Seni Bağışlıyorum

Gülefer Cambaz Savran kullanıcısının resmi
“Sil baştan demek lazım" diyor radyodan şarkıyı söyleyen kadın. Yanık sesi ruhumun en derinlerinde kabuk tutmaz yaramı kanatır sanki. Canım çok yanıyor.

İç sesim durmaz konuşurken, kirpik uçlarımda birer kurşun gibi duruyor gözyaşlarım. Biliyorum, birazdan göğsüme dökülüp vuracaklar beni. Bu duygunun pişmanlık mı yoksa kırgınlık mı olduğunu adlandıramıyorum...
Ani bir kararla askıda olan ceketimi alarak kendimi sokağa attım. Dışarıda sonbaharın bütün hüznü hâkim. Sarı yapraklar yol boyunca birikmiş, temizlik görevlileri ellerindeki çalı süpürgeleriyle çöp bidonlarına dolduruyor onları. Gökyüzünü kaplayan kara bulutlar birkaç saate kadar yağacak yağmurun habercisi…
Böyle bir havada onun olduğu yere gitmem pek akıl işi değildi; ama bunu bugün yapmazsam bir daha yapabileceğimden emin değilim. Bir daha kendimde bu cesareti bulamayabilirim.
Yılların bütün acıları iyileştireceğini düşünürdüm, fakat içimde her geçen gün çoğalan bu acıya son zamanlarda dayanamıyorum.
Uzun süredir kimi görsem ona benzetiyorum Mesela," Özledin mi?” diye soruyorum içimdeki küçük çocuğa. Sonra dönüp kızıyorum. “Özleme sakın, özlemeyecektin hani öyle söz vermiştin kendine" Yine de son zamanlarda o kadar çok aklıma geliyor ki geceleri uyumayı sevmez oldum. Düşlerime geliyor sık sık "Gel” diyor, “Bir şey konuşmalıyız seninle"...
Omuzlarımı silkerek "Hayır” diyorum, ”Ben sana çok kırgınım", boynunu bükerek gidiyor sonra.
Yanımdan hızla geçen taksiyi elimi kaldırarak durdurdum. Taksi şoförüne gideceğim yeri söylerken aynadan yüzüme "Kadın başına orada ne işin var?" der gibi baktığını gördüm.
Olduğu yer şehrin oldukça dışında, tekin bir yer değil, biliyorum; yalnız gitmek de pek doğru değil ama yanımda kimsenin olmasını da istemiyorum. Bayramlar ve özel günler dışında oraların çok kalabalık olduğunu görmek mümkün olmaz.
"Sonbahar erken geldi “dedi taksinin şoförü. "Evet" dedim. Onunla konuşmak istemiyordum, o konuşmasına devam ediyordu. "Birazdan yağmur başlar sizi dönüşünüz için bekleyeyim mi? Oradan sık araç geçmez zor durumda kalmayın. " Cevap vermedim. İçimde derin bir sızı aklımda yıllardır sormak istediğim sorularım. Bütün vücudumun titrediğini hissedebiliyordum.
Şoför de fark etmiş olmalıydı ki, “Dilerseniz klimayı açabilirim" dedi.
"Buna gerek yok "dedim. Sessizlik istiyordum.
İç sesim zaten durmadan konuşuyordu. Küçük bir kız çocuğu karanlık odaların içinde yediği dayağın acısını unutarak, sadece korktuğu karanlıktan onu çıkarması için babasına yalvarıyordu. "Lütfen beni buradan çıkar, çok korkuyorum, söz veriyorum bir daha yapmayacağım!" Bir daha yapmayacağımı yüksek sesle söylemiş olmalıydım ki son sözcüğü şoförün "Efendim" dediğini duyduğumda "Yok bir şey" dedim utanarak.
Ücretini uzatırken adam tekrar etti: "Sizi bekleyeyim mi?"
"Hayır" dedim öfkeyle, ısrarcı tutumu canımı sıkmıştı.
Büyük devasa kapının önünde durup üzerinde yer yer silinmiş yazıya baktım "KOKLUCA MEZARLIĞI" yazıyordu. Buradaydı işte bulunduğu yer. Uzun yıllar önce getirip gömmüştük; bir kere gelmiştim ziyaretine. Bir daha da hiç uğramamıştım, olduğu yeri bulabilir miydim, emin değildim. Bu büyük yaşlı çam ağaçlarına uzaktan bakıldığında burayı herkesin zevkle gezebileceği bir ormanlık alan gibi gösteriyorken, içeri girildiğinde insanın içini tarifsiz bir hüzün kaplıyor.
Adımlarımı ağırdan alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Yanından geçtiğim mezar taşlarının üzerindeki yazıları zihnimi dağıtsın diye okumaya başladım.
Yazılar orada yatanlar hakkında kısa bilgiler ve övgülerle doluydu. Ne garip hiç kötüler ölmemiş, nedense bütün ölenler iyiydi. Kiminin sevgili annesi, kiminin babası, kardeşi, sevgilisi… ‘Ne çok ölmüşler’ diye düşündüm. Aklıma Maupassant’ın bir öyküsü geldi. Gece olunca bu mezar taşlarındaki yazılar aslında gerçekte bu kişilerin kim olduklarını öyküdeki gibi yazacak mıydı? Yokuş yukarı doğru çıkarken nefesimin sıklaştığını hissediyordum.
Yine o ses "Korkuyor musun ondan?" dedi.
"Hayır, korkmuyorum büyüdüm ben artık " dedim.
Etrafta hiç kimse yok, üstelik aradığım yeri de bulamadım. Geri dönmeliyim galiba hastalanacağım. Nefesim sıklaşıp kalbim hızla atıyor, birazdan kriz geçireceğim burada ve beni kimse görmeyecek.
Üzeri çalılarla kaplı ve paslı, demir kafesle çevrili mezarı, mermer büyük mezarların arasında zorlukla gördüm. Üzerinde asılı demir tabela yamulmuş, yer yer silinen harflerle yazılan ismi zor bela okudum. Bacaklarımı yırtan dikenlere aldırmadan yanına gittim. İşte oradaydı, sanırım uzun süre kimseler de uğramamıştı yanına.
Gökyüzü daha da kararmış, göçmen kuşlar çığlıklar atarak üzerimden uçup gidiyorlardı.
Uzaklardan saksağanların çıkardığı sesler yankılanıp tekrar bana doğru geliyordu. Esen rüzgâr mezarların üzerindeki kuru otları diğer mezarların üzerinden sürükleyip uzaklara götürüyordu. Başım dönüyor, kalbim sıkışıyor. Kahretsin krizim tuttu, çıkarken ilaçlarımı da içmedim nefes alamıyorum, nefes alamıyorum...
                                 ***
Omuzlarımdan tutmuş iki kocaman el beni sarsıyordu. "Hadi ayağa kalk!"
Birkaç defa denediysem de beceremedim olduğum yerde debelenip duruyordum. Biraz şaşkınlık, çok fazla heyecandan ayaklarımın üzerinde durmam mümkün olmuyordu. Çaresiz yanıma oturmak zorunda kaldı, sırtımızı yer yer kenarları dökülmüş mezara dayayarak oturduk. Hiç konuşmadan birbirimizin yüzüne baktık bir süre.
Sessizliği ilk o bozdu. "Kırgın mısın hâlâ? " dedi. Sustum. Sözlerine devam ediyordu:
"Geçmişi değiştiremeyiz değil mi? "
Gözlerimi yerden kaldırmıyordum. Mezar taşlarının üzerine yapışmış, kurumuş salyangoz kabuklarına bakıyordum manasız. "Hiçbir şey değiştiremem biliyorum. Bunu kendin için yapmalısın ve artık mutlu olmaya çalışmalısın Araf’ta kaldık ikimiz de"
                                         ***
Bütün çocukluğum ve gençliğim kavgalarımızla geçti babamla. Ben onun beni anlamadığına yanardım. O benim asiliğime kızardı. Genelde bütün konuşmalarımız kavgayla biter ve ben yüzüme yediğim kocaman tokatla susmak zorunda kalırdım.
O gün merdivenlerden yukarı çıkarken sessizlik beni çok tedirgin ettirmişti. Dışarı kapısı ardına kadar açıktı. Koridordan geçip oturma odasına geçmek üzereyken karşılaştık Salonun orta yerinde uzanmış, bana bakıyordu.
Hipnoz olmuş gibi birbirimize baktık bir süre. Gözlerini benden alamıyordu. Kalabalıktan bir çığlık koptu. Annem: "Öldü, öldü!" diye bağırdı.
Amcam oturduğu koltuktan yere inerek dizlerinin üzerine çöktü, nefesini kontrol etti. 0 hâlâ bana bakmaya devam ediyordu ışıksız.  "Evet, ölmüş." dedi amcam, babamın açık gözlerini elleriyle kapatarak. Annem acıyla üzerine kapandı babamın. Halam annemi kucaklayıp koltuğa oturttu, daha sonra başındaki tülbentti çıkarıp babamın çenesini bağladı. Ellerini göğsünün üzerinde birleştirip, üzerini bir çarşafla örttüler. Odanın içinde bir feryat koptu ve annemin sesi bütün sokağı sardı. Komşular koşup geldiler. Ben eşikte öylece donakalmıştım. Banyoya gidip elbiselerimle duşun altına girdim, nefes alamıyordum. İçimde bir çocuk bağırıyordu:
“Ağlamayacaksın! Ağlamayacaksın!”
En son kavgamız yedi yıl önce olmuştu; kapıyı çekip çıkarken arkamdan bağırdığını duyabiliyordum: "Ölümüme bile gelmeyeceksin!” diyordu öfkeli.
Kararlıydım artık ölüsüne bile gitmeyecektim aksi huysuz adamın. Yıllarca uğramadım yanına o günden sonra. Defalarca haber gönderdi daha sonra. “Gelsin” diyormuş, “görmek istiyorum onu.”
Önce amcam geldi. “Olmaz!” dedim. Ardından halam… Sonunda ikna olmuştum. Uzun zaman olmuştu karşılaşmayalı. Odanın içinde onu beklerken heyecandan öleceğimi sanıyordum. Koridorda ayak sesleri duyduğumda yerimde duramıyordum.
Kapıdan içeri girdiğimde şaşırdım. Elinde bastonu vardı, yürümekte zorlanıyordu. Omuzları çökmüş, çok zayıflamıştı. ‘Ne kadar da yaşlanmış’ diye düşündüm. Boğazımda kocaman bir düğüm, içimde bir acıma duygusu, ona olan kırgınlığım o an geçmişti.
İki gün sonra tekrar aradı annem. "Mutlaka gelmelisin" dedi, "Baban çok hasta. Bütün gece seni sayıkladı. Konuşacakları varmış seninle"
"Olur” dedim. Ertesi gün iş çıkışı yanına gittim. Bu defa karşısına geçecek, onunla konuşacaktım. Sorularım vardı. Bu defa mutlaka cevaplarını alacaktım. Kapının zilini çaldım, annem açtı kapıyı. “Geç içeri geliyorum” dedi ve mutfağa gitti. Babam pencere kenarındaki yatağında... Yattığı yerden gökyüzüne bakıyordu. "Baba” diye seslendim. Bana dönerek gülümsedi, yıllar olmuştu bana bu kadar güzel gülmemişti. Uzattığı elini öptüm.
"Hoş geldin” dedi.
"Hoş bulduk”
"Kimsin sen?"
Şaşırdım. “Benim, Bahar."
"Kimin kızısın, baban ne iş yapıyor? " Dedi. Gözleri bir yabancıya bakıyordu.
"Senin kızınım" diyecektim, diyemedim. Boğazımda kocaman bir düğüm.
"Beni hatırlamıyor" dedim birazdan yanıma gelen anneme zaten beni hiç hatırlamadı!" Hızla orada uzaklaşırken annem arkamdan bağırıyordu:
“Nereye böyle, otur sakinleş biraz hastalanacaksın yine…”
Yüzüme nerden geldiğini anlayamadığım suyla irkildim. Gözlerimi açtığımda yağmur yağıyordu. Demek rahatsızlanmış ve bayılmıştım. Orada ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum.
Aşağıda gelen sese doğru baktım; yeni ölen biri için mezar kazılıyordu, üstümü başımı düzelttim bir süre önümde duran mezar taşına baktım.
Ve yüksek sesle bağırmaya başladım: "Seni bağışlıyorum!" Üzerimde asırlardır taşıdığım bir yükten kurtulmuş gibi kendimi özgür hissediyordum artık. Ceketimin yakalarını kaldırdım, şiddetlenen yağmurla birlikte yokuş aşağı yürüdüm. Gökyüzü bütün şiddeti ile yağıyordu ve ben içimde tanımsız bir duyguyla ağlıyordum ama ardımda bütün öfkemi kırgınlığımı da bıraktım.
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...