Şiir Üstüne-8

Barış Erdoğan kullanıcısının resmi
Bir zamanlar “deniz”den habersiz insanların yaşadığı bir köye, şair ruhlu bir genç kızın evine bir kitap düşer. Kızcağız soluk soluğa kalır, kitabı sabaha bitirir. Zihni allak bullak olmuştur “deniz” sözcüğüyle. Nedir bu sihirli sözcük, nedir dalga denen şey, kumsal, tuz, yelkenler… Ikınır sıkınır, deniz üstüne birkaç mısra düşer, en kötü öyküler kadar ilgi çekmez çevresinde, gülünç duruma düşer. Oysa yukarıdaki gökyüzü, karşıdaki orman, çiftliğin yakınından geçen ırmak şiirlerinde uğuldar, şırıldar. Ama denizi bir türlü sahiline yanaştıramaz. Denize kör olduğunu düşünür, dalgaya sağır. Babasına koşar, okuduğu kitabın “deniz”den söz ettiğini söyler, sabaha yola çıkması için izin vermesini ister. Baba yüreği, dayanamaz, kızına izin verir. Kızcağız yola koyulur, dize dize akar, göğsü tomurcuklanır. İyi de gide gide bir dağa varır, deniz nerde? Kim bilir?

Gel zaman git zaman yol ayrımında nefeslenir. Birkaç avcının geldiğini görür, sorar: Ey avcılar, deniz nerde? Nerden bilsinler avcılar? Bizim avlandığımız yere köprüden sonraki ilk sapaktan gidilir ama denize ulaşır mı bilmeyiz, diye de eklerler. İmdadına bir çiftçi yetişir, -yetiştiğini sanır- ona sorar: Ey çiftçi, deniz nerde? Çiftçi ıkınır sıkınır, cahilliğini hoşgörmesini ister. Kızın gözü dağa tırmanan üçüncü yolda… Ya dağın bir yerlerinde kalıverirse… Çaresiz o üçüncü yolu seçer, dağın zirvesinde bir de ne görsün? Tanıdık masmavi gökyüzü, altında hışır hışır eden bir su…deniz bu olsa gerek. Kendini dalgalarına bırakır, hayallerine bırakır. Dili tuzu tadar, kolları dalgalarla çarpışır, kumsal ayağını yalar. O artık deniz şairidir, dalga şairidir, tuz şairidir. (Kıza göl olduğunu hâlâ söylemedim.)
Bu hikayeyi uydurdum mu, bir yerlerde okudum mu okur beni affetsin. Ben bir sıkımlık canı olan şu cümlelere uygun düşecek bir giriş yaptım aslında.
“Kimi konular sanatçılar arasında sık sık tartışılıyor. Yaşadığını yazmak ya da yazmamak da bunlardan biri. Böyle bir konuyu tartışmaya girişmek bile yersizdir. Herkes yaşadığını yazar. Öyle ki geride büyük yapıtlar bırakmış yazarlara baktığımız zaman, bunların yaşamdan, yaşanmış olaylardan yola çıktığını görürüz. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Çünkü hiç bilmediği bir konuyu, içine hiç girmediği bir çevreyi, hiç tanımadığı insanları nasıl yazabilir kişi?”
Buyurun, insanın bilmediği, tanımadığı bir şeyi yazıp yazamayacağına. Ben konuya Balzac’la girmek istiyorum. Vadideki Zambak desem çocuk okurlar bile Balzac deyiverir. Madame Bovary daha ağzımdan çıkmadan Flaubert çığlıkları kulağımı yırtar. Şimdi elinizi vicdanınıza koyun, hiç babalık tatmamış –şu ana kadar bir yerde rastlamadım- Balzac Goriot Baba’yla harikalar yaratır. Vicdansız kızlarına her şeye karşın özverili davranan bir Goriot Baba… Gözyaşı dökmek isteyen yarın kitapçıya koşsun. Flaubert daha beterdir. Ruhu Paris kokan taşralı kadını öyle anlatır ki, Madame Bovary’nin kocası olmadığınıza şükredersiniz. Bunda ne var diyenler, yüz yıl geriye gitsin lütfen. Ben Dosto’nun Suç ve Ceza’sındaki kahramanlardan biri olmak istemezdim. Eğri oturup doğru konuşalım, Felatun Bey ile Rakım Efendi’nin içimizi titreten bir yanı olduğunu iddia eden varsa söylesin. Mısır Çarşısı koktuğunu biliriz romanın. Hah kuyruğu kıstırdın be adam demeyin, Ahmet Mithat yaşadığını yazmış, ne yazık ki yaratamamış. Ben yaşayanın değil, yaratanın yanında ömür tüketirim.
“Yaratıcı olmayan hiçbir yazar ölümsüzleştirilemez. Yazar, zamanın sınavı dediğimiz; acımasız bir sınavdan geçer yaşamı boyunca. Yaşamın gürültüsü patırtısı uçar gider, zamanın moda akımları yerini başkalarına bırakır; ama gerçek bir sanatçı, bir süre için üstü küllenmiş, ikinci plana atılmış da olsa, bütün bu toz duman içinden bir gün gelir ışıl ışıl ortaya çıkar.” diyene de katılmamak imkansız.
Acaba şairler de romancılar gibi yaşadığını mı yazar? Şiir bambaşka düzlemde yol alır dostlar. Şahsen bin insanın ruh halini biriktirip aynalara döktüğüm çok olmuştur. Caddelerde sokaklarda yazlık yerlerde oturup yüz okurum. Benim için her yüz açılmamış bir kitaptır. Boğaz’a Akdeniz karıştıran, Ege’ye Boğaz’ı boca edenim. Her yüz kırışığının hikayesini merak ederim lakin uydurmayı severim. Sanatçı, fotoğraf çeker ama bu fotoğrafı türlü türlü boyar. Kısaca görüleni görülmeyenle kurar. Yaratıcı olmayan yazarlara mezarlıklarda daha çok yer ayrılmıştır.
Alice mavisi, gök mavisi, bebek mavisi ne bileyim çelik mavisini bilirsin de süt mavisi dersen yaratıcısın, turna mavisi dersen şair olursun, cehennem mavisi dersen özgün olursun. Uydur uydur söylemenin de bir yere kadar olduğu unutulmamalıdır. Ben görenin, yaşayanın, duyanın daha ileri halini istiyorum. Bakın ustalara:
Düşen bir öpüştür dudaklarından/Mor akasyalarda ürperen seher (A. Muhip Dıranas), Kırmızı bir kuştur soluğum/Kumral göklerinde saçlarının (C. Süreya), fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor/eski zamanlardan bir cuma çalıyor (A. İlhan), Sen geldin benim deli köşemde durdun/Bulutlar geldi üstümüzde durdu. (S. Karakoç)
.
güvercin telaşta, gökyüzü boşalabilir. Yaşayıp yaratanlarla karşılaşmak umuduyla…

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...