GİZEMLİ GÜNEYDOĞU!

Sibel Karakız kullanıcısının resmi
Devlet memuru olmanın bir kaderi de şehir şehir gezmek zorunluğuydu! Hele hele yer değiştirmeye tabiyseniz, bir sene bir şehirde, ertesi sene başka bir şehirde...

Her gittiğiniz yerde iki veya üç yıl, bazen bir, bazen de beş yıl kalabiliyorsunuz. Bölgeye göre değişiyordu kalacakları bu süreler.
O sene Naci ve Ayşegül’ün tayinleri Güneydoğu’ya çıktı. Daha önce hep büyük şehirlerde çalışmışlardı. Özgürlük ve modern hayattan uzak, dışa kapalı küçük bir şehre nasıl ayak uyduracak, nasıl yaşayacaklardı bilemiyorlardı.  Bambaşka, gizemli bir dünyaydı Güneydoğu onlar için.
Çarşıya alışverişe çıkması gerekiyordu Ayşegül’ün.   Çevresinde kadınların geleneksel, yerlere kadar sürünen entariler giydiğini gördüğü için, yaşam tarzını onlara göre değiştirmiş; uzun kollu bluz, yerlere kadar sürünen etek alacaktı.  Yaşadığı yere ayak uydurmaktı gayesi. Buna rağmen şehir halkı, dışarıdan gelenleri hemen fark ediyor, kuşkuyla karışık yüzlerine uzun uzun bakıyorlardı. Bu bakışlardan Ayşegül rahatsız oldu.  Onlarla göz göze gelmemek için, başını öne eğerek yürüdü çarşıya kadar.  
Hatta aynı sıkıntıyı işe başladığı gün bile yaşamıştı Ayşegül.  Çalıştığı iş arkadaşları çok farklıydı. Birçoğu kendi aralarında Kürtçe konuşuyorlardı.  O ise konuşulanların tek kelimesini anlamadığı için sessiz sedasız onları izliyordu.  Çalışma arkadaşlarıyla tanışmıştı ama onlarla sohbet edecek vakit bulamamıştı. Öğlen yemeğini nerede yerler, ne yaparlar…  Herhangi bir bilgisi yoktu. Öğlen tatil saati gelince herkes bir yerlere dağıldı. Ayşegül çalıştığı dairenin bahçesinde tek başına kaldı.  ‘Lokantalardan birine gidip karnımı doyurayım’ diye düşündü. Önce tereddüt etti. ‘Böylesine, geleneksel ve kapalı bir şehirde Lokantaya gitmek doğru olur mu?’ diye geçirdi aklından. Karnı açtı ve yemek yemesi gerekiyordu. Ne de olsa şehir memur kaynıyordu, birçoğu da kadındı. Onların da lokantalarda karnını doyurabileceği ihtimaliyle, gitmekte herhangi bir sakınca görmedi. Gördüğü ilk lokantaya girdi. Etrafına bakmadan geçip boş bir masaya oturdu. Çorba istedi. Başını kaldırıp, etrafına baktığında şok oldu. Kendisinden başka kadın yoktu. İçeriye bir yaratık girmişçesine, herkesin gözü onun üzerindeydi. O zaman anladı ki, kadınlar lokantalara yemeğe gelmiyordu! Çabucak çorbasını bitirdi, hesabı ödeyip oradan kaçarcasına uzaklaştı.  O günden sonra öğlen yemeğini evinden getirmeye başladı.
Aradan birkaç hafta geçince aynı lojmanda oturan, Fatma Hanım’la tanıştı. Ev hanımıydı. Bütün gününü evde geçirir, ev işlerinde arta kalan zamanlarında ise el işleriyle meşgul oluyordu. Zamanla güzel bir dostluk başladı aralarında.  Birbirlerine kahve içmeye gider,  lojmanın bahçesinde yürüyüşler yaparlardı.
Bir cumartesi günü Ayşegül Fatoş’a kahve içmeye gitti. Kahvelerini içtiler, birbirlerinin kahve fallarına bakıp gülüştüler. Fatoş yaptığı el işlerini Ayşegül’e gösterdi.  Makrome ’den, çok güzel çantalar, gazetelikler, çiçek saksısı asmak için saksılık örmüştü. Ayşegül gazeteliği çok beğendi.
“Aaa çok güzel olmuş, ellerine sağlık.  Bana da öğretir misin?”
“Öğretirim tabi. Ama senin işin başından aşkın hayatım, ben sana da yaparım aynısından”
“Olur,  seve seve kabul ederim“
“Ama malzemem kalmadı. Bugün birlikte çarşıya çıkalım mı? Hem biraz etrafı dolaşır, hem de yöreye mahsus hediyelikler alırız.”
“Ben eve gidip hazırlanayım.”
 Hazırlanıp çıktılar. Fatoş:
 “Herkes bize bakıyor, farkında mısın?” diye sordu Ayşegül’e.
 “Farkındayım, Fatoş ’cum. İlk geldiğimde bana da tuhaf gelmişti ama işe gelip gitmekten dolayı alıştım artık.”  Dedi.
“Çok küçük yer burası, dışarıdan gelen insanlar da ilgilerini çekiyor olmalı.”
“Yabancılara merakla bakıyorlar. ‘’
 Evinin önüne oturmuş bebeğini emziren bir kadına rastladılar. Üstelik kadının memesi açıktaydı. Şaşırmıştı Ayşegül. “Buna da ilk defa rastlıyorum. Demek ki, çocuk emziren bir kadının göğüsleri mahremden sayılmıyor. Çok enteresan” dedi. Uzun uzun kadına baktılar. Fatoş kıkır kıkır gülerek, “Ya biz buradakilerin bize bakmasından rahatsızlık duyarken; şimdi de biz bakıyoruz.” deyip gülüşerek uzaklaştılar orada.
Bir sokak arasında, güpegündüz düğüne denk geldiler. Kadınlar, erkekler el ele tutuşmuş, zılgıtlar arasında halay çekiyorlardı. Giyimleri çok farklıydı; kadınların giysileri rengârenkti. 
Hayretten ağızları açık kalmıştı.
Halayı hayran hayran izleyen Ayşegül ve Fatoş’u fark eden genç bir kadın yanlarına yaklaştı. ‘’Hoş geldiniz’’ dedi.
‘’Hoş bulduk’’ dediler.
‘’Kadınların giysileri çok güzel, bayıldık’’ dedi Ayşegül.
“Evet kumaşları da çok güzel, modelleri de çok güzel.’’ Dedi genç kadın. ‘’ Düğünlerimizde,  geleneksel kıyafetlerini giymeye özen gösterirler. Erkeklerin giydiklerine ‘şal şapik’, kadınların giydiklerine ‘fistan’, çocukların ve genç kızların giydiklerine ise ‘bindallı” diyorlar buralarda.’’
 ‘’Pahalı olmalı giydikleri’’ dedi Fatoş.
‘’Evet, hem pahalı hem de değerli. ‘’ dedi genç kadın. ‘’Onları değerli kılan sınır ötesinden, Suriye’den getirilmesi. Kaçakçılar getirir genellikle.’’
 “Bu insanlar fakirler. Nasıl alıyorlar bu kadar pahalı kumaşı?”
“Ailelerimiz düzinelerce elbiseler almıyorlar ki bize. İki veya üç elbise aldılar mı, yıllarca giyeriz biz.’’
Genç kadına teşekkür edip çarşıya doğru yürümeye başladılar.
‘’Yazık kadınlara, üzerlerindeki elbiseleri de yıllarca giyiyorlarmış.’’ Dedi Fatoş.
‘’O kadar fakir de değiller… Park eden şu arabalara baksana bir... Hepsi de son model. Duyduğuma göre çoğu mazot ticareti ve sınır kaçaklığı yapıyormuş. ‘’
Çarşıya vardılar. Kumaş satan bir dükkânın önünde durdular. Vitrindeki kumaşlara baktılar hayranlıkla.  ‘’Birkaç top da biz alalım. Tayinimiz çıkıp gittiğimizde hatıra kalır yanımıza.” Dedi Ayşegül. 
Dükkân dükkân gezdiler. Makrome yapmak için malzemeler, Sim desenli, boncuk ve pul işlemeli kumaşlar ve yine o yöreye mahsus Telkâri gümüş takılar aldılar. 
Eve dönme vakti gelmişti, bir evin önünden geçerlerken içerden mis gibi ekmek kokusu geliyordu.  Çok dolaşmaktan karınları da acıkmıştı hem.   Eve yaklaştılar.  Dış kapı açıktı. Ekmek pişiren kadınları gördüler. Saman ve çamur karışımı bir nevi kuzine gibi yapılmış yerde yanan ateşte ekmek pişiriyorlardı.  Fatoş dayanamadı, başını içeri uzatıp,
“Kolay gelsin. Ekmekler çok güzel görünüyor” Diye seslendi.
Kadınlar, birbirlerine bakıp kıkır kıkır gülmeye başladı. Kürtçe bir şeyler söyledi kadının biri. Bir diğeri eline aldığı iki ekmeği getirip Fatoş’un ve Ayşegül’ün eline tutuşturdu.
Mahcup olmuşlardı. Ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Deseler de anlamazlardı zaten. Ekmeği getiren kadının yanağına bir öpücük kondurarak teşekkür ettiler yalnızca. 
İşleri bitmiş, evin yolunu tutmuşlardı. Yol üzerinde bir evin önünde kalabalık ve o kalabalıktan gelen öfkeli bağrışma sesleri duydular. Meraklı meraklı o yana doğru yöneldi her ikisi de. Fatoş, polis olan eşi Turgut’u gördü kalabalığın arasında. Turgut da onları fark etti ve hızla yanlarına yaklaştı.
“Merhaba Yenge Hanım, Merhaba Fatoş”
“Merhaba”
Fatoş “Neler oluyor burada Turgut?” diye sordu.
“Evli bir adam, henüz on beş yaşında bir kızı kaçırmış, evinde saklıyor”
Ayşegül, “Eee, ne olacak şimdi?” dedi.
“Daha ne olsun… Kızın babası ve kardeşleri silahlarını kuşanmışlar, ‘ya elli milyon lira başlık parası vereceksin ya da kızımıza karşılık kızını bize vereceksin,’ diyorlar.  Şimdi her iki taraf da burada, aralarında pazarlık ediyorlar. Burası güvenli değil, hemen eve gitseniz iyi olacak” dedikten sonra Turgut işinin başına döndü.
Ayşegül ve Fatoş hızlı adımlarla oradan uzaklaştılar. O zavallı iki küçük kıza üzülerek...

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04
11/27/2023 - 08:07

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...