YETER Kİ ÖLME! DEVLEŞİRSİN...

Nural Yılmaz kullanıcısının resmi
Kel bir kadın nasıl güzel olabilir ki? Kel bir kadın nasıl olur da kadın gibi gözükebilir ki!

 
SAÇ KAZITMA PARTİSİ

23 Haziran 2015, Salı
Saat 18.30
 
Kemoterapi Arifemde Saç Kazıtma Partime Davetlisiniz.
Moral bozmaya değil moral bulmaya
Küllerimden yeniden doğmaya
Var mısınız o anı benimle paylaşmaya?

 
Demiştim davetiyemde...
 
İnsanın hayatında kilometre taşları vardır ya! İşte bugün öyle bir gün! Kendimi bildim bileli benimle olan bu güzelim saçlar, bugünün sonunda kafamda değil, tutam tutam avuçlarımda olacak. Bundan sonraki yolculuğum kel bir kadın olarak devam edecek. Nasıl dayanacağım buna aylarca? Günün sonunda neye benzeyeceğim konusunda hiçbir fikrim yok. Belki de kendimden nefret edeceğim. Bilmiyorum ki! Aynalara küser miyim acaba? Erkekler bile saçı seyrek diye kafalarına saç diktirirken ben nasıl kel dolaşacağım ortalıkta! Sokaktaki insanlar nasıl bakacak bana? Durumumu bilmeyen biriyle aniden karşılaştığımda tanıyabilecek mi beni?
 
İlk kemoterapiden önceki gün yapmak istedim bunu... Davetiye bile hazırladım. Mustafa Hoca haklı! "Dayanamazsın saçlarının eline tomar tomar gelmesine." demişti. Kendim kazıtacağım!
Oldum olası, acılarımın üstüne üstüne gitmiş, kafa tutup, meydan okumuşumdur. Bu defa da öyle olacak!
 
Kuaförümle önceden konuşmuştum. "Dükkan sizin, ne istiyorsanız yapın" demişti.
Dans müziklerini hazırlayıp belleğe yükledim. Orada bilgisayara takıp çalacağım.
 
Annem yiyecek bir şeyler hazırladı. Patates salatası, ıspanaklı börek ve kısır yaptı. Kimse annem kadar güzel yapamaz kısırı. Daha servis tabağına yerleştirmeden tırtıklamaya başladım bile her birinden.
 
Evde duramaz haldeyim. İçim içimi yiyor. Annem, rengârenk  bir sürü bandana almış, allısı pullusu, boncuklusu... İki de peruk! Hiçbirini almıyorum  yanıma.
 
Tiril tiril, askılı, bembeyaz bir elbise giyiyorum. Bronz tenimin üzerinde beyaz  çok hoş duruyor. Sutyen takamıyorum ameliyattan beri. Ameliyatlı memem ve koltuk altım çok sızlıyor. Dans ayakkabılarımı da alıyorum. Kocaman halka küpelerimi takıyorum. Abartılı bir makyaj yapıyorum. Uğurlu  kolyelerim zaten hep boynumda. Koca koca gümüş yüzüklerim, bilekliklerim, halhalım hepsi tastamam. Elimize yiyecek paketlerimizi  alıp bir saat kadar erken gidiyoruz annemle kuaföre.
 
Servis masasını hazırlıyoruz bir kenarda. O sırada yaşlı bir İngiliz kadın saçını kestiriyordu. O kadar kısa kesildi ki saçları, 'Tamam bu da kemoterapi alıyor' diye damgayı yapıştırdım hemen.
 
"Ameliyattan yirmi gün sonra dans edebilecek hale gelirsin" demişti ya Harun Bey. Bugün tam yirminci gün! Yapacağım!
Sol kolumu tam olarak yukarı kaldıramıyorum hâlâ ama olsun. Yapacağım dediysem yaparım! Bugün tango yapacağım!
 
"Bir hastalığın tedavisi sadece hastalıkla mücadeleden ibaret değildir. Hastanın mutluluğu en az tümörün temizlenmesi kadar önem taşır" demiştim bir ara hayvanlarımla ilgili malum konu olduğunda. Ali Bey de bu lâfımı destekleyerek, tekrar edip gazı vermişti bana. Kendime mutluluk yaratacak kaynaklar bulmalıyım. "Tango" da bunlardan biri.
 
Arkadaşlarım  birer ikişer  gelmeye başlıyor. Herkes geliyor da dans edecek partner yok! Tango hocam cancağzım Can, gelir sandım ama İzmir'e gitmiş. Eşi Ülkü geliyor. Can Hoca öyle de bir buzuki ve bağlama çalar ki! Dillere destan...
 
İstanbul'da yaşadığım yıllarda bir hayalim vardı. "Bir gün zengin olursam çok büyük bir ev yapacağım ve bir katını müzisyenlere ayıracağım. Sürekli orada kalacaklar. Müzik dinlemek istediğim her an canlı müzik yapacak birileri olacak" derdim.
Zengin olamadım. Tam tersi, eski yaşam standardım epeyce geriye gitti. Evim de küçücük. Ancak evimde canlı müzik dinlemek için zengin olmam  gerekmiyormuş. Tek gereken şey;  toplumdan kopmadan, onlara  karışarak, her kesimden arkadaş edinebilmek. Kalıpları, kuralları hiçe sayarak zincirleri kırmak yeterliymiş meğerse! Fethiye'ye yerleşeli beri bunu tek başıma yapıyorum. Çok da gururluyum!  Şimdi ise Can Hocam başta olmak üzere o kadar çok  müzisyen arkadaşım var ki! İçkilerimizi alıp benim evde toplanıyoruz kış geceleri ve sabahlara kadar hem çalıp hem söylüyoruz. Bundan öte keyif ne ola ki!
Ülkü organizatör ruhlu bir  hatundur. Bir ara dışarıda telefonda konuşurken  gördüm. Bir süre sonra kapıdan içeri Hakkı girmez mi! Sanırım Ülkü  aradı onu ve  acil durum nedeniyle gelmesi için baskı yaptı.
"Yaşasın erkek geldi" diye çığlık attım. Kuaförde çalışanlar tuhaf tuhaf baktılar bana ama bizimkiler anladılar ne demek istediğimi ve gülüştük hep birlikte.
Şükür! Tango yapacak bir arkadaşım geldi. Hakkı çok kibar, naif, bir o kadar da sessiz ve utangaç biridir ama iyi dans eder.
Yirmi kişi kadarız.  Kadın, erkek, çocuk, dansçı, ressam, şair, genç, yaşlı, Türk'ü, İngiliz'i  farklı kesimlerden  arkadaşlarım  geldi. Gelemeyenler de telefonla katılıp eşlik ettiler. 
Tango müziklerini Ülkü yönetti. Diğer müşteriler, çalışanlar herkes bizi izliyordu hayranlıkla. Hala upuzun saçlarım sırtımda uçuşabilecekken dans etmek istiyordum. Söz vermiştim Ölüdeniz'e, tutmalıyım!
Dans ederken sol kolum, ağrıdan durması  gereken yerde duramasa da hiç  fena olmadı dansımız. Ağrım dayanılmaz cinstendi  ama çaktırmamaya çalıştım. Video  kayıtları,  fotoğraf çekmeler... Gerçekten de kına gecesi gibi. Kına almaya gidecek fırsatım olmadı. Kınasız oldu ama olsun!
Dansın üzerine yemekler yendi. İçkilerimiz de var. Plastik bardaklara şaraplarımızı koyduk. Kimi de birasını  içti...
 
Eh kafa biraz güzelleşince    "Kazıtma"  zamanı!
 
Oturuyorum aynanın  karşısındaki koltuklardan birine. Kesilen saçlarımı saklayacağım için önce parçalara bölünüp, örülüp sonra kesilmesini istiyorum. Gencecik  çocuklar çalışıyor. Usta kuaför olup olmamasının bir önemi yok benim için. "Yamuk oldu, şekli istediğim gibi olmadı" şeklinde  bir sonuç  ihtimali  olmadığı için sorun yok. Nasılsa hepsi kazınacak. İki genç erkek kesecek saçlarımı. Daha önce hiç böylesi kafa kazımamışlar, bilmiyorlar. Erkek berberine mi gitmeliydim yoksa?
Herkes etrafıma toplanıyor. Annemi göremiyorum. Biliyorum ağlıyor!  Göstermek istemiyor bana.
 
Bardağımdaki şarabı fondip yapıp:  "Hadi hazırım, başlayalım" diyorum.
 
On bir ayrı örgü yapılıyor saçım. Örgüler tam dipten kesilmeye başladıkça diplerdeki ağarmış saçlar da olanca varlığıyla gözükmeye başlıyor. Pes! Bu kadar çok mu beyaz varmış saçımda! "Anneee saçlarımın hepsi beyazmış!" diye çığlık atıyorum. Annemden cevap gelmiyor.
 
Bütün örgülerin kesimi bittikten sonra, makinayla kazımaya başlıyorlar.  "Önce arkadan başlayın, ön tarafa en son gelin ki gözüm alışsın" diyorum. Tüm vücudum güneşten bronzlaştığı için kafam kazındıkça bembeyaz, cascavlak çıkıyor ortaya. Tepemde son bir tutam kalınca, muziplik olsun diye, o haldeyken de bir  fotoğraf çektiriyorum.
 
O profesyonel fotoğrafçı arkadaşımın da gelip çekmesini istemiştim ama "Ben dayanamam seni öyle görmeye, gelmeyeceğim" demişti ve gelmedi de zaten. Son ana kadar bekledim fikrini değiştirir  diye  ama nafile. 
Sonra son kalan bir tutam saçı da kazıtıyorum. Tam o anda gözümden yaşlar süzülmeye başladı. Yüreğim anca bu kadar dayanabildi. Taş olsa çatlardı yani.  Yüzümdeki gülümseme kayboluyor. Makyajım bozulacak, hiç umurumda değil. Ağlıyorum. Annemi hiç görmüyorum, ortalıkta yok.
Saçlarım avuçlarımda! Bu saçlar benim değil artık! Örülü tutamları elime alıp okşuyorum. Kokluyorum. Elimde on bir ayrı tutam halinde örülü saçlarım. Öylece kalakalıyorum...
Kel bir kadınım artık. Kafamın dengesini bile sağlayamıyorum. Tahterevalli gibi kafam. Sağa sola devriliyor gibi geliyor. Kendimi zavallı bir mahlûk gibi hissediyorum ama çaktırmamaya çalışıyorum.
Emine, beni güldürmek için kendini paralıyor, küçük kızı Yağmur'la. Herkes kendini zor tutuyor ağlamamak için, biliyorum.
Çektirdiğim ilk  kel fotoğrafımı facebook sayfama ekleyip soruyorum herkese:
Hangisi uygun son halim için?
         a) Hâlâ güzel   b) Hâlâ seksi    c) Hâlâ çılgın
Söz birliği etmiş gibi herkes bir ağızdan: "Hepsi" diyor. İyi geliyor tabi ki insana bunları duymak ama yetmiyor, yetmiyor!               
                   Kel bir kadın nasıl güzel olabilir ki?
                   Kel bir kadın nasıl olur da  kadın gibi gözükebilir ki!
 
Gece yatarken kafam üşüyor, Fethiye'nin haziran sonu sıcağında! Annemin ördüğü  berelerden birini takıyorum kafama  uyumadan önce.
 
 
Eski kayınvalidemin saçları çok gürdü. Kadının içi üşürdü yıl boyu. Ben onun kadar üşüyen birini daha görmedim ömrü hayatımda! "Kafam üşüyor" der dururdu. Sinir olurdum.
'Bu kadar gür saçı olup da kafası üşür mü insanın yaz günü bu sıcakta' derdim içimden.
Dayanamadım: "Sebile' nin ahı mı tuttu ha, ne dersin?" dedim anneme...
 
Tedavilerim süresince kafama  hiçbir şekilde bandana veya peruk takmadığım gibi kel fotoğraflarımı da her yerde yayınladım. Hatta bir televizyon programına bile konuk oldum keltoş halimle. Kırk beş dakikalık bir sohbet programıydı ve tek konuk bendim.  Bu yaptığımla  da gurur duydum hep. Bunu bana yaptıran sebeplerin başında; rahmetli Türkan Saylan' a ölüm döşeğindeyken saygısızca yapılan bir davranış vardı. "Allah böyle taktırır işte adamın başına örtüyü" demişti yobaz takımı, kadının çektiği acıdan âdeta zevk duyarak! Bu zevki bir kez daha tattıramazdım birilerine!  Aldım intikamını Türkan Hoca'nın...
                            
                            İsyanlar
                            Çeşit çeşit...
                            Benim isyanlarım da bu türlü
                            Kahkaha atarak
                            Kafa tutarak
                            Dalga geçerek
                            Üstüne üstüne giderek
                            Yüzleşerek...
                           
                            Ama hep dik
                            O kuyruk hep dik!
 
Tam şu anda bunları yazarken, aldım kesilmiş örgü saçlarımı yine avucumun içine.
Aynı o günkü  gibi ama o günden beri ilk kez!
İlk kez aldım elime, ilk kez baktım, ilk kez kokladım!
Hâlâ pırıl pırıl saçlarım...
 
Ben neler yaşadım? Nasıl dayandım onca şeye? Nerden aldım bu dayanma gücünü? Öldürmeyen acı güçlendiriyor, evet artık eminim bundan.
Yeter ki ölme! Devleşirsin!
 
5 Şubat 2016, Fethiye

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

01/27/2024 - 22:27
01/02/2024 - 00:43
08/05/2023 - 16:21
07/31/2023 - 22:44
07/29/2023 - 19:58
07/26/2023 - 23:22

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...