindiler. Adı Ebru’ydu. Zahide ve Metin'in ayakları mutluluktan yerden kesilmişti adeta. Mutluluktan uçuyorlardı. Ebru'nun üstüne titriyorlardı. Metin, akşam eve gelince doğruca Ebru’nun yanına gidiyor, onu kucağından indirmiyordu. Artık üçü birlikte mutlu bir aile olmuşlardı.
Yaz tatilinde Karadeniz’e, bir akrabalarının da bulunduğu Ayder Yaylasına gittiler. Ebru'nun evlatlık olduğunu hiç kimseye söylemediler. Hatta Ebru'yu babaya ya da anneye benzetmeleri hoşlarına gidiyordu ikisinin de.
Bir gece yaylada Zahide birden rahatsızlandı. Zaten birkaç gündür iştahsızdı. Bir şey yemiyor, tansiyonu düşüyor, sık sık başı dönüyor ve midesi bulanıyordu. Yaylaya en yakın olan Çamlıhemşin'e, oradan da hastaneye gittiler. Doktor hemşire'den kan ve idrar tahlili istedi. Bir süre bir köşede oturup tahlil sonuçlarını beklediler. Doktor elinde tahlil sonuçlarıyla koridorda göründü. Doğruca Metin’in yanına geldi:
“Endişelenecek bir durum yok Metin Bey,” dedi sakince, “eşinizin durumu hamileliğinden kaynaklı…”
Metin ve Zahide şaşkın bir halde doktora bakıyorlardı. Şoka girmişlerdi adeta. Ebru’ya sarılıp hüngür hüngür ağlamaya başladılar.
Aradan birkaç yıl geçti… Zahide'nin bir kızı ve bir oğlu daha oldu. Ebru, Özge ve Cem birlikte, aynı sevgiyle büyüyorlardı. Ebru'nun yeri çok farklı ve de derindi. Zahide Ebru’ya sarılıyor, saçlarını sevgiyle okşuyor “ "Sen bizim uğurumuzsun, kardeşlerin Özge ve Cem senin sayende doğdu" diyordu. Ebru, Özge ve Cem’i kendi öz kardeşi olarak biliyordu. Zaman su gibi akıp geçiyordu. Üç kardeş okul okuyup meslek sahibi olduktan sonra evlenmişlerdi. Ebru anne ve babasını sıklıkla arıyor, onların sorunlarıyla yakından ilgileniyor ve "sizlerin sayesinde iyi anne ve babaya ve çok güzel kardeşlere sahibim. İyi ki benim annem babam siz olmuşsunuz" diyor sevgisinin yanında bir de minnet duyuyordu.
Doğruluk ve mutluluk bir zincirin halkaları gibidir.
Sibel Karakız…

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...