Sûrgül /Yabangülü)

Berivan Yıldız kullanıcısının resmi
Bir kangren gibi ağrı akseden pek çok neden vardı bu coğrafyada. Serhat'ın, Botan'ın acıları insanla sınırlı değildi. Taşına, toprağına, hayvanına, bitkisine… sinmişti. İnsanı yaşamaktan, umuttan, halden düşüren bu keskin ölüm hâkimiyetine teslim olmak da vardı, o ölümden yeniden doğmak da.

Can acıtıcı olaylar üstü örtülür, inkârla beraber hasıraltı edilmek istenir. İstenir de ama çözüm değildir. Yayılarak, büyüyerek vahim bir hale gelir.
Apê Avdar derlerdi ona. Apê Avdar ismi kişiliğiyle, yaşamıyla bütünleşmişti. Öyle ki evlatları bile baba demezdi. Herkesin Apê Avdar'ıydı o. Köye bir misafir geldiğinde onun evinde ağırlanır, düğün parası bulamayan gençlere elini uzatırdı. Kimi zamanda kavgalıların arasında bir köprü olurdu. Aslında öyle zengin parası olan biri değildi. Ama gerekli olan cesur, şefkatli bir yürek zenginliğiydi.
Bir gün şehre doğru yola çıktı. Kent meydanında ellerinde pankartlar, hep bir ağızdan slogan atan bir grup gençle karşılaştı. Kaldırımlarda onları izleyen büyük bir kalabalık vardı. Apê Avdar'da daha iyi görebileceği ve duyabileceği bir yer bulmuştu kendine. Kimi "soytarı bunlar...", kimi " bozguncular", kimiyse" helal olsun şu çocuklara..." deyip kendi aralarında tartışıyordu. Apê Avdar'sa soytarı diyenlerdendi. Ona göre böyle sesler, hareketler gereksizdi. Önce okul okumalı, meslekleriyle bir şeyler yapmalıydılar. Kadının ise hiçbir işi olamazdı bu meydanlarda.
Grubun sözcüsü Cihan, başladı konuşmasına. Şalvarlı, başı siyah beyaz poşuyla sarılı, elinde tespihi ile Apê Avdar karşısında belirdi. Cihan aynı coşku ve eminlikle devam ediyordu konuşmasına. Şaşırmış, ağarmış sakalını okşuyordu Apê Avdar. Gözleri bir öfkeleniyor kıvılcımlar saçarak, bir düşüncelere dalıyor Cihan'ı anlamaya çalışarak. Oysa Cihan, evde onun olduğu ortamda konuşmazdı bile. Tüm şaşkınlığıyla eylemi, Cihan'ı sonuna kadar izledi. İşlerini bitirdikten sonra köyüne doğru yol aldı Sûrgul'le beraber. Onun bazı davranışları deliliğe yorumlanırdı. Bunlardan biri arabaya binmezdi. Ta gençliğinde olduğu gibi nereye olursa olsun atına biner giderdi. Atı onun sırdaşı, dostu, yol arkadaşıydı her an ve her zaman. Sevgisi Sûrgul'e -evlatlarına olduğu gibi- sonsuz ve derindi. Sûrgul yani yabangülüydü o. Beyaz rengiyle göz kamaştıran bir at. Sol ön ayağı dizine kadar kahverengi ve bu nişanı daha bir güzel gösteriyordu onu. Uysaldı, öyle yabancı birini gördüğünde kişneyip, debelenen bir at değildi. Başını okşayanı sahibi bilir, karşılığını bir armağan gibi koluna sürterdi. Ama Apê Avdar'ı görünce coşkusuna engel olamaz şahlanırdı.
Eve döndüğünde o şaşkın hali hâlâ üzerindeydi. Soranlara " yok bir şey" deyip geçiştirdi. Aklı Cihan'la beraber o gençlerdeydi. Onu okuması için göndermişlerdi şehre ama o başka işler de yapıyordu. Soluğu Sûrgul'ün yanında aldı. Her zamanki gibi sevgiyle yaklaştı ona, kısık sesle başladı konuşmalarına. "Soytarı olmuş Cihan. Elinde kâğıtlarla bağırarak mı kazanacak o bahsettiği güzel, özgür yarınları? Ha Sûrgul de bana, böyle yapanları vurmuyorlar mı sokak ortasında? Sesini hemencecik keserler. Oku, tahsilli ol sözün geçsin sonra konuş, bağır hakkını ara. Değil mi,  güzel Sûrgul. " diye korkularını anlatıyordu atına. Atı da hipnoz olmuş gibi dinliyordu sahibini. Yemeğe çağrılmasıyla ayağa kalktı. Atını öyle içeri kapatıp sadece yük taşıtanlardan değildi. Oda canlıydı ve her canlının dinlenmeye, gezmeye, dolaşmaya ihtiyacı olduğunu düşünürdü. Başını okşayıp, bir iki öptükten sonra coşkulu bir sesle "De hayde! Koş. Engin ovalara, kurdu kuşu saklayan dağlara. Şırıl şırıl akan derelere koş, gez, eğlen... Sonra yine bana gel e mi." dedi. Kapıları açarak uğurladı Sûrgul'ü.
Birkaç gün sonrasıydı. Bir akşamüstü kulaklarıyla beraber yaşlı yüreğini de sarsan seslerle irkildi. Bu sesi her duyduklarında derin bir ürpertiye kapılırlardı. Çünkü hiçbir zaman hayırla gelmezdi. Felaket tellalı denir ya işte o bölgede helikopterin diğer adı buydu. Aralıksız süren patlamalarla dört dönüyordu odasında. Bir cama çıkıyor, bir kapıya. Uzun zaman sonra karışık düşüncelerle sırtını verdiği tahta divanda uyuyakalmıştı. Geceden patlayan bombalar yeri göğü inletmiş, sarp kayalardan parçalanıp yuvarlanan taşlar tozu dumana katmıştı. Uykusuz, tedirgin bir gecenin sonunda baş ağrısıyla sabahladı. İçini ürperten seslerin sonuçlarını az çok biliyordu. Kapıya çıktı yüzüne çarpan ılık rüzgârla derin bir nefes çekti ciğerlerine. Aldığı her nefesle genzinde, ciğerlerinde bir yanma hissetti. Dağlara baktı uzun uzun. Çoğunluk meşe ağaçları, arasında bulunan ceviz ağaçlarıyla beraber nakışlanmıştı yamaçlar. Yer yer dumanların tüttüğünü gördü. Yanan ağaçlar, bitkiler, kuşlar için " onların suçu neydi, ellerinde silah mı vardı?" diye hüzünle söylendi. Bir arada yaşamak gerçekten bu kadar zor muydu? Senden olmayanı öldürmek çare miydi?
Derin bir sessizlik çökmüştü köye. Ağır ağır bahçeye doğru yürüdü. Adım attıkça gözlerine inanamadı. Yerdeki kan izlerini takip etti kalbi sıkışa sıkışa. Büyük korkular sarmıştı o koca ve yaşlı yüreği. Kan izlerinin onu nereye, kime götüreceğini bilmiyordu. Tedirgin ve buğulu gözleriyle yoluna devam etti. Evin arka bahçesine doğru dut ağaçları arasından ilerledi. Gezmelere saldığı Sûrgul kanlar içinde yatıyordu. Üzerine kapandı. Feryatları ailesiyle beraber tüm komşulara ulaştı. Artık kimi çağırsa, ne yapsa nafileydi. Kimsenin yapacağı bir şey kalmamıştı Sûrgul için. Ak göğsünden, sol gözünden yaralar almıştı. Herkes “at vurulmuş” diyordu. Apê Avdar'sa “Hayır, hayır çocuğum, dostum vuruldu!” diye haykırıyordu. Çocukları "Attan fazla ne var. Daha iyisini, güzelini alırız sana..." diye teselli etmeye çalışıyorlardı. Onların bu vurdumduymazlıkları onu daha çok incitiyor, öfkelendiriyordu. Bir şeyler yapmalıydı kendince, içini serinletecek bir şeyler. Duramaz olmuştu evinde, köyünde. Şehre gitmeye karar vererek yola çıktı. Kent meydanında kalabalıklar arasında gezindi bir süre. Cadde olağan gününü yaşıyordu.  Cihan ve arkadaşlarını sora sora buldu. Gençler her zaman olduğu gibi yoğun bir çalışma içerisindeydiler. Büyük büyük bezlere, renkli kartonlara yazılar yazıyor, tatlı tatlı tartışmalar yürütüyorlardı. "Ne yapıyorsunuz burada?" diye hışımla bağıran Apê Avdar'ı şaşkınlıkla karşıladılar. Cihan korku dolu gözlerle dedesine baktı. Gençlerden biri tabure uzatarak '"Buyur dede, hoş geldin otur bir çayımızı iç" dedi.
"Ben buraya oturmalara gelmedim. Sizler gibi sokağa çıkmaya, bağırmaya geldim. Sûrgul'ün hakkını aramaya, hesap sormaya geldim " dedi Apê Avdar eline aldığı bir karton kâğıdı Cihan'a uzatarak. Cihan'ın anlatımlarıyla gençler o atın onun için ne kadar kıymetli olduğunu öğrenmişlerdi. Ama şuan bu durumda nasıl bir yol yürüyeceklerini bilemiyorlardı.
"Yaz o kâğıda Sûrgul'e kıyanlar, mahşerde iki elim yakanızdadır" dedi ve devam etti titreyen sesi, buğulanan gözleriyle. " Ben evet üzülüyordum ölen çocuklara her birine tek tek. Yakılan ormanlara, bahçelere, evlere içim yanardı ama susardım. Siz de susun derdim yoksa siz de öleceksiniz, ne yaparsın korkardım işte. Ya Sûrgul. O hiç konuşamazdı, susardı öylece. Madem susunca da ölüyorsun, o zaman sesim çıkarak, duyularak öleyim. Güzel çocuklar diyerek, Sûrgul diyerek. Artık yeter diyerek, barış diyerek öleyim..."dedi soluk soluğa kalarak.
Cihan iyi tanırdı dedesini. Hiçbir güç onu bu kararından vazgeçirtemezdi. Söylediklerini yazıp dedesine uzattı dövizi. Apê Avdar eline aldığı dövizi havaya kaldırarak gençlere baktı. "Hayde sokağa aynı o gün gibi bağıracaksınız. Ölen gencecik çocuklar için, Sûrgul için, kuşlar için..." dedi. Hazırlıksız bir eyleme çıkan gençler arada gülüşünce Apê Avdar öfkeleniyordu. Ve o kentin sokağı yine bir sese, eyleme teslim olmuştu. Sûrgul için.
Ve sonrası artık her eylemde Apê Avdar gençlikle, kadınlarla beraber omuz omuza yürüyordu.

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...