Yorgun bedeninin kendisine artık fazla gelen ağırlığını, diğer koluna da girerek hafifletmeye çalıştık.
Arabaya bindiğinde, babamın yüzünde, hüzünle karışık bir gülümseme vardı. Ama hüzün, bastırıyordu zoraki gülümsemesini. Giderken, vedalaşmak bile istemedi; elini öpmemi istemiyormuşçasına, belli etmeden kaçırdı ellerini sanki. Ben de illâ ki öpmek istemedim. Sanki öpersem, babam daha çok uzaklaşacaktı benden.
Lapa lapa kar yağıyor; sert esen rüzgâr, kar tanelerini oraya buraya savuruyordu. Araba hareket etmeden önce, arabanın camından, ışıltısı azalan gözleriyle baktı bana. Benim de gözlerim, babamın gözlerine değdi. Belli belirsiz kaldırdı elini , " alasmarladık" dediğini okudum dudaklarından. Arabanın motoru çalıştı, kapısı kapandı. Kar tanelerinin beyaz elbise giydirmeye çalıştığı araba, alıp götürdü babamı.
Arabanın arkasından baka kaldım. Karla örtülü yolda araba lastiklerinin bıraktığı izler, uzadı gitti. Bahçe kapısından içeri girdim. İşte, babamın, karda bıraktığı ayak izleriydi şunlar. Ve o ayak izleri, evden çıkış yönündeydi. Oysa ben, babamın eve doğru yönelmiş ayak izlerini görmek istiyordum.
Bir müddet sonra, yoğun yağan kar nedeniyle, babamın ayak izleri belirsizleşmeye başladı. Yaklaşık bir saat sonra ise, kar tamamen örtmüştü izleri. İzler kaybolmuştu.
İşte ölüm; karda, ayak izlerimizin kaybolması gibidir.
( Mart / 2008)