Öfkeli Rüzgârlar, Yine İsyanın ve Umudun Şarkılarını Söyledi Karaburun’da

Vildan Sevil kullanıcısının resmi
“yitik adreslere benzer ölüm yanık otlar gibi. Sen bu şiiri okurken Ben belki başka bir şehirde Ölürüm”/Behçet Aysan. (Madımak’ın alevlerine inat, anısına saygıyla…)

Acılar yaşanıyordu yurdumda 

Peşpeşe yakılıyordu kentler 

Bense hep oralardaydım 

Daha yangın başlamadan önce/Ahmet Telli. (Onur konuğu Telli’ye  saygıyla...)

 

Anadolu ve çevresi…

Ve  bütün  öfkeli rüzgârların  kol gezdiği  oyalı kıyılarına tepelerinden bakmaya doyamayan, doyulmayan  Mimas/Karaburun… 

Ey kadim, kanlı ve  hep alevli  coğrafyadaki  bu ülke…

Yine de  direngen topraklar, direngen insanlar…

Zenginlikler için nice iktidar savaşının yapıldığı, nice yobaz saldırının diyarı…

Her özgürlük ve eşitlik arayışının, yobazlığa karşı başkaldırının  vahşetle  ezilişinin diyarı…

Hangisini sayayım?  Derisi yüzülen Nesimi’yi mi?

Baba İshak’tan mı söz edeyim, Bedrettin’den, Torlak Kemal’den, Dede Sultan Börklüce’den mi, Pir Sultan’dan, Dadaloğlu’ndan mı?

Kılıç darbeleri, uçan kelleler… “Kelle mi götürüyorsun?” sorusuyla dilimize yerleşen vahşet!...

Çorum’dan,  Maraş’tan, Sivas’tan, Uludere/Roboski,  Rojava,  Lazkiye’den mi söz edeyim?

Gezi direnişlerindeki  gazlardan ve  yitirdiklerimizden mi? Saymakla biter mi bu vahşet öyküleri?

Kılıçlar, toplar, tüfekler, yangınlar, biber gazları ve Tomalar…

Ve şimdi de topraklarımızda, kapımızın dibinde pusuya yatmış ölüme gebe füzeler…

…………………………

Bu yıl,  Karaburun Börklüce Şiir Günleri’nin  dördüncüsü düzenledi.

Yine bir avuç, eşitlik, özgürlük ve şiir tutkunu aydının olağanüstü özverisiyle.

Kellesi uçurulan  Börklüce’yi unutmayan toplumsal  bellek, Sivas’ta cayır cayır yakılanları unutur muydu?  Etkinlik bu yıl, şair Behçet Aysan anısına düzenlenmişti. Genç yaşta, pek yakında yitirdiğimiz Ahmet  Erhan da anıldı elbette.

……………………………

Behçet Aysan… Doktor, psikiyatrist… Muayenehanesinde paraya para dememek vardı.  Yatırım üstüne yatırım yapmak vardı.  Zengin mi zengin  olmak vardı.

Aysan ne yaptı?  Özgürlük, eşitlik, adalet, barış için savaşıma adadı kendini de mesleğini de… 1993’te,  Sivas yollarına bu nedenle düştü  dostlarıyla birlikte.

Askerin,  polisin  yani koskoca devletin seyrettiği(mi?),  o  tekbir sesleriyle tutuşturulan Madımak Otelindeki  35 kişiden biriydi şair  Dr. Behçet Aysan.

Yüreğindeki  o  tarifsiz acıyı, gururla, akılla, soylu bir başkaldırıyla saklayarak taşıyan, o zamanlar  küçücük bir kız olan Eren Aysan da aramızdaydı  yiğit mi yiğit, tastamam bir insan olan babasını anarken.

Etkinliğin düzenleyicilerinden, Aysan ailesini tanıyan  Sonya  Erem  anlattı, dinledik, öğrendik:

“Eren küçük bir kızdı.  Onu, anne ve babasını, Ankara’da  Kennedy Caddesinde,  çok ufak bir evde tanıdım. Ev öylesine ufaktı ki odaya bir sandalye ve masa zor sığıyordu. (…..) Her akşam, Behçet’in eve dönüp dönmeyeceği de meçhuldü. Yani yaşam, bu küçücük, loş evde, tedirginlik ve yoksullukla geçiyordu.”

Eren Aysan sözü aldı:

“Evet o evde yıllar geçti ve Sonya ile25 yıl sonra, Börklüce Şiir Günleri vesilesiyle yeniden birbirimizi gördük. Sonya Hanım  ‘Babamdan bu bayrağı devraldığımı’  söylüyor.  Hayır! Bu bayrağı ben devralmadım. Burada  mani  söyleyen bu anneler, bu gönül vermiş insanlar, yani hepimiz birlikte devraldık.”

Sonya Erem ve Eren Aysan’ın bu anılarını, etkinliğin ikinci gününde, Badembükü’nde, Parlak Köyü’nde dinledik.

……………………………..

Parlak Köyü kadınları, kocaman kara bir kazanda  kaynattıkları keşkekle ve dillendirdikleri manilerle  şiir sever konuklarını ağırladılar. Herkes doya doya keşkek yedi, şiir, mani dinledi.

Köy kadınları, üzerinde vazo bulunan bir masada, yan yana oturarak, gerektiğinde birbirlerine danışarak manilerini söylediler. Vazonun içine isteyen yüzüğünü atıyordu. Başı kıpkırkımızı, oyalı bir yemeninin duvak biçiminde sarktığı  küçük bir kız çocuğu, vazonun içinden yüzük çıkarıyor, söylenen mani yüzüğün sahibinin ahvaline bir gönderme oluyordu. “Neyse halim, çıksın falım” misali. Ben yüzük attığımda, o görkemli şansım devreye girdi ve mikrafonun sesi kesildi, maniler zorunlu olarak sona erdi. Böylece ahvalimi, maniye değil de Allah’a havale etmiş oldum yine.

Manilerde, aşağıdaki manide olduğu gibi halk ozanlarının da adı geçiyordu. Ancak, manilerin biçimsel olarak türün özelliğini taşımaması, Karacaoğlan şiirlerinde, aşağıdaki dizeleri  bulamamam, Karacaoğlan’a ait olmadığını, onun Anadolu’daki etkisini, belki de anonim bir  şiirde adını anma amacı güttüğünü gösteriyor. Sonuçta, Anadolu’da, şair ve şiir yüzyıllar geçse de kadınların dilinde yaşıyor.

Karacaoğlan der ki

Akıl perişan

İflah  olmaz

Seniylen görüşen (Söyleyen:Vildan Alkış)

***

İki kaşın arasına

Bir nişan ben koydum

Eller koymasa bari

Ben sevsem eller sevmese bari

Ben sarsam eller sarsam bari (Vildan Alkış)

 

Anonim maniler de  vardı:

Erenler erenler

Yüksek erenler

Ermesin yetmesin

Sebep olanlar

Sebep olup da

Seni benden ayıranlar

Evliyse evlat yüzü görmesin

Bekârsa muradına ermesin

Yaşlıysa cennet yüzü görmesin (Vildan Alkış)

Söylenen  anonim manilerde de dizeleri türün biçimsel özelliklerine göre dizmek olanaksız. Bu durum, halk edebiyatının bu en eski türlerinden birinin de diğer halk edebiyatı ürünleri  gibi yok olma sürecine girdiği kuşkusu uyandırdı bende. Elbette, kapitalist gelişmenin kırsalda yaptığı değişiklikler nedeniyle bunu da doğal saymak ama kültürel değerler olarak var olanı da yaşatmak, yazıya geçirmek  gerekecek.

Böylece, köy halkının sıcaklığı, konukseverliği, coşkusu, ilgisiyle mutlandık, gönendik. Onlar da bizleri sevdiler, tekrar davet ettiler.

………………………

Karaburun’da  kültür ve sanata büyük emek vermiş tiyatro adamı, Şıh Ali Yalçın,  sağlığının bozuk olması nedeniyle yine aramızda bulunamadı.

Karaburun’a  ve şiire  gönül vermiş o bir avuç  dost, köyde, çınarın altında, daha önce Şıh Ali’nin sahnelediği,  Pablo Neruda’nın Muruetta’nın Ölümü adlı oyunundan ilgiyle izlediğimiz  bir bölüm sergilediler. Şıh Ali,  sağlık dilekleriyle Parlak Köyünde selamlanmış oldu. Oyuncular, bütün içtenliklerini ve yüreklerini koyarak bizi de oyunun içine çektiler.

……………………….

Saat 17:OO’de Karaburun’a döndüğümüzde, Levent Gedizoğlu’nun  şiirli, müzikli, başarılı  fotoğraf sunumu bizi bekliyordu, severek izledik.

Mustafa Gür’ün sazı ve türkülerden pasajları eşliğinde Mehmet Atal’ın şiirlerini dinledik ardından.

Sevgili Mehmet Atal, üç şiir kitabı (Kızıl Çiçeklerine Narların, Sabıkalı Martılar, Beş Dalında Kiraz) olan ve  İzmir’de yaşayan  bir şairimiz.

Yalın bir dille, çocuksu bir yüreğin duruluğuyla ve kimi zaman çocuksu imgelerle ve hırçınlıkla  şiirini kuran, barışı çağıran, savaşa ve onu çıkartanlara  öfkesini haykıran  bir şairimiz.

“satılığa çıkarılınca koyunlar ülkesi

Koşar gelir dünyanın sömürgecisi

Ülke satarım. İşbirlikçii…

 

Benim ben, çobanların ekesi

Biat eder koyunlarımın hepisi

Ülke satrım. İşbirlikçii…” (Beş Dalında Kiraz-neo liberal çerçi’den/M.Atal)

***

“ölür mü ölü çocuk?

Ölmez

Ölene kadar anası” (Beş dalında Kiraz-nefes alır toprak’tan/M.Atal)

……………..

Sayın  Saadettin Dikkaya, Börklüce Şiir günlerinin önemini vurgulayıp yitirdiğimiz, ilerici bir aydın olan, yazar, şair İskender Özturanlı’yı ve şiirini anlattı bize.

Organizasyona yıllardır büyük verenlerden,  açılış ve kapanış konuşmalarını yapan Cevdet Yüceer ile şair Dilek Özkan, hayran olduğum, gıpta ettiğim belleklerinden yaptıkları seçkiyle Börklüce ‘nin isyan ruhunun ardılları olan şairlerimizden şiirler sundular.

İkinci gün, saat  19:00 olduğunda, “Börklüce’den Behçet Aysan’a” konulu panel başladı.

Paneli, etkinliğin onur konuğu olan, “Biz ki baba ishak gibi/

yollara düşmüşüz çoktan/ ve börklüce'yle birlikte...

selam uçurmuşuz bedreddin'e



Biz ki acının şerbetini içip

kuşanmışız sevdanın çeliğini

ve de varidat'a el basıp

yürümüşüz ihanetlerin üstüne
” diyerek ömrünü ve şiirini o yollarda  sürdüren şair Ahmet  Telli yönetti. Diğer konuşmacılar ise Aydın Şimşek, Eren Aysan, Tuğrul Keskin’di.

Ahmet Telli, gerek birinci gün gerekse ikinci gün yaptığı konuşmalarda, etkinliğin öneminden, Behçet Aysan’la dostluğundan, örnekler vererek onun şiirinden söz etti. Kendi şiirini öne çıkarmaması,  şairlerde az görülen bir  alçakgönüllüğün soluğunu hissettirdi bana. Panelde de özenle diğer konuşmacılara  bıraktı sözü.

“Dövüşen anlatsın

Elimizde acının kehribar tesbihi

ki kayıp durmakta parmaklarımızdan

Ey şair

yine bölük pörçük anlattın

yine eksik bıraktın bir şeyleri/ A.Telli”

 

Diyen ve…

 

“Bunca acıyı

Bunca aşkı

Nasıl da sığdırmışsın yüreğine

İstersen al

Koy kendi ellerinle

Fırtınaları da

Sen

Yüreğin kadar büyüksün

Unutma…/A.Telli”
  dizelerini yazan şairdi  çünkü O…

Panelde, Tuğrul Keskin, Behçet Aysan şiirini ve Bedrettin-Börklüce- Karaburun ilişkisini anlattı. Bu bağlamda Bedrettin’in Varidat’ı İzmir-Tire dolaylarında yazdığını düşündüğünü belirtti.

 Aydın Şimşek,  “Aysan’ın şiirindeki, milliyetçilikten uzak, barışçıl, toplumcu ama bireysel yanı ihmal etmeyen, bireyin duygu dünyasına  dalarak toplum-birey  bileşimini kuran, cinsel imgeleri zarafetle kullanan bir şair olduğunu, evrensel bir şiire yürüyüşünü  vurguladı. (Yaşatsalardı, ah yaşatsalardı…)

Ve Eren Keskin… Aysan’ın bizlere emaneti… Acıyı, gözlerinde sevecenlik ve dirençle gizleyen  genç, güzel kadın…

Hayır!  Eren, acısından hiç söz etmedi. O, bu acılar bir daha yaşanmasın diye, babasının ve siyasi cinayetlerle katledilen nice babanın yakınlarının oluşturduğu bir örgütlenmeyle yürüttükleri savaşımı  anlattı.  Bu savaşımda karşılaştıkları duyarsızlığın, yok saymanın acısı, acıları da acısıydı çünkü.

“Benim babam kahramandı” belgisiyle örgütlenmişler, hukukun peşine düşmüşlerdi acılı aileler. İpekçi, Kaftancıoğlu, Sabahattin Ali, Mumcu aileleri… Diğer siyasi cinayetlerle katledilenlerin  aileleri… 16 aile olarak  yola koyuldular ve 2009’da 28 aile oldular, yine meclisin yolunu tuttular.

Randevularını  kabul eden, zoraki  kabul eden, lütfen kabul eden, ele güne karşı vicdansız denmemesi için kabul eden  kimi buldularsa görüştüler, dertlerini anlattılar. (Bu sıfatlar, Eren’in zarif anlatımından benim çıkarımımdır, özneldir.)

Eren anlatıyor:  (Mealen aktarıyorum)  “Siyasi cinayetlerde zaman aşımının kalkmasını, katillerin bulunmasını istiyorduk. 17.500 faili meçhul siyasi cinayet…

Meclis Araştırma Komisyonları kuruluyor, iki ay çalışıyordu. Sonra  “Devlet  sırrı”deniyor ve katiller bulunmuyor, yıllar geçiyor,  davalar zaman aşımına uğruyordu.

2012’ye kadar, CHP ve BDP bu konuda, meclise 16 önerge  verdi. Sağolsunlar.

İktidar partisi hepsini reddetti.

 MHP, sonradan bizlerle  görüşmeyi de kabul etmedi.

Bizlere ilgi gösteren, görüşen kimi CHP milletvekillerinin içinde, meclisteki oylamaya sıra gelince  partilerinin verdiği önergeye  de ters düşüp ret oyu kullananlar oldu.”

(Burada, bu devlet sırlarıyla ilgili yorumu ve korkunun nedenlerini  çözmeyi siz sevgili okurlara bırakıyorum. Kalemi zaptetmek bazen çok zor oluyor da…)

Etkinliğin ikinci ve son günü böyle bitti.

………………………………………

Etkinlik, Dr. Mete Erem’in yönettiği Karaburun Fotoğrafçılık Kulübü’nün sergisi, Belediye Başkanı’nın  kurdelayı kesmesiyle  ve yıllardır etkinliğe emek veren Cevdet Yüceer’in  kısa açılış konuşmasıyla  başlamıştı.

Terkedilmiş köyleri,  nergisleri, kartalları, yengeçleri, deniz yıldızları, doyumsuz gün batımı, çılgın dalgaları, köylüleri ve dalışlarda çekilen deniz dibi yaşamıyla fotoğraflarda Karaburun’u seyrettik.

Sonya Erem’in ezilerek öldürülmüş bir bukalemun fotoğrafı, Karaburun’a adım adım yaklaşan doğa ve insana yönelik saldırının simgesi gibiydi.

Mustafa Gür sazıyla, onur konuğu Ahmet Telli’nin şiirlerinden bestelenmiş şarkıları seslendirdi.

………………………

Ahmet Telli, “ Bu ülkede mutlu olmak bana bana ihanet gibi geliyor” diyerek, şiirleri gibi bu sözüyle de duygularımızı dillendirdi. Kafası kesilen  Börklüce’den bugünlerin siyasi cinayetlerine ve  dostu  Behçet Aysan’a bağladı sözü, onun şiirlerinden okudu, Ahmet Erhan’ı andı.

Telli, şu ülkede, yaşadığımız bin bir çeşit kıyıma, acımasızlığa karşın, Behçet Aycan’ın dizeleriyle  yine de  umudu  serpti  üzerimize.



“bilirim yarın diye bir şey var

çeliğin su katılmamış yanı

ırmakların geçilecek, fırtınaların dinecek



bir yanı var

ömrümüzün

belki bir gün gülecek.” B. Aysan

…………………………… 

Bir yazımda şöyle demiştim: “…………..dostunuz, sırdaşınız, yakın arkadaşınız oluverir o  ozan/şair. Yaşadığı zamanın önemi yoktur.

Zamansızlıktan gelenlerle, zamansızlığa yürüyenler  bir aradaydı.

Ozan/şair, dönmeyen diliniz, çıkmayan sesiniz olmuştur. Şimdi, birlikte söylersiniz türkünüzü.” demiştim.  

Yine yüreğimiz, aklımız, tinimiz, sözümüz, türkümüz, şarkımız oldu şairlerimiz.

Onlar biz oldu, biz onlar olduk.

Zamansızlıktan zamansızlığa doğru  şairlerimizle ve şiirlerimizle…

07.09.2013

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...