Şiir Üstüne-10

Barış Erdoğan kullanıcısının resmi
Şiir üstüne söyleyeceklerimize enfes bir hikâyeyle başlayayım. Bu bir hikâye değil, adeta şiir. Lao Zi’yi - Lao Tsu, Lao Tse, Laotze veya Laozi diyenlere de selam olsun- bilenler bilir. Yaşlı Bilge anlamına gelen Lao Zi’nin “Çatlak Kova” hikâyesi, ilk okuduğumda beni sarsmıştı, umarım sizin yüreğinizi gümbür gümbür oynatır.

Bir zamanlar Çin'de bir deri bir kemik kalmış yaşlı adam varmış, her gün evinin yakınından geçen dereden evine su taşırmış; yılmadan, üşenmeden… Ne yazık ki bu yaşlı adamın kovalarından birinde ince bir çatlak varmış; diğer kovası ise kusursuzmuş. Yaşlı adam yine de sorun etmezmiş. Sağlam kova suyun tamamını taşırken çatlak kova ancak yarısını ulaştırırmış kapısına. Tabii ki kusursuz kova çok gururlanıyormuş görevini eksiksiz yaptığı için. Fakat çatlak kova, emeğinin boşa gittiğini düşünerek sahibinden özür dilermiş. “Beni bağışla efendim. Kendimden çok utanıyorum emeğini boşa çıkardığım için. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar sızıp akıyor, emeğin heba oluyor.” demiş.
Adam kovaya: “Özür dilemene gerek yok, görmüyor musun yolun senin tarafındaki kısmı çimlerle, rengarenk çiçeklerle dolu. Oysa sağlam kovanın tarafında tek ot bile yok. Kusur da bir değerbilirliktir, bilene.
Hikâyeyi bir yana bırakalım -kokusu sonra çıkacaktır- asıl konuya girelim. Hem de sağlam bir soruyla:
“Bir Kral Oidipus için değil, İlahi Komedi, Hamlet, Faust gibi anıt eserler için de sorulabilir bu soru: Nereden geliyor bunların eskimezliği?” Gerçekten nereden geliyor bunların eskimezliği? Bunlara bizden de ekleyebileceğimiz neler olabilir? Dede Korkut Öyküleri, Leyla vü Mecnun, Yunus şiirleri… Ah gözü kör olsun üstünden uzun zaman geçmeyince iki yüz üç yüz yıllık eserlerden ekleyemiyorum, eklesem de zaman canavarı doğrularımı yutup yok edebiliyor. Şimdi bu eserler aynı sanatçıya mı aittir, aynı türlerde mi yazılmıştır, aynı çağın ürünleri midir gibi sorular uzadıkça uzar. Biraz deşeleyelim kuyuyu.
Eskimezliğin nedeni bu eserlerin konusu olabilir mi? Bir merhaba diyelim içeriğine de öyle olmadığını görelim: Kral Oidipus; çözümü olmayan sorunları yaşayan, ne yaparsa yapsın kaderinin elinden bir türlü kurtulamayan trajedi kahramanının hikâyesidir; konusunu biraz açarsam hoş olmayan şeylerle karşılaşırız, meraklı okur bulup okur. İlahi Komedi, Cehennem, Araf ve Cennet’e yapılan yolculuktur. 1300 yılının 7 Nisan gecesi başlayan bir haftalık gezinin hikâyesidir. Sevgilisi Beatrice'e ulaşmayı düşünen Dante, ilahi ışığın kaynağına ulaşır. Hamlet, Danimarka kralının ölümü ve oğlunun babasının intikamını alması üstüne kuruludur. Faust, şeytanla iddiaya giren bir adamın öyküsüdür. Birer cümleye sığdırıyorsam nedenlerim çok, bilirsiniz.
Şiir üstüne yazdığımız bu yazıların 10’uncusu elbette sadece şiir üstüne değildir ama şiire bağlanacak yanları çoktur. Yukarıda adı geçen ürünler aynı türde de yazılmamıştır, yazarları ve çağları da farklıdır. Öyleyse nedir bunlardaki eskimezlik gerçekten?
Aslında eskimezliği sağlayan şeye, en güzel cevap başka bir yazardan gelir: “Yahya Kemal, neden yıllarca küçültüldüğü halde hâlâ sapasağlam ayakta durabiliyor. Biz ozanları gerçek değerlerine göre ele almamışız; yalnızca işledikleri konulara bakarak ölçmeye alışmışız. Oysa, ele alınan ve işlenen konular, bir sanatçıyı değerlendirmede tek ölçüt olamaz. Çünkü konu sanatçılar için ortak bir malzemedir. Aynı konuyu iki ayrı sanatçı işleyebilir. Ama bunlardan biri kalıcı olurken öteki unutulup gidebilir.” Kalanlara selam olsun, diyen Yunus sen ne büyüksün.
Homeros, İlyada’yla –o ünlü epik şiiriyle- yalnız bir savaşı dile getirmez, bir savaşın bir ulusa neler kazandırıp kaybettirebileceğini, komutanların savaştaki ruh halini de dile getirir hem de akıl almaz bir üslupla. Pir Sultan bir başkaldırıyı, bir öfkeyi dillendirir. Mevlana kirden arınmayı, Yunus sevgiyi, Nedim neşeyi… Düşünün her şair “aşk”ın köprüsünden salına salına geçmiş ama Leyla vü Mecnun’daki kalıcılığı yakalayamamıştır. Her şair yerginin zehrine kalemini bulaştırmış ama Nefi’nin okları kadar hedefine ulaştıramamıştır.
Bir zamanlar fırtınalar estiren Garipçiler ve II. Yeni şairleri hem övgüyü hem yergiyi hak etmişlerdir. Hatta bir eleştirmen her iki grup için şu eleştiriyi yapar: “Şiirimizde Birinci Yeni akımı da İkinci Yeni akımı da kalıcı olamazdı. Nitekim olamadı da. Bir kere Birinci Yeni bize uzaktı. İkinci Yeni ise bir modaydı; konup göçtü. Göçmek zorundaydı, çünkü bizimle hiçbir bağı yoktu. Edebiyatımızın bir uzantısı, aşaması değildi. Fransız şiirine özenip Fransız şairlerini taklit ederek köksüz bir şiir çıkardılar ortaya. Her iki akımın günümüzde ayakta kalan temsilcileri ise şiirlerini değiştirip başka şiire yöneldikleri için unutulmadılar.” Söylediklerine katılıp katılmamak şiirseverlerin bileceği bir şey. Ne dersek diyelim, günlük hayattan beslenmeyen, dil değeri taşımayan eserler ne kalıcı olur ne de etkili. Dönüp dolaşıp söyleyeceğimiz, yazarı kalıcı kılan, dili kullanma becerisidir.
Laozi’nin “Çatlak Kova”sını şiire dökün, o tadı alacak mısınız? Eğer o bir şiir olsaydı, hikâyeye dökseydik ne kalırdı? Bazı olaylar bazı türlere uygun düşer ya da öyle olduğu sanılır.
Biz,
“Sefâ-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim
Vefâ-yı aşkı kim anlar kiminle söyleşelim” (la-edri) dizelerinin kime ait olduğunu bilseydik daha keyifli olmaz mıydı? Hepi topu iki dize ama akıp gitmiş, nice gönülde dalgalanmayı da sürdürecektir.
“Kara dutum, çatal karam ,çingenem 
Nar tanem , nur tanem , bir tanem” (Bedri Rahmi) dizelerini kara dutları olanlar kaç kez yineledi Allah bilir.
Sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın 
Sesini duyan olur, sana göz koyan olur 
Düşmanımdır seni kim bulursa cana yakın 
Anan bile okşasa, benim bağrım kan olur” (F. Nafiz) dizeleri kıskanç olanların has dizeleri olmuştur.
“Gül tenli, kor dudaklı, kömür gözlü sürmeli, 
Şeytan diyor ki, sarmalı yüz kere öpmeli.” (Y.Kemal) Bu güzel dizelere başka bir açıdan daha bakıp aynı sonuca bağlamakta yarar var: “Çok sayıda şiir yazanları, yayımlayanları, şiir kitaplarını art arda sıralayanları kınayanlar vardır. Ben, az ya da çok yazmayı bir değerlendirme ölçüsü, bir övgü nedeni saymam. Önemli olan, iyi şiir yazmaktır. Yazıldığı ya da okunduğu günün akşamı unutulup giden şiirler değil, zamana dayanan, eskimeyen, kuşaktan kuşağa aynı ağırlıkla aktarılan şiirler…”
Memleketimin çatlak kovalara, akıp giden dizelere ihtiyacı var. Kim bilir o çatlak kova bizizdir.
Eskimeyen şiirlerinizden öperim.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...