Son Vaaz 5. Bölüm

Mehmet Söğüt kullanıcısının resmi
Toulouse’ta papalık elçisi öldürülmüştü. Papa mutlaka onlardan intikamlarını alacaktı. Onun için hazırlıklı olmaları gerekiyordu. Auda’nın aklına babasının rüyası geldi. O da tedbirli olun demişti. Yürekten gülen Pierre, ne kadar da babasına benziyordu. Onu her an, her dakika karşısında görmek istedi. Yana taranmış uzun saçları, ne kadar da çok yakışıyordu. Onu öpen dudaklarına baktı. Etli dudaklarında dökülen sözcükler, Auda’nın kulağına hoş bir melodi gibi gelmişti.

Yine o sihirli sözcüklerini ona fısıldayacak mıydı, bilemiyordu. İki hafta olmuştu onu görmeyeli. Kaşla göz arasında Auda’ya göz kırptı. Anladı onun tekrardan döneceğini.
 Bir süre sonra atına atlayıp gitti. Herkesle dışarı çıkıp ardı sıra baktı. Tekrardan içeriye doluştuktan sonra tartışmaya başladılar. Ded Leon, her ailenin kendilerine birer sığınak yapmalarını önerdi. Ded Leon’un ısrarını kimse dikkate almıyordu. Kimse kasabadan dışarı çıkmayacaktı ve sığınak da yapmayacaklardı. Hem Toulouse’ta işlenen bir cinayetin onlarla ne alakası olabilirdi. Bugüne kadar kimseye bir zararları olmamıştı ki. İç içe yaşıyor ve birbirlerine oldukça saygılıydılar.
Auda, Ded Leon’un hezeyanlı biri olduğunu düşündü. Giderlerse hayatının en önemli şeyini kaybedecek hissi vardı içinde. Usuna Pierre’in endamı düştü.
 
Ded Leon, herkesin fikrini tek tek aldıktan sonra, gideceklerini onlara söyledi. Herkes dağlara sığınma taraftarıydı. Onlarla gelecek olanlar çok değildi; Demirci Manuelle ve oğlu, Juli’nin ailesi, Auda, Anna, Armanno ve birkaç kişi daha.
Yakın komşularıyla vedalaştılar. Auda, Asmin’e sarıldı. Gözleri doldu her ikisinin de. Asmin, Ded Leon ile Armanno’yu bunak olarak düşünüyordu. Pierre ansızın içeriye girdi. Bu sürpriz karşısında, Auda neredeyse deliye dönecekti. O da onlarla gelecekti.
Koyunlarını, keçilerini, ineklerini yanlarına alıp, eşeklerine de birkaç yatak yorgan ve yiyecek yükleyip kasabadan çıktılar. Pirene dağlarının yokuşuna tırmanmaya başladılar. Pierre atını Auda’nın annesine verdi. Anna, kızının ata binmesini istedi. Kabul etmedi Auda. Geride kalarak Pierre ile konuşuyordu. Aralarındaki ilişkiyi herkes biliyordu. Demircinin oğlu onlardan yana bakmadı bile. İki sevgilinin arasına girmek gibi bir düşüncesi yoktu. Saygıyla ve candan yaklaşıyordu onlara.
Köpekleri Leydi sevinçle kuyruğunu sallıyordu. Dili sarkmıştı. Yorgun olduğu her halinden belli oluyordu. Auda ve Pierre birkaç sefer tüylerini okşadılar. Koyunlar, keçiler ve inekler otlanmaya çalışarak dağa tırmanıyorlardı. Zira çobanlar bir an önce mağaralara yetişme derdindeydiler.
Dağın etekleri rengârenk çiçeklerle bezenmişti. Kuş cıvıltıları ve derelerin şırıltıları duyuluyordu. Auda, yeni yaşamlarının nasıl olacağını merak ediyordu. Hayatı boyunca dört duvar arasında yaşamıştı. Şimdi ise mağaralarda yaşamak zorunda kalacaktı. Bu durum onu korkutuyordu. Kocaman kayaların bağrında açılmış o deliklerde, kışın ayazında nasıl yaşayabilirlerdi? Hayatında en sevdiği iki erkek de tehlike geliyor demişti. O kayalara oyulmuş deliklerde yaşamaktan başka çaresi yoktu.
Ter içinde kalmışlardı. Karanlık çökmeden oraya ulaşmak zorundaydılar. Gözleri zor gören iki bitkin ihtiyar vardı yanlarında; Ded Leon ve Auda’nın dedesi Armanno. Dağın zirvesine yakın bir yerde mağaralar vardı. Her yan ağaçlıklıydı. Mağaralara ulaştıklarında karanlık çökmüştü. Gökte ay tüm ihtişamıyla parıldıyordu. Ortalık gündüz gibiydi. Auda’nın gözleri Pierre’e takıldı. Ded Leon ve dedesi eşeklere binmiş ve annesi hala atın sırtındaydı. Gerisi de yayandı. Juli hala küskündü. Demircinin oğluna bakıyordu durmadan.
Arınmışların başına kötü şeylerin geleceğini söylemişti Pierre. Konuşurken ki gülümseyen yüzü geldi aklına. Kendi kendine gülümsüyordu. Bir ayak sesi duydu. Sesin geldiği yöne baktı. Yaşlı bilge Yahudi Roni’yi karşısındaydı. Ona doğru koştu annesiyle birlikte. Birbirlerine sarılıp ağlaştılar. Köydeki insanları tek tek sordular. Herkes iyiydi. Kendisi de Pierre’i dinleyerek iki gün önce buraya gelmişti. Auda, minnetle Pierre’e baktı. Amcası Mani de yakın bir zamanda Pirene Dağları’na gelecekti. Yalnız burasını bilmiyordu. Amcasının yapılacak işleri varmış. Bilge Roni’nin konuşmalarını can kulağıyla dinleyerek mağaraya girdiler. İçerisi mumlarla aydınlatıldı. Döşeklerini serip üstlerine oturdular. Auda amcasını görebilme umuduyla sevindi. Hayatında ilk defa böylesi bir yere geliyordu. Küf kokusu vardı mağarada. Rüzgârla birlikte çiçek ve çam ağaçlarının kokuları da burunlarına doluşuyordu.
Yorgunluktan bitap düşmüşlerdi. Auda ile Pierre’in dışında herkes uyudu. Hemencecik dışarıya süzüldüler. Özlemle birbirlerine sarıldılar. Pierre, Auda’nın kulağına fısıltıyla sihirli sözcüklerini sıraladı, ‘’Seni seviyorum ve yarın sana sürprizim var. Hazır mısın?’’ dedi. Auda usulca kafasını evet anlamında salladı. Sonra da mağaraya girdiler.
 

 
Sabah kalktıklarında yağmurun yağdığını gördüler. Yorgunluktan hiçbir şeyi hissetmemişlerdi. Mağaranın girişinde sular şırıl şırıl akıyordu. Auda, mağaranın girişine gelip dışarıyı izledi. Ağaçların dalları yağmur sularıyla yüklüydü. Görüş alanı oldukça daralmıştı. Kayaların arası çiçeklerle doluydu. Yağmurun sularıyla ışıltıları daha da kuvvetlenmişti. Hayranlıkla etraftaki bitki ve ağaçları süzdü. Biri omzundan tutunca dönüp baktı. Pierre, ‘’Hazır mısın sürprize,’’ deyince, o hemen, ‘’Evet,’’ diye cevapladı.
Elini tutup mağaraya girdiler. Dedesinin karşısında oturttu onu. ‘’Dede, torununla nişanlanmak istiyorum. Ne dersin bu işe?’’ dedi.
Torununa baktı. Auda sevinçle gülümsüyordu. Dedesi, ‘’Görebildiğim kadar, siz kararınızı vermişsiniz. Hayırlısı olsun derim. Peki, ailen ne diyecek bu işe,’’ dedi.
Pierre onlarla daha önce konuştuğunu belirtti. Merak edilecek bir şey yoktu. Annesi babası her türlü kararının arkasındaydılar. Onları da ikna edip buraya getirecekti.
Durum kritikti biliyordu bunu Pierre. Sezgilerine güveniyordu. Yalnız ailesi kasabalarını terk etmek istemiyorlardı. Ne yapacağını bilemez bir haldeydi. Mağaranın içi halı ve minderlerle döşenmişti. Demirci Manuelle çalışabileceği bir mağara bulmuştu. Demir dövüyordu yine. Yakında kılıç da yapması gerekiyordu. Demirci Manuelle’nin mağarasına doğru yürüdü. Yanına gidip düşüncelerini aktardı. Önümüzdeki günlerde saldırılar olacaktı. Onun için kılıç, mızrak, ok ve kalkan yapması gerekiyordu. Demirci Manuelle bu sözler karşısında şok oldu. Hayatında hiç savaş aleti yapmamıştı. Bir gün yapacağı da aklına gelmezdi. Ret etti ilk başta. Bağırdı çağırdı. Sonra ikna oldu.
Harıl harıl çalışıyordu Pierre. Getirdikleri buğday tohumları için birkaç yerde iyi toprak buldu. Yeterince tohumluk buğdayları vardı. Zamanı gelince başkalarınca bulunması zor olan, o yerlere ekeceklerdi tohumluk buğdaylarını. Seçtikleri yerler ormanın içindeydiler.
Bir taşı yontup, mağaranın girişine kapak yaptı. Dışarıdan bakan biri, orasının inceltilmiş bir taşla kapatıldığını bilemezdi. Hem ağır da değildi. Her akşam girişi kapatıp rahatça uyuyorlardı. Güvenlikte olduğunu düşünüyorlardı. Yahudi bilge Roni de konuşmalarıyla ders veriyordu herkese. Üretmek, zaman zaman eğlenmek ve üremek gerekiyordu. İnsanlarla güzel bir dil kullanmasını salık veriyordu ikisine. Bu dedikleri olmadan yaşam olmazdı. Hem üretimsiz bir hayat hayvani bir yaşamdan farksızdı. Bilge Roni’nin sözleri, Auda ile Pierre’in üzerinde etki yapıyor ve işlerine daha da sıkı sarılıyorlardı. Demirci Manuelle’ye de yardımcı oluyorlardı. Kılıçlar, mızraklar, oklar, gürzler ve kalkanlar gün geçtikçe çoğalıyordu.
 Birkaç gün içinde evlenmek istiyordu Pierre. Sonunda herkesi ikna etti. Bir eğlence tertiplediler. Yahudi Bilge Roni’nin kavalında eğlenceli nağmeler dökülüyordu. Neşelenmeye başladılar. Birkaç kişi ayağa kalkıp dans etti. Herkes mutluydu. Bir aile kurulmuştu. Onlar da yeni canlar dünyaya getireceklerdi. Bir devir daim dünyasıydı. Birileri gider ve birileri de gelirdi. Şaşmaz bir kuraldı bu.
 Anna mutlulukla kızına bakıyordu. Dedesinin gözleri mutluluktan yaşarmıştı. Ded Leon, halsiz görünüyordu. Eğlencenin bitiminde, Ded Leon Auda ile Pierre’in evliliklerini kutsadı.
‘’İçinizdeki evreni kutsayın çocuklarım. Besleyin onu. Renklendirin. Güzellikler katın. Bilesiniz ki asıl olan candır. Her dil, her din ve her renk dünyanın zenginlikleridir. Onlara saygı duyun. Oldukları gibi kabul edin.’’ Auda gülümseyerek, Ded Leon’a karşılık verdi. Nikâh töreni bitmişti. Dışarıda kuş sesleri yükseliyordu. Ormanın uğultusu içlerindeki sevginin halesini gürleştirdi. Herkesin dudaklarında kocaman bir gülücük vardı. Yeni evlilerin ayrılma zamanıydı.
Onlar için küçük bir mağara düzenlenmişti. Birlikte mağaraya girdiklerinde, Auda’nın kalbi heyecandan parçalanacak gibiydi. Pierre, çalı çırpıyla mağaranın kapısını kapattı. İki mum yaktı. Elbiselerini çıkardılar. Pierre, Auda’nın pürüzsüz vücuduna baktı. Mum ışığı, Auda’nın bembeyaz vücudunda oynaşıyor, mavi gözleri elmas gibi parıldıyorlardı. Sarı saçları pırıltılar içindeydi. Auda gibi eşsiz bir güzele sahip olabileceğine inanamıyordu.
 Auda’nın yanakları utanmaktan kızarmıştı. Yatağın üzerine yan yana uzandılar. İlk dudakları birleşti. İnanamıyorlardı evlendiklerine. Aşkla birbirlerine sarıldılar. Gözlerini şehvetten kapatmışlardı. Pierre, Auda’nın her bir yanına öpücükler kondurdu. Ten kokusunu ciğerlerine çekti. Birbirlerinden utanmıyorlardı artık. Esrimişlerdi. Tüy gibiydiler şimdi. Kuş gibi uçup bulutların üzerine çıktılar. Dünya öylesine güzeldi ki, gökyüzünde biraz daha uçmak istediler. Zorladılar kendilerini. Nihayetinde aşağıya süzüldüler. Gözlerini açtıklarında nefes nefeseydiler.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyandılar. Dışarı çıktılar birlikte. Yaramaz çocuklar gibi sağa sola koşuşturdular. Dağın doruk noktasına doğru yürüdüler. Yanlarında Leydi de vardı. Leydi de onlarla neşelenmişti. Birkaç sefer havlar gibi yaptı. Bırakmadılar havlasın. O da hemen sustu. Doruğa çıktıklarında keskin bir kayanın üzerine çıktılar. Aşağılarda köyler görünmüyordu. Çiçekler, ılık ilkbahar yeliyle salınıyorlardı. Nergis kokuları doluşuyordu burunlarına. Kuşların ötüşleri güzel bir melodi gibi geldi kulaklarına. Bir kertenkele kayanın gölgeliğinde kuyruğunu sallayıp duruyordu. Bir kuş kafilesi gökyüzünü yarıp geçti. Bir pavkırma sesi duyuldu uzaktan.
Doğayı dinlemek güzeldi. Dinlendiriyordu insanı. İnsana yeni bilgiler veriyor ve yeni ufuklar açıyordu. Pierre gözlerini Beziers’ten yana çevirdi. Doğup büyüdüğü yeri görmek istediği her halinden belli oluyordu. Sonra kendisini Auda’nın sevincine bıraktı.
Günler su gibi akıp gitmişti. Yazın nasıl geldiğini anlayamamışlardı. Gökten hızla süzülen bir kuş gibi, yaz yaşamlarına süzülüvermişti ansızın. Geceleri üşümüyorlardı artık. Buradaki yaşamlarına alışmışlardı. Kuş cıvıltıları ve kekik kokularının içindeydiler. Kışı düşünmek bile istemiyorlardı. Dağa tırmanıyor, dere kenarlarını dolaşıyor ve bir yaban keçisi gibi kayadan kayaya sekiyorlardı.
Henüz yeterince yiyecekleri vardı. Bir sorunları yoktu. Herkes aşağıda nelerin olup bittiğini bilmiyordu. Pierre aileme bir şey olur kaygısını taşıyordu yüreğinde. Gözleri karısındaydı. Auda’da onun hüzünlü halinin sebebi ailesini ve kasabasını özlemek olduğunu biliyordu.  Biliyordu ayrılığın zor olacağını, onun için onunla gidecekti. Ne olursa olsun birlikte olacaktılar. Sevinci de, üzüntüyü de birlikte karşılayacaklardı. ‘’Zaten evlilik de budur,’’ diye içinden geçirdi. Mağaranın önünde karşılıklı oturmuştular.
İkisi birden ayağa kalkıp birbirlerine sarıldılar. Annesi de olup bitenleri izliyordu. Havaya hüznün kıvılcımları saçılıyordu. Güneş ortalığı kızıla boyamıştı. Kısa bir zaman sonra da yuvasına çekilecekti.
‘’Geç olmadan Beziers’e gideceğim,’’ dedi Pierre.
‘’Ben de seninle geliyorum, Pierre. Biz karı kocayız. İyi günde de kötü günde de birlikte olmamız gerek.’’
‘’Hayır, tek gideceğim. Hissediyorum kötü şeyler olacak. Seni riske atamam. Buna hakkım yok. Ama burada da kalamam. İnan, ne olursa olsun geri döneceğim. Söz sana Auda. Hem ben öyle kolay bir lokmada değilim. Bir yıl önce gidip Katalan ülkesinde askeri eğitim gördüm. Gerektiğinde savaşmasını biliyorum. Ah keşke beni dinleseler, bir ordu kurardım direnmek için.’’
Bir şey diyemedi Auda. Pierre, sabahın ilk ışıklarıyla çıkıp gidecekti.
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...