KÖR KUYU

Berivan Yıldız kullanıcısının resmi
Doğup büyüdüğü yerde verimli, vefalı, cömertti toprak... İnsanların derdi kendi toprağında cebelleşmek, özgürce doğmak, büyümek ve yaşamaktı. Fakat onlara sunulan ise top, tank, mermi ve zulüm oluyordu.

Ama o her şeye rağmen "Yaşamak inadına yaşamak" deyip sarılırdı hayata. Aynanın karşısına geçer, siyah beline kadar gelen saçlarını taramaya başlardı. Gülümsemesiyle iri elâ gözleri daha bir güzel parlardı. Çok da yakışırdı buğday rengi tenine kırmızı şalı. Adı gibi şen, cana yakın, yirmili yaşlardaydı Şengül...

Şengül kardeşleriyle beraber politik tartışmaların, kültür, kimlik, dil savunmalarının iç içe geçtiği bir ailede büyümüş ve yaşıyordu. Özgürlük hareketine ablası Şenay da katılmıştı. "Yine güneş ve ona en yakın bir dağ" dedi heyecanla..."Kürt için dağ her şey, onun dışındaki her yer güvensiz ve tehlikelidir. Dağla bağlarını koparma..." Şenay'ın bu sözlerini hatırlayarak ve onu anarak güne başlardı. Babasıyla beraber onurlu ve inançlı gözlerle bakar dururdu başı dumanlı dağlara...

Kısa bir zaman önce çocukluk aşkı Kenan' la nişanlanmıştı.

Son zamanlarda onu ürküten ve hakkında oldukça yoğun duyumlar aldığı sessiz telefonlar onu ve evini de hedef almıştı. Bazen çalan telefona elini uzatır, sonra hızlı bir şekilde geri çekerdi. Evlerinin ansızın basılmasına, her tarafın kırılıp dökülmesine, itilip kakılmalarına bir şekilde alışmıştı ama bu çalan sessiz telefonlar onu her defasında korkutuyordu. Gün geçtikçe vahşileşen güçlerin bir yöntemi de buydu. Kendilerince terörist ilan ettikleri aileleri arayıp, tedirgin etmek, korkutmak ve böylece teslim almak istiyorlardı. Tüm bunlar için de onlara sınırsız, sonsuz bir güç verilmişti. Ailece dağa çıkmış ablası Şenay'dan dolayı her şeyleri ve her anları takipteydi.

Bir cumartesi sabahı Kenan'ın da davet edildiği bir kahvaltı hazırlandı. Annesinin sacda pişirdiği gözlemeler sıcak sıcak sofradaki yerini almıştı. Çayı ve çay demlemeyi çok severdi. Bir de bir iki tane karanfille buluşturdu mu siyah çayı keyfine keyif katardı. Ve o günde karanfilli bir çay demlemişti. Çayın kokusuysa muhteşemdi. Babası, annesi, kardeşleri ve Kenan. Sevdikleriyle beraber uzun bir zamandan sonra güzel bir kahvaltı yaptı. Daha sonra Kenan' la buluşacağı mekâna gitmek için heyecanla hazırlanmaya başladı. Zilin sesini duyunca kapıya yöneldi. Karşısında daha önce hiç görmediği üç kişi duruyordu. Şengül daha ne olduğunu anlamadan, kollarından tutup dışarıya sürüklediler. Bağırıyor, yardım istedikçe üç adam ağzını kapatıp tekme tokat arabaya koydular. Sokakta onu ne bir duyan oldu ne de bir gören. Arkalarından koşan annesi de payına düşeni almıştı talihsizce. Bu yaşanılanlar ne ilkti ne de son. O topraklarda doğmuştun. Bunun bedelini bir şekilde ödüyordun. Şengül, ellerinde çırpındığı üç adamın insanlıktan paylarına hiçbir şey düşmediğini dakikalar geçtikçe daha iyi anlıyordu. Kısa bir zaman sonra elleri, gözleri ve ağzı bağlanmış bir halde bir bilinmeze götürülüyordu.

Korku dolu anlardan sonra oldukça soğuk ve kapalı bir odada olduğunu anladı. Ağır ve keskin bir kokuyla beraber midesinin bulandığını hissetti. Ama nerede olduğunu bilmiyordu, görmüyordu. Şengül içinde olduğu girdabı düşünüyor çözmeye çalışıyordu. Gittikçe ona yaklaşan adımlar, yaklaştıkça duyduğu seslerle korkuları yeniden canlanıp üzerine gelmeye başladı. Kendini savunmak istedi ama bu mümkün değildi. Hep bir ağızdan üç adam ona bağırıyor, hakaret ediyor ve onur kırıcı küfürler savuruyordu.

" Nerdeyim, ne istiyorsunuz benden?" diye sorsa da yine alaycı söylem ve hareketlerle karşılık buluyordu. İçlerinden biri "Arşa çıktın, uçacaksın hissetmiyor musun" diye cevapladı.

Evet, bu arşın nasıl bir cehennem olduğunu duymuştu. Karanlık güçler diye bilinen yapının uyguladığı vahşetlerden biri de kadına uygulanan taciz ve tecavüzdü. Defalarca duymuştu böyle haberleri. Korktuğu şeyin başına geleceği an mıydı şu an? " Hayır, hayır olamaz böyle bir şey, yapamazlar, yapmazlar..." diye içten içe söyleniyordu. Ağlamasına çığlıkları da eşlik ediyordu. Geçen her dakika anlıyordu ki tüketilen vicdanla insanlık yok oluyor. Düşüncesi ve benliğindeki her şey manevi ve kutsal değerler de yerle bir olmuştu.

Saçlarında, bedeninde gezinen eller birer bıçak gibi saplanıyordu ona. "Aynı anda insanın ruhu ve bedeni acır mı, yanar mı ? Neden kadına yaklaşım buydu? Kadının kendisinden nefret etmesi mi isteniyordu? Burası bir savaş meydanı mıydı? Düşmanca hisler böyle namert ve onursuzca mı? İntikamsa eğer neden bedenimden alınıyor? Neden ben bu meydanda böyle zayıf, güçsüz ve yalnızım? "  O anları yaşadıkça kendi iç dünyasındaki savaşı daha derin ve yakıcıydı. Taş kesilip betonlaşmak istiyordu. Üzerine üzerine gelen eller, ağızlar, dişler tanıdığı insanoğluna benzemiyordu. Bacaklarının arasından süzülen sıcaklıkla beraber kendinden geçmiş bir karanlığa düşmüştü.

Karanlık bir kuyu gibiydi insan. Kimi zaman ürkütücü, zalim kimi zaman ürkek ve savunmasız.

Şengül bir kuyuya düşmüştü. Bilinen, duyulan, görünen açık ama kör bir kuyudaydı günlerce...

Yüzüne düşen kar tanelerinin etkisiyle gözlerini açtı. Etrafına bakındı. Bulunduğu yer kimi zaman ondan kaçan huzuru bulmaya geldiği, dinlendiği ve gezindiği bahçeleri değildi. Zihninde son duyduğu sözler öylece kalmıştı hala. " Ablan dağda savaşıyor, halkını kurtaracak öyle mi? Hani nerde, gelip kurtarsın seni." diye dönüp duruyordu kulağında.

Ellerine baktı, elleri bir çocuğun elleri gibi savunmasızdı. Acı dalga dalga yayılıyordu yüreğine ve bedenine. Ayağa kalkacak gücü bulamıyordu kendinde. Birkaç adım ötedeki evine baktı. Sesi çıkmıyordu. Dizlerini karnına çekti, ellerini bacaklarının arasına sıkıştırdı. Kaskatı kesilen vücudu, ne soğuğu ne de üzerine uzandığı karı hissediyordu. Bedeni artık titremiyordu.

Bir an sıcak bir sisin içine sürüklendi. Gözlerinin önünden tek tek sevdikleri geçiyordu. O elini uzattıkça Kenan, Şenay, o çok sevdiği babası kahramanı uzaklaşıyordu. Sonra tekrar yaklaşıp gülümsüyorlardı. Tükenmekte olan son enerjisini, umudunu onlara dokunmak için harcadı. Her şey yavaş yavaş karanlığın içinde eriyip gidiyordu.

Hâlâ o kör kuyuda mıydı düşünürken ona sımsıkı sarılan, bağrına basıp yaralarını öpen babasına baktı. Titreyen ellerini tuttu sonra onlarca defa öptü babasının ellerini. Bir yanıyla hiçbir şeyin farkında değildi. Mekân ve zamanın anlamsızlaştığı bir kör kuyuya düşmüştü Şengül.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...