ESKİ CEKET

Ali Vafi kullanıcısının resmi
Bundan birkaç gün önce bir arkadaşımla Şairler Derneğine gittik. Şairlerden biri beni görünce çok ciddi bir şekilde: -Ali Bey bu ceketin başka düğmesi var mı? Diye sordu. -Bu kişi renkli ceket isimli öykümü okumuş biridir ayrıca.-

Başka bir şair lafa karıştı:
-Bu ceket o lanetli ceket midir?
Bir başkası:
-Hayır, bence bu beyaz cekettir.
Arkadaşlarım böyle söyleyince ceketime baktım. Ceketimin hiçbir kusuru yoktu. Sadece biraz eskiydi ve rengi kaçıktı.
Arkadaşlarımın gözlerine bakarak:
-Evet. Dedim.
Şairler toplantısından sonra, binadan dışarı çıktık. Bir sigara çıkarttım. Arkadaşım onu benden aldı, kendisi yaktı.
Sinirli bir şekilde:
-Sen başka bir sigara yak. Dedi.
Bu arkadaşım her zaman sigaramdan iki kere çekip geri verirdi. Bugün geri vermedi. Anladım ki, arkadaşım bugün bir şeylere kızmıştı. Ben de bir tane yeni sigara çıkardım. Onu yaktım.
-Neden bu kadar sinirlisin? Dedim.
-Nereye gitsem senin ceketlerin konuşuluyor. Senin ceket öykülerinden bıktım. Bıktırdın beni. Bu öyküleri bırak artık.
-Niye bırakayım. Sıdıka Yakşi bu öyküleri bana çeviriyor, Necmettin Yalçınkaya da Edebiyat Bahçesinde paylaşıyor. Bu kötü bir iş değil ki. Öykülerimi okuyup yorum yapıyorlar. Ben hikâyelerimi böyle yazıyorum ve hepsi de beğeniliyor.
-Bu hikâyeler yüzünden insanlar seni küçümsüyor.
-Böyle kötü konuşma. Hatta Face’mde birisi bana bir ceketle pantolon göndermek istedi. Başka birisi de, ‘Sana para yollayayım, kendine bir takım elbise al.’ dedi. Yine bir başkası ‘Sen çok sıkıntı içindesin sanırım.’ Dedi.
Yine bir diğeri, ‘İran'a gel, sana bir takım elbise diktireyim’ Hatta eşim de, ‘Kocaman bir valiz kıyafet göndereceğim, senin için topladım’ dedi. Ya da ‘Türkiye'ye gelirken yanımda getiririm.’ Ben bu sözleri duyunca öykülerimi okuduklarını beğendiklerini, etkilendiklerini düşünüyorum.
-Kendin bilirsin.
-Ben eski bir takım elbisemle yaşıyordum. Bir arkadaşım: ‘Birkaç tane takım elbisen olsun. Değişik değişik giyinirsin. Her gün aynı takımı giymezsin. Sürekli fotoğraf çektiriyorsun. Fotoğraf çektirdiğin yerler değişiyor, insanlar değişiyor ama senin elbisen hep aynı. Hiç değişmiyor.’ Dedi.
-Arkadaşlar doğru söylüyorlar.
-Sen benim arkadaşımsan, o zaman bu sıkıntımı hallet. Bana yeni bir takım elbise alalım beraberce. Bana yardım et. Benim fazla param yok biliyorsun işte. Sıkıntıdayım.
Bana para İran'dan geliyor. Ancak kirama ve yemek parama yetiyor. Geçen kış hava altı ay çok sert geçti. Kendin gördün, doğalgaz, elektrik parası çok ağır oldu. Hatta bunları karşılamak için, sürekli borç almak zorunda kaldım. Sen de gördün.
-Yeni bir takım elbise almalısın elbette. Yeni bir elbiseye paran yetmez ama Havar arabasıyla ikinci el eşya satar. Gel seninle onun arabasının durduğu yere gidelim.
-Ama bu işten kimseye bahsetme. İkinci el takım elbise giydiğimi kimse bilmesin.
-Tamam kimseye anlatmam. Hadi yürü.
Arkadaşımla Havar'ın arabasının bulunduğu yere vardık.
-Merhaba Havar.
-Merhaba.
-Ali Abi benim arkadaşımdır.
Havar bana soğuk bir bakış atıp, kafasını çevirdi.
-Bize ikinci el bir takım elbise gerekli. Ali Abinin bedenine bak. Kaç beden olursa, ona göre bir elbise ver bize.
Havar beni aşağıdan yukarıya doğru bir süzdü.
-Elimde iyi bir elbise var şu an, diyerek çivide asılı elbiselerden birini alarak bizim yanımıza getirdi. Cekete baktım. İyi görünüyordu. Arkadaşım baktı. O da "İyiymiş’’ dedi.
-Ama biraz küçük sanırım.
-O zaman yarım akşam bir uğrayın, yeni mallar gelecek.
Havar'ın yanından ayrıldık. Kahvehaneye gidip, biraz tavla oynamak istiyorduk ama…
-Önce gidelim polise imza verelim. Dedi arkadaşım. (Mülteciler haftanın iki günü polise imza vermek zorundadırlar.) Birlikte polise gittik. Makineye parmağımızla imza veriyorduk ama o gün parmak makinesi yoktu.
-Parmak makinesi nerede? Diye sordu arkadaşım.
-Yabancıların işlerini gören diğer idari merkezde şu an makine. Ara sıra onlar da makineyi alıyorlar. Şimdi bir ay burada imza vermek yok size. Dedi polis memuru.
Bu duruma çok sevindik.  İçimiz rahat bir şekilde kahvehaneye geldik.
-Bir ay rahat yaşayacağız. Kimse karışmayacak bize. Ohhh! Ne rahat!
-İstersek şehir dışına çıkabiliriz bu arada.
-Hangi parayla gezmeye gideceğiz?
-Mutlu olasın diye söyledim.
Bu arada bir arkadaşımız arkadan seslendi. Yanımıza geldi.
 -Selamünaleyküm. Dedi.
-Aleykümselam.
-Dün Ahmet'i dövmüşler. Duydunuz mu?
-Neden dövmüşler. Sebebi neymiş?
-Bilmiyorum neden dövdüklerini. Bir arkadaş lazım ona. Onun anlattıklarını polise çevirecek.
-Biz yardım ederiz. Nerededir kendisi?
-Hastanede şu an.
_Hangi hastanede?
-Bilmiyorum ama polis biliyordur nerede olduğunu.
-Bugün tavla oynamayalım. Gidelim, polisten Ahmet'in hangi hastanede yattığını öğrenelim en iyisi.
-Tamam. Ben de geleyim mi?
Gerek yok. Bir kişi gitmemiz yeterli olur.
-O zaman ben de evime gideyim yazılarımı yazayım. Diyerek arkadaşlardan ayrıldım. Tam iki adım atmıştım ki, biri arkamdan seslendi:
-Ali Abi merhaba.
-Merhaba. Nasılsınız?
-İranlı bir ailenin bir sıkıntısı, üzüntüsü var.
--Şu an yardım sandığımızda paramız yoktur. 1.500 lira da borçluyuz. Hiç kimse de bize yardım etmiyor.
-Para sıkıntımız yok.
-Sizin probleminiz nedir?
-Düğün problemimiz var.
-Benim tanıdığım arkadaşlar var. Size bedava bir düğün salonu tutabiliriz.
-Hayır. Salona ihtiyacımız yok.
-Nedir derdiniz o zaman?
Arkadaşım biraz sıkılarak konuşmaya başladı.
-Burada kızıyla yaşayan İranlı bir kadın var. Kadının kızı lezbiyendir.
-Lezbiyen nedir?
-Sen bu kadar öykü yazıyorsun. Ünlü bir şairsin. Lezbiyen nedir bilmiyor musun?
-Duymadım. Hiç bilmiyorum. Siyasi bir şey midir?
-Hayır siyasi bir şey değil. İnsanın kendisiyle ilgili bir sorundur lezbiyenlik.
-Nasıl bir şey anlamadım ben. Anlat biraz.
-Lezbiyen kadın kadına beraber olmaktır.
-Aaaa! Bu haber Birleşmiş Milletler için altın değerinde bir haber olur.
-Avukatı kıza diyormuş ki, ‘Sen bana 4.000 lira ver. Senin lezbiyen olduğunu Birleşmiş Milletlere söyleyelim. O zaman her işiniz hallolur.’ Bu kızın da İran'da sevgilisi varmış. Gelip onu istesinler, alıp İran'a götürsünler istiyormuş. Şimdi bu kızın sevgilisi buraya gelmek ve kızı alıp İran'a götürmek istiyor.
-İyi olur. Boş gezmekten kurtulmuş olur.
-Ama bu kız İran'a gitmek istemiyor. Sevgilisi de gelsin, birlikte kalsın istiyor.
-Madem o avukat 4.000 lira istiyor. Gidin onunla konuşun.
-Avukat bu işi halletmek için, ikinci bir 4.000 lira daha istiyor.
Bunları duyunca, o an aklıma Ankara'daki bir İranlı iki çocuğuna da lezbiyen testi vermişti. Bu şekilde çocuklarını üçüncü bir memlekete yollamıştı. Ancak Lezbiyen sıfatı almak dinden çıkmak anlamına gelmektedir. Maalesef birçok İranlı bu yola başvurarak, insanlığını unutarak Türkiye'ye bu şekilde giriş yapıyorlar. Helali haramı hiçe sayıyorlar.
Arkadaşımın sesiyle kendime geldim.
-Sen bu konuda bize yardımcı olabilir misin? Diye sordu arkadaşım.
Benimde kafam karışmıştı. Ne cevap vereceğimi bilemedim. Bir süre düşündükten sonra:
-Bilmiyorum bu konuda ne yapılabilir. Bir avukatla konuşmak lazım. Diyerek arkadaşımdan ayrıldım.  Evime doğru yürümeye başladım.
O gece bilgisayardan kamera yardımıyla arkadaşımla yüz yüze konuştum. Hastanedeki arkadaşımın durumunu sordum.
-Gittim hastaneye. Ahmet şikâyetlerini bir kâğıda yazıp imzaladı. Götürdüm, polise verdim.
Ben de lezbiyen kızın hikâyesini ona anlattım. Yapabileceğimiz bir şey var mı bu konuda diye sordum?
-Benim tanıdığım bir avukat var. Onunla konuşurum.
-Ben birisiyle konuştum ama yardımcı olmadı.
Bu konuşmadan sonra, bilgisayarımdaki e-maillerime baktım. Yine birçok kişi, ceket öykülerimle ilgili yorumlar yazmışlardı. Bir arkadaşım da:
"Sen bu ceket hikâyelerinle büyük bir yazar olduğunu gösterdin. Sen ölünce, senin profil resmini, 40 gün boyunca kendi sayfamda paylaşacağım."  Diye bir e-mail yazmıştı. Arkadaşımın e-mailini okuyunca beni bir gülme tuttu.
O akşam internet çok yavaştı. Bilgisayarımı erkenden kapatıp yatmak zorunda kaldım.
Ertesi gün arkadaşım beni aradı.
-Hemen Bayat Pazarı’na gel.-ikinci el eşya satılan yer- Havar sana yeni bir takım elbise getirtmiş.
Aceleyle dolmuşa binip, Bayat Pazarı’na gittim. Havar bizi bekliyordu. Bizi görünce:
-Kaç tane müşteri geldi. Bu elbiseyi istedi. Satmadım. Sizin için beklettim. Dedi.
Elbiseyi aldım. Giydim baktım. Siyah bir ceketti bu. Gayet güzeldi. Hatta cepleri de dikiliydi. Anladım ki, yeniydi. ‘Neden bu ceket ikinci el eşya satan bir tezgâhta duruyordu? Yoksa çalıntı mal mıydı?’ Diye içimden geçirdim. Sonra sarı renkli bir ceketi denedim. O da iyiydi. Biraz pazarlık ettikten sonra, hem sarı renkli olanı, hem de siyah renkli olanı aldım. Ceketleri kuru temizleme dükkânına bıraktık. Oraya yirmi lira verdim. Sonra arkadaşımla birlikte Şairler Derneğine gittik. Biz her gün mutlaka şairler derneğine uğruyorduk.  Orada emekli şairler de var. Her gün gelip orada şiirler okuyorlar. Biz de hem onların şiirlerini dinliyor hem de muhabbet ediyorduk.
O gün bir köşeye geçip oturduk. Şairlerin biri bana işaret etti:
-Sana bir hediye getirdim.
Dışarı çıktık. Bana büyük bir torba verdi. İçi kıyafet doluydu. Hayret edip baktım. Arkadaşım.
-Hepsi senin bunların, sana getirdim.
Torbayı aldım. Beraberce diğer arkadaşımla birlikte, ikinci el kıyafet satan mağazası olan başka bir arkadaşın yanına vardık. Ben elimdeki poşeti ona gösterdim.
-Bende kıyafetler var. İhtiyacı olan birisi varsa ona verebilirim.
-Bırakın oraya. Ben daha önce, böyle bir torba dolusu kıyafeti bir İranlıya vermiştim. Bana küfür etti. Ben artık kimseye böyle giyilmiş kıyafet vermiyorum.
O ara başka bir İranlı arkadaşımız yanımıza geldi.
-Merhaba ne yapıyorsunuz?
-Merhaba bir poşet kıyafet var elimde. İhtiyacı olan birine vermek istiyorum.
Arkadaşım torbayı açtı. İçinden bir ceketle çizgili bir penye bulup üzerine giydi. Beğendi. Ben de baktım. Üzerinde güzel durmuştu.
-Hayırlı olsun. Yakıştı bunlar sana.
-Sen bunları bana hediye etmek istiyorsan eğer, önce kuru temizleyiciye ver. Ondan sonra ben alayım.
Anladım, arkadaşım kuru temizlemenin pahalı olduğunu biliyordu. Beraber kuru temizleyiciye gittik. Elbiseleri ona verdik. Bu kıyafetler için, kuru temizleyici benden 25 lira istedi. Hem hediye verdim. Hem de kuru temizleyiciye 25 lira ödemek zorunda kaldım. İranlı arkadaşım kuru temizleyicinin fişini sevinerek aldı.
-Bu çok iyi oldu. Dedi
Yeniden Bayat Pazarı’na döndük. O ara gözüm kahverengi bir cekete ilişti.  Ben cekete bakarken, Havar bana seslendi:
-Bu ceketi sana sakladım.
Ceketi aldım. Yakasına baktım. Yakasından ceketin ne kadar giyilmiş olduğu anlaşılırdı. Yakanın yağlarını görünce içim kalktı. Midem bulandı. Havar çok ısrar edince, 15 lira verdim o ceketi de aldım. O ceketi de kuru temizlemeciye götürdüm. On lira da o ceket için ödedim.
Ertesi gün Şairler Derneğine geldim. Usta şair İbrahim Sağır biraz sohbet ettikten sonra, bana bir takım elbiseyle, kapüşonlu bir hırka verdi. Mecbur oldum, aldım. Onu da kuru temizlemeciye götürdüm.
Dayak yiyen arkadaşımızla, lezbiyen kızın problemine hala bir çözüm bulamamıştık. Birisi adliyeden cevap bekliyordu.  Diğeri de benim bir avukatla görüşüp onlara haber götürmemi bekliyordu.
Bir haftadır, her gün kuru temizlemeciye gidiyorum. Oradan da terziye gidip kıyafetleri ayarlattırıyorum.  Her birisi için terzi benden dört lira aldı. Bu arada İbrahim isimli bir İranlı -benim ceket hikâyelerimi okumuş,- iki tane ceket daha getirdi bana. Israrla almamı istedi. Almak zorunda kaldım. Bu ceketleri de önce kuru temizleyiciye, daha sonra ayarlatmak için terziye verdim. Bunlarla ilgilenebilmek için, bir de her gün dolmuş parası veriyorum. Bu paraların hepsini de borç aldım. Evimin her tarafı takım elbiselerle dolup taştı. Duvardaki çiviye, kapı koluna ve pencere koluna astım onları. Kanepenin ve sandalyenin üzerine de birkaçını attım. Eski ceketim mazlum bir şekilde bir köşede büzülüp kaldı bu arada. Bu ceketi üç yıl önce üzerime göre diktirmiştim. Ne zaman önemli bir toplantıya gidecek olsam üzerime bu ceketimi giyiyordum.  Şimdi ceketim bir kenarda büzüşüp kalmıştı.
Bayat Pazarı’nda beni kim görse, ‘’Kaç takım aldın?’’ diye soruyordu. Bana pantolon ve ceket sorduklarında artık sinirim bozulmaya başlamıştı.  Bir gün birisi de Havar'dan aldığım pantolonla ceketi sordu. Oysa ben kimsenin bilmesini istemiyordum. Başka arkadaşlar da sürekli" Sana ikinci el bir takım elbise getirteceğim." demeye başladılar. Ben artık hiç kimseye cevap vermiyordum.
Havar da beni ne zaman görse, "Ali Abi gel sana yeni bir takım getirdim." deyip, benden on lira, yirmi lira alıyordu. Ben de mecburen onları kuru temizlemeye veriyor, oradan da terziye ayarlatmaya gidiyordum.  Bu elbiselerle uğraşmak için, sürekli dolmuşla gidip gelmem gerekiyordu. Bütün İranlı arkadaşlarım benim ikinci el elbise aldığımı öğrenmişlerdi. Hepsi bana bu konuda bir şeyler söyler oldular.
-Bu takım elbiseyi Havar'dan mı aldın?
-Bu takım elbiseyi kaç liraya aldın?
-Bu takım elbiseyi kim sana hediye etti?
-Kravatının markası nedir?
-Bu takım elbise sana çok yakışmış.
-Bu takım elbise sana hiç yakışmamış.
-Bu kravat da ikinci el mi?
Bir taraftan da Türkiyeli arkadaşlarım bana sürekli elbise getirmeye getiriyorlardı. Ama hepsi kalın ve kışlıktı. Bu aralar kış bitmek üzereydi. Bahar geliyordu. Ben hiçbirine itiraz etmiyordum. Her gün bir tanesini giyiyordum Ama bu elbiselerin hiçbiri içime sinmiyordu. Artık herkes elbiselerimin ikinci el olduğunu biliyordu. Bu durum beni üzüyordu. Her birine bir sürü para vermiştim; hepsini giymeliydim.
Bir akşam Türkiyeli bir arkadaş beni mağazasına çağırdı.
 -Sana bir emanetim var. Dedi. Bana bir valiz dolusu kıyafet verdi.
Ben çok kızdım. Sinirlendim.
-Yeter artık istemiyorum başka kıyafet mıyafet! Diyerek mağazadan çıktım. Arkadaşım arkamdan seslendi:
-Ali Abi bu elbiselerin hepsi yenidir.
-Lanet olsun! Artık kıyafet istemiyorum! Olmaz olsun!
Akşam eve gidince takım elbiselerimi saydım.  Tam 17 takımdı. Kendi kendime parmaklarımla hesap yaptım. 700 lira arkadaşımdan borç almıştım.  200 lira İbrahim Sağır'dan almıştım.  120 lira sigara parası borcum vardı. Et alacaktım, alamadım. Meyve alacaktım, alamadım. 80 lira da buzdolabının tamirine gitti. Çünkü her gün bu pantolonları ütülemeye çalışırken sigorta attı. Buzdolabın motoru yandı. Bu yüzden artık bu kıyafetlerin hiçbirini görmek istemiyordum. Bunların hepsini aldığımda hepsi bedenime uygundu.  Şimdi giyip baktığımda üzerime yakışmadıklarını görüyorum. İçime sinmiyordu. Üzerimde emanet gibi duruyorlar.  Üstelik hepsi de kışlıktı. Oysa artık mevsim yazdı.
Şapkamı önüme koyup onunla konuştum. Dedim, bunların iki tanesini alayım. Diğerlerini götürüp Havar'a verip biraz para alayım.  Yeniden kıyafetleri giyip üzerimde baktım. Büyük bir paket yaptım.  Evde eşimin İran'dan gönderdiği üzerinde Golbaft markalı battaniyenin poşeti duruyordu. Onun içine vereceğim kıyafetleri doldurdum. Bir taksi tuttum. Havar'a götürdüm.  Arkadaşım da oradaydı. Sordum:
-O dava ne oldu?
-Bugün avukat bana bilgi verecek.
-Avukata o kadının işini de sordun mu?
-Sordum. ‘Bu iş olmaz. Yapamam’ dedi. Sen iyisi bu konuda bir öykü yaz. Belki o şekilde halledilebilir.
Elimdeki poşeti Havar'a bıraktım. Arkadaşım Havar'la pazarlık etmeye başladı.  Havar kıyafetleri istemediğini söyledi.
-Bu kıyafetlere bir sürü kuru temizleme ücreti ödedik.  Terziye para verdik. Yarısının ücretini bari öde bize.
-Sattığımız malı geri alamayız.
Çok sinirlenmiştim.  Arkadaşımın Havar'ın karşısında ezilmesine çok üzülmüştüm.  Kıyafet dolu poşeti aldım. Çöpe attım.  Giderken arkadaşım telefonda konuşuyordu.  Onu bekledim. Konuşması bitince, dayak yiyen arkadaşımızın, onu dövenlerden tazminat aldığını öğrendim. Onu dövenler, ceza olarak arkadaşımıza para ödemişlerdi.
-Şükürler olsun. Hiç olmazsa bir İranlı gurbet ellerde parasını alabildi.
Sonra arkadaşımın kolundan tuttum.
-Gidelim. Dedim. Henüz birkaç adım atmıştık ki, İranlı dostumuzun bahsettiği kadın ve kızıyla karşılaştık.  Anladım ki, damat da gelmiş. Onu da gördüm.
-Benim sıkıntım için bir şeyler yapabildin mi? Diye sordu bana.
Bu kızın İran'da sevdiği vardı. Bu kız lezbiyen değildi. Ama bu şekilde Birleşmiş Milletlerden geçip üçüncü bir ülkeye gitmek istiyordu. Hepsi gözlerini benim ağzıma dikmiş benden cevap bekliyorlardı.
 Ben bu konuda günlerce düşünmüştüm.
-Birleşmiş Milletlere söyleyin. Ben lezbiyenim fakat bir çocuğum olsun istiyorum. O yüzden evlenmek istiyorum.
Onların hepsi bana hayretle baktılar. Benim önerimi beğenmediler gibi geldi bana.
Arkadaşım
-Bence önerin güzeldi. Dedi.
Onlar belki olabilir dediler. Sonra arkadaşıma ucuz eşya alabilecekleri bir yer sordular.
Onlardan ayrılınca, arkadaşımla tavla oynamak için kahvehaneye gitmeye karar verdik.  Yolda arkadaşım:
-Kaç tane avukat tanıyoruz. Hiçbiri bu duruma bir çözüm bulamadı.  Sen bu fikri neren buldun? Dedi.
Gülümseyerek,
-Eğer yazarların eline dünyayı verseler, yazarlar iyi kanunlar yazarlar...
Bu şekilde konuşarak kahvehaneye girdik.
 Masalardan tavla oynayanların sesleri geliyordu.  Boş yer kalmamıştı.  Mecbur olduk yeniden Bayat Pazarı’na geldik. Kuru temizleme müdürü beni görünce seslendi:
-Ali Abi dört elbisen var bende. Gel, onları al.
Ben çok sinirlendim. Bir arkadaşıma baktım, bir müdüre.
-İstemiyorum. At onları çöpe.
Hızlı hızlı yürüyüp oradan ayrıldım Gözümün önünde Havar'ın arabasını gördüm. Bir müşterisine elbise satıyordu.  Elbiseyi tanımıştım. Usta İbrahim Sağır'ın bana verdiği elbiseydi bu.  Ben bu elbiseye 15 lira yıkama, on lira terzi parası vermiştim. O ara birden sert bir rüzgar esti. Havar'ın arabasından paketler yere düştü.  Birisi benim ayağımın altına dayandı. Baktım, yazısı poşetin üzerinde Golbaft yazıyor..
O akşam bir şair arkadaşımın oğlunun düğünü varmış. Beni de davet etmişti. Kendi kendime 'Düğüne giyecek elbisem yok benim' dedim.
 Sadece o eski elbisem vardı.   Düğüne gitsem mi, gitmesem mi bir türlü karar veremedim o akşam. Sonra eski elbiselerimi giydim. Elbiselerim içime sindi. Üzerimde emanet gibi durmadı. Bunlar benim elbiselerimdi.
Aynada kendime baktım. Kendimi bu elbiselerin içinde çok fit gördüm. Sokakta yürürken kendimi Isfahan şehrinde Geharbağ Sokağı’nda ailemle beraber yürüyormuşum gibi hissettim. Çok duygulandım çok…

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04
11/27/2023 - 08:07

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...