Cemrenin Suya Düştüğü Gün, Anıların Hayat Buluşu

Sibel Karakız kullanıcısının resmi
Hacer Hanım pazar gününü evinin işlerini yaparak geçirmeyi planlıyordu. İşe balkonu yıkamayla başladı. Hava açıktı. Balkona vuran güneş sıcaklığını hissettiriyordu. Hafiften esen yel değdi tenine. Tatlı bir sıcaklık hissetti. Ayağını ıslatan su dahi hoşuna gitti o anda. Balkonun yıkanması bitti ama tatlı sıcaklık onu kendine çekiyordu. İçeriye girmek istemedi.

Bir süre etrafı seyretti. Sokaklar yağışlı kış günlerine nazaran daha hareketliydi. Karşı binada oturanlar çoktan piknik sepetini hazırlamış arabalarının arkasına yerleştiriyorlardı bile. Genç anneler küçük çocukluyla parkta koşuşturuyorlardı.  “Böyle bir günde evde durulmaz, işlerin canı cehenneme” diye mırıldandı, kendi kendine.
O günün,  cemrenin toprağa düştüğü gün olduğunu hatırladı birden. “Hoş geldin İlkbahar bugün seni kutlamalıyım.” diye mırıldandı tekrar. Hızla salona daldı. Gazete okuyan Asım Bey’in tepesine dikildi:
“Bugün canım temizlik yapmak istemiyor, arkadaşlara haber verelim, birlikte açık havada çay içmeye gidelim. Üstelik de bugün cemrenin toprağa düştüğü gün. Kutlamak için bir nedenimiz de var. Gidelim, olmaz mı?” dedi, gazeteden başını kaldırmayan ve pek de oralı olmayan kocası:
“Bırak şimdi dışarıya çıkmayı, çayı evde de içeriz” dediyse de, Hacer Hanım evden çıkmayı kafasına koymuştu bir kere.
“Olmaz Asım Bey, böyle güzel bir havayı evde çay içerek geçiremem.” Gözlerini dikti üzerine, şirin bir tavır takınarak.
Asım Bey, sessiz kaldı. Onun bu hali Hacer Hanım’ı cesaretlendirdi. Hemen telefona yöneldi. 
“Ben arkadaşları arıyorum, sen de hazırlansan iyi olur.” dedi.
Asım Bey, gazetesini sehpanın üzerine bıraktı, oflaya puflaya, ağır adımlarla yatak odasına gitti. Başını kapıdan uzatarak eşine seslendi:  “Tamam, ara bakalım arkadaşlarını…”
Hacer arkadaşlarına telefon etmekten vazgeçti. “Her zamanki yerimizde -çay bahçesinde- ailecek toplanıyoruz. Siz de bir saate kadar orada olun. Görüşmek üzere.” diye, emrivaki bir dille toplu mesaj attı. Hepsinden de olumlu yanıt alınca, “Kadro tamam, arkadaşlar geliyorlar” dedi sevinerek.
Eşinin, inatçı huyunu bilen Asım Bey, çoktan hazırlanmıştı bile. Onu hazırlanmış halde gören Hacer Hanım, “oleeey” diye küçük bir çığlık attı mutlulukla. Kendisi de hemen üstünü değiştirdi ve çıktılar evden.
İyi anlaşan dört aileydiler: Hacer Hanım- Asım Bey, Reyhan Hanım- Necati Bey, Hanife Hanım- Ömer Bey ve Selda Hanım-Kadir Bey.
Zaman zaman evlerde, zaman zaman da piknikte veya çay bahçelerinde bir araya gelir, sohbetler ederlerdi. İlk önce, Hacer Hanım ve Asım Bey geldi çay bahçesine.  Güneş gören bir masaya geçtiler. Asım Bey, Sipariş almaya gelen garsona:
“Sekiz kişi olacağız, büyük bir semaverle çay getir şimdilik. Diğer siparişleri ise arkadaşlar geldiği zaman söyleyelim” dedi.
Bir süre etrafı izlediler. Hacer Hanım temiz havayı içine çekti uzun uzun. Asım Bey ise etrafı seyretmeye devam etti, arkadaşlarının gelmesini beklerken. Papatyalar açmıştı çimler arasında. Sıra sıra dizilmiş mimoza ağaçlarının sarıçiçekleri, salkım salkım müthiş bir görünüm almıştı. Diğer masalar neşeyle sohbet eden ailelerle doluydu. Bu güzel manzara karşısında eşine itirafta bulunurcasına, “İyi ki getirdin beni buralara hanım. Akdeniz Bölgesinde, daha da erken gelen baharın nimetlerinde yararlanacağız bugün. İçim açıldı doğrusu.” Diye bir nevi teşekkür etti Hacer Hanıma.
Kısa bir süre sonra garson, altında kıpkırmızı köz olan kocaman bir semaveri getirip masanın orta yerine koydu. Arkasından da çay bardaklarını getirdi. Kısa bir süre sonra da arkadaşları teker teker gelmeye başladılar. Hacer Hanım ve Asım Bey, bir nevi ev sahibi edasıyla karşıladı onları. Sevinçle kucaklaştılar. Garson sipariş için geldi tekrar. Herkes birer gözleme istedi; Kimisi peynirli, kimisi ise patatesli, ıspanaklı! 
Her zamanki gibi neşeli sohbetler ediyorlardı. Hepsinin yüzünde açık havada bir araya gelmenin verdiği memnuniyet vardı. Bahar havası yüzlerine yansımıştı adeta.
Hanife Hanım, “Ne iyi yaptın Hacer ’cim, özlemişim bu güzel havayı ayrıca da, dost sohbetlerini” diye başladı söze.  Hacer Hanım, gülümseyerek cevap verdi Hanife Hanım'a. Sözlü cevabı ise Asım Bey verdi.
“Hanife Hanım, bugün üçüncü cemre imiş. Yani cemre toprağa düşmüş. Hacer de kutlama yapmak için her zaman bir bahane bulur. İlkbaharın gelişini kutluyor kendince” diye durumu izah etti kendince.
Hacer Hanım, “Haklısın hayatım, güzel şeyleri kutlamaktan üşütme yok” diyerek kıkırdaya kıkırdaya güldü eşinin bu sözlerine. Sonra da yerinde kalkıp, “Çay demlenmiştir, gözlemeleri beklerken birer çay içelim” deyip, bardaklara çay doldurdu, Hacer Hanım.
Reyhan Hanım çayından henüz bir yudum içmişti ki telefonuna gelen mesaj bildirimi sesiyle, çantasından telefonunu çıkarıp mesajı okudu. çantasına yöneldi. Mesajı cevapladıktan sonra, telefonunda gözlerini ayırmadı. Bir süre sonra da: 
“Benim çocukluğumda, ne telefon vardı ne de internet” diye başladı söze. Tatlı bir ses tonu… Gözlerdeki dalıp gidişler… Yüzüne yansıyan çocuksu masumiyet… Öylesine belirginleşiyor ki o yılları anlatırken. Sanırsınız ki o günleri yeniden yaşıyor. Kısa bir süre sonra sözlerine tekrar devam etti:
“Tokat’ın o küçücük köyünde, gelin olup da İstanbula gelin gittiğimde, annemlerden bir haber alabilmek için, haftalarca mektup beklerdim. Oysa şimdi, kızım torunumla çektiği resmi anında bana gönderiyor. Hatta istersem, canlı görüşme dahi yapabiliyoruz. Nereden nereye…”
Bu konuda herkesin anlatacağı bir şeyler vardı:
Necati Bey, yüzünden beliren şefkat ifadesi ile minnet dolu sözlerle başladı sohbete: 
“Ben küçükken, sadece bir komşumuzun evinde telefon vardı. Ahmet Amca ve Suna Teyze.  Annem, babam beni bir akrabamıza bırakıp ta Almanya gittiklerinde onlarla, Ahmet Amcaların evlerindeki telefonlarıyla görüşebiliyorduk ancak. Sağ olsunlar, hemen haber verirlerdi, bana telefon geldiğini. Hatta annem babam yanımda yoklar diye, evlerine her gittiğimde, Suna Teyze,  her zaman yiyecek bir şeyler ikram ederdi. Ahmet Amca ise ‘bir şeye ihtiyacın olursa haberim olsun oğlum, hiç çekinme’ derdi. Onların iyiliklerini asla unutamam. Yaşadıkları sürece, bayramlarda onları aradım. Zaman zaman da evlerinde ziyaret ettim. Her zaman, hayır dualarla anarım her ikisini de.” Diye, Necati Bey de telefonla olan anısını anlattı.
Ömer Bey ise, yüzünde bir hüzün ve sesinde, geçmişte kalmış kırgınlığın verdiği bir ses tonuyla katıldı sohbete:
“Senin komşuların iyi insanlarmış” dedi. “Bir de kötü komşular var ki, onların yaptıklarını da ne yürek unutuyor, ne de akıl.”
“Ne oldu ki?” dedi, Necati Bey merakla.
“Küçücüğüz henüz. En fazla dokuz- on yaşlarındayız. Komşumuzun oğlu Yakup’la, bilye oynuyoruz. Bir ara kavgaya tutuştuk. Güreştik, birbirimizi hırpaladık biraz da. Çocukça bir kavgaydı. Yakup ağlayarak eve girince, babası elinde sopayla koşarak bana doğru geldi. Geldiği gibi de sopayı kafama geçirdi. Saçlarımın arasında kanlar aktı.” Dedi, eğilip saçlarının arasındaki üç santim kadar olan, yara izini göstererek. “Bakın, hâlâ izi duruyor. O günden sonra ne Yakup’la konuştum ne de babasına olan kinim geçti.” Diye, kötü izler bırakan çocukluk anısını anlattı, Ömer Bey’de.
Kadir Bey:
“Bu dünyada kötüler kadar iyiler de var.” Diye başladı söze ve devam etti. “Biliyorsunuz benim annem-babam ben henüz çok küçükken hayatını kaybetmişler. Babaannem büyüttü beni. Bakkallık yapan komşumuz Hüseyin Amca, beni nerede görse, saçlarımı okşar, hatırımı sorardı. Bazen de onun bakkal dükkânın önünden geçerken, bana ya şeker, ya da bisküvi verirdi. Baba özlemimi, Hüseyin Amca’nın şefkatiyle kapattım, o yaşlarda. O nedenden dolayıdır, yetimhaneleri sık sık ziyaret edişim. Hüseyin Amca sayesinde, bir öksüzün saçını okşamanın, ona küçük bir hediye verip şefkat dolu gözlerle bakmanın, ne anlama geldiğini öğrendim. Şimdi ise ona olan borcumu, yetimhanelerdeki kimsesiz çocukları ziyaret ederek ödüyorum.”
Bu arada Reyhan Hanım anlatmaya başladı bir anısını, gülen yüzüyle:
“Ben de küçükken okulun bahçesinde bir kalem bulmuştum. Alıp çantama koydum. Eve gidince de bir şey başarmışım gibi, koşarak anneme gösterdim kalemi. ‘Anne bak, okulun bahçesinde bir kalem buldum’ dedim sevinçle. Annem ise:
 ‘O kalem senin değil, sana ait olmayan kalemi kullanman doğru olmaz. Kalemi kaybeden arkadaşın kim bilir ne kadar üzülmüştür. Yarın götürüp öğretmenine verirsin. Öğretmenin o kalemin sahibini bulur ve ona iade eder.’ Dedi. O günden sonra, hakkım olmayan hiçbir şeye el sürmedim” diye anlattı.
Sohbete, Asım Bey katıldı:
“Geçen hafta birkaç günlüğüne, babamı ziyarete gittim. Canım babam.” dedi üzgün bir ifadeyle. Bir süre duraksadı ve tekrar söze başladı:
“Biliyorsunuz, babam Alzheimer hastası. Günbegün hafızası daha da zayıflıyor. Zaman zaman beni dahi tanıyamıyor. Ama çocukluk anılarını hiç unutmuyor. Ne çocukluk aşkını, ne arkadaşlarını ne de o zamanki becerilerini unutmuş. Hastalanmadan önce de anlatırdı anılarını. Şimdi ise yalnızca çocukluk yıllarını yaşamış gibi, yalnızca o yılları anlatıyor tüm detaylarıyla. Doktoruna da sordum bu durumu. O da bana, ‘Alzheimer hastalarının on altı yaşına kadar olan anıları canlı kalır. Ta ki, hastalığın son safhasına kadar’ dedi. Anladım ki, hayatımızın en değerli yılları, çocukluk yıllarımızmış. Bizi biz yapan yapı taşlarımız, çocukluk yıllarımızda yaşadıklarımızmış meğer…”
Bir süre bir sessizliğe büründü herkes. Ancak o ana kadar sohbete katılmayan Selda Hanım, eşinin elini tutarak:
“Bizimkisi de çocukluk aşkı, Alzheimer hastası da olsak, unutmayacağız birbirimizi.” deyince, herkesin yüzünde bir gülümseme belirdi.
Üstünde buharlar uçuşan gözlemeler geldi. Herkes sipariş verdiği gözlemesini aldı önüne. Hacer Hanım tekrar doldurdu boşalan çay bardaklarını. Açık havanın verdiği iştahla yediler, leziz gözlemeleri. Közde demlenmiş enfes çaylarıyla.
Cemrenin gelişi bahanesiyle, güzel bir gün ve hoş bir sohbetle geçirdiler o günü. Hacer Hanım: “ İyi ki toplandık, güzel bir gün oldu, en kısa zamanda kutlamak için yeni bir neden bulmalıyım” diyerek arkadaşlarına tek tek sarıldı.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...