Aklımızın iç kalesi; acılarımız!

H.Gürer kullanıcısının resmi
Kayısı, dut ve ceviz yapraklarının dallarında büyüdüm, sert Alizelerin keman çalışıyla. Uzak rüzgârlar yıldız taşırdı bahçemize. Kuşlarım vardı; miski, renkli, paçalı, kunkulları olan. Dünyası onlar olan, onların gözüyle dünyaya bakan bir çocuktum...

Sapanımla yıldız çekerdim yeryüzüne! Ay dede gülümserdi haşarı çocukluğuma. Gökyüzüne dik ve usanmadan bakmam bundan. Çocukluğumuz defne sabunu kokardı. Annemiz hayatımızın söküğünü dikerdi. ‘Zengindik’! Ancak kışlarımızı ısıtmazdı güneş. Ve biz ısınmak için sarılırdık birbirimize. Anlardık, kışın sevmişiz birbirimizi...
 
Bir kış geldi evimize, hiç gitmedi. Ağustos’tu ve çocukluğumun evi soğuk bir geceydi artık. Kayısı, dut, ceviz, bahçemizde ne varsa, onların gölgesinde ve binlerce insanla uğurladık kardeşimizi. İki omuzunda melekler ağladı. O günden sonra, bedenimizi annemizin gözyaşlarıyla yıkadık... Ayazda çatlayan acımız, öylece kaldı bahçemizde... Bir sancı olmuştu artık büyümek...
 
Pencerenin ardında, yüzünde kır çiçeği tedirginliğiyle bekleyen anneme rağmen, çocuk ellerimle kazımıştım bahçemizin toprağını. Sızlayan tırnaklarımın acısıyla, okumuştum ondan geriye kalan yaralı/yasaklı kitapları. Ve ünlem işaretini hayatın önüne öyle ekledim.
 
On yedimde yargılandım on sekiz yıl ile. Kendimden ağır gölgem olduğunu o zaman hissettim. On yedimde yazdım bu dizeleri, aklımın en ak sayfalarına. O zaman hapistim. 19 Aralıktı ve kar aç bedenlerimize kefen biçiyordu hücrelerde. Yalnızdım. Taş bir beton hücrede, bir başına. Azrail’i yalnızlığıma dost bilecek kadar yalnız... Parmaklıkların arasından gün görmüş bir rüzgâr, kanatlarında kavga şiirleri taşıyordu duvarlara çarpa-çarpa... Ve ben, hücrelerde, nar ağacı göremeden öleceğim diye üzülürdüm. Sonra, yolunu yitirerek bulan su gibi yaşadım hayatı...
 
Mum alevi ile büyüyen gecelerde, okurduk yasaklı kitapları. Harfleri toplardı sessizliğimiz. Yasaklı düşüncelerimiz, saklı öznelerle cümleye dönüşürdü. Kelimelere yürümesini öğretirdik ve günler yürümeye başlardı. Dumansız ateşler yakardık, doğmayan ve batmayan güneşlerle öpüşürdü geniş alınlarımız.
 
Zindanda, kirli yataklarda kendi uykusunda vurulurdu rüyalarımız. Kan kaybederek can verirdi düşlerimiz. Biz yürürdük geceyi, delik deşik kurşun sağanağında. Şehirlerin kirpiklerine katran sisi çökerdi. Ve anlardık, yürümediğimiz tüm yollar içimizdeki saklı kentlerin sokakları olduğunu...
 
 
Senin geçmişinim ben, mavilikleri zincire vurulmuş insanlık. Uykularımı öpme, tutuşur dudakların. Ömrüm, kaç mezara tanık olduğunu bilmez. Kırık ayaklı atların güz bakışıyım şimdi. Vursan da yeniden canlanırım. Durma artık öyle sessiz, bak cemre düştü taşın yüreğine bile. Ayağa kalk, başını kaldır, alnını yıldızlar öpsün. 
http://hakangurer.blogspot.ch/2015/03/aklmzn-ic-kalesi-aclarmz.html

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...