Mudurnulu Fatma Nine’nin Günlüğü ile başlıyor kitap. Fatma Nine içindekileri günlüğüne döküyor hep. Onunla dertleşiyor Mudurnu şivesiyle. “Biliyon mu sevgili günlüğüm, senden başka içimi dökecek kimsem yok. Bu devirde ne çoluk çocukdan fayda va, ne gomşulardan. Herkes kendi derdine düşmüş. Ağlasan gözyaşını gören olmuyo, ünlesen sesini duyan. Antensiz televizyon gibi olduk. Gomşulara sesleniyom, duymuyola. Çünkü pencerele çift cam, gapıla çelik. Sesim, gerisin geri bana dönüyo.” Diyor.
Eskiyi özlüyor hep. “Neyimiz varsa, bozulmuş hepden” diyerek acısını dışarıya kusuyor. Postacıyı görünce içi burkuluyor, kederleniyor. Günlüğüne şöyle diyor:
“Postacı geçiyodu az önce gapının önünden. Evlere götürdüğü de gredi gartı ekistiresinden başka bi şey değil. Yıllardır ne mekdup, ne gart bırakmıyo postacı gapılarımıza. Yılbaşında, bayramlarda kimseden gart almayalı, kimseye gart yollamayalı uzun zaman oldu. Eşin, dostun, akrabaların adreslerini bilmiyoz bu yüzden. Gart yazmak yerine, mesac çekiyoz, golayından. Su üsdüne yazı yazar gibi. Mesac dediğin sanki bi ürya, sanki bi hayal. Elle dutamıyon, yazan kişinin ellerinin ıccaklığını hissedemiyon. Mesacı dolava goyup saklayamıyon. Bu cep telefonlarının rehberi yüzünden, kimsenin telefon numarasını bilmiyoz ezbere. Bütün ezberlerimiz bozuldu. Telefonumuz gaybolunca da feleğimiz şaşıyo. Biz kimseye haber edemiyoz, kimse de bizden haber alamıyo. Öldük mü, galdık mı; bilen yok. Telefonun yoksa ne arayanın va, ne soranın. Ihhh!”
Kısacası ben sevdim Mudurnulu Fatma Nine’nin günlüğünü ve de ona can ve ruh üfleyen Kâmuran Esen’i.