Gezi (Haziran) SanatıI[*]

Temel Demirer kullanıcısının resmi
“Direnmek yaratmaktır!”[1]

 
“Gezi”(/Haziran), “isyan”, “direniş”, “hareket” gibi betimlemelerle anlamlandırılmaya çalışılan toplumsal bir sarsıntıydı, “milat”tı.
Yalanın egemenliğine karşı çıkanların; ibret-i âlemlik yalanlarla mahkûm edilmek istenen gerçekleri hakkında bir “sosyolog” müsveddesinin, “Gezinin ruhunda Kabataş’ın olma potansiyelini gördük,”[2] diyebildiği manipülatif dezenformasyonlara[3] inat hâlâ belleklerde… Hem de her türlü keyfiliğe, baskıya rağmen!
Şükrü Argın’ın, “Bambaşka bir âlemden geliyor,”[4] notunu düştüğü sarsıntıyla; “toplumsal olaylar”a 16 milyon 465 bin 555 kişi katılırken; toplumsal olaylardaki etkinlik sayısı 38 bin 79 olmuş ve 16 bin 992 basın açıklaması yapılırken; Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kabulüyle “kanuna aykırı” gösteri ve yürüyüş sayısı da 3 bin 423 olarak gerçekleşmişti. Toplantı, gösteri ve yürüyüşlere 16 milyon 465 bin 555 kişi katılırken; 8 bin 250 kişi hakkında ise gözaltı veya yakalama kararı çıkarılmıştı.[5]
Her ne kadar Çağlar Keyder’in, “Türkiye’deki çatışmanın altında yatan, yeni orta sınıfın kapkaççı kapitalizme isyanı,”[6] deyip, keyfince eğip/ bükerek “makulleştirilme”ye, “ehlileştirilme”ye gayret ettiği “Gezi”(/Haziran), düzene kitlesel bir itiraz eylemi olarak dönüştürücü/ eğitici deneyimlerle, radikalleşen/ radikalleştiren bir çıkıştı.
Minimalist ölçekli “anlamsızlaştırma”[7] ya da “anlamama”nın muhatabı olan[8] devasa alt üstlük; göklere çıkarılmak istenenleri de yerle yeksan edip;[9] yarattığı Gezizedeler[10] ve Gezizadeler[11] ile egemen blokta çatlakları devreye soktu; maskeleri düşürdü.[12]
Yaratan ve yok eden dinamizminin etkileriyle, izleriyle silinemedi, silinecek gibi de görünmüyor “Gezi”(/Haziran) siyasetten sanata…
Kolay mı?
‘Gezi Eylemlerinin Edebi Niteliği’ başlıklı yazısındaki Hasan Erkek’in ifadesiyle, “Her şeyden önce, Gezi Parkı eylemleri de bütün sahici edebiyat eserleri gibi hayatın tam içinden doğdu. Yazarların kalemlerini harekete geçiren şey ne ise, o eylemleri başlatanların itici gücü de oydu. Sait Faik’in, ‘yazmasaydım çıldıracaktım’ derken sözünü ettiği şey, söz konusu eylemleri başlatan ve sürdürenler için de geçerli olsa gerek,”[13] biçiminde nitelenmesi mümkün olan “Gezi”(/Haziran), Sezen Aksu’nun, “Sadece masallarda olduğunu sandığımız o dayanışma ve paylaşmaya tanık olduk,”[14] dediği şeydi.
 
SANAT, POLİTİKA İLİŞKİSİ
 
“Sanat politik olmak zorunda değil,”[15] iddialarına rağmen her sanat eseri, de facto politiktir. Çünkü sanat, onu var eden toplumsal alanın bir parçasıdır. 
Sanat bir yapma-etme biçimleri, oluş ve düşünüş tarzlarının dağarcığıyken; toplumsal matrisin dağıldığı zaman-mekânlarda (deprem, devrim, ayaklanma gibi kriz anlarında) bu dağarcık -daha sonra tekrar mağarasına çekilmek üzere-, canlı ve somut potansiyeller olarak ortaya çıkar.
Gezi Parkı’nda ortaya çıkan yaratıcılığın ve mizahın sınırlarını zorlayan eylemler ve o eylemlerin sonuçları, siyasal sanatı güncellerken; Marcel Duchamp’la başlayarak, Joseph Beuys’la, kırılmaya çalışılan sanat ile yaşam, sanat ile siyaset arasındaki ayrım olmuştur.
Kaldı ki Gezi’yle güncel sanatın ruhunun buluşması, ‘Direnmenin Estetiği’nin yazarı Peter Weiss’ın bakış açısını da anımsatır: “Biz edebiyata, sanata hangi biçimde olursa olsun ifadeye girişi, politik örgütlenmeyle eşzamanlı ele geçirmeliyiz. Siyasi mücadele içerisinde duran ama bu politik mücadeleyi çok dar olarak algılayan ve onu genişletmek isteyen ve bu mücadeleye, politik yenilenme için verilen bu mücadeleye kesinlikle ait olması gereken, kültürel değişimdir.”[16]
Hayır, asla abartmıyorum!
“Sanat ile siyaset arasında zaten bir ayrım görmüyorum. Sanatsal olanın, bizatihi siyasal olanın kendisi olduğunu düşünüyorum. Martin Heidegger’den hareket edecek olursak, Heidegger’in hep verdiğim örneğidir: Şimşek çakarken kendini aydınlatır, kendini gösterir; kendiyle birlikte dünyayı da görünür kılar.
Dolayısıyla gerçek anlamda ‘sanat yapıtı’ diye bir şeyden söz edebiliyorsak eğer, sanat yapıtının -Gezi Direnişi, gerçek anlamdaki sanat yapıtını da sanatsal olan, sanatsal olay ve eylem kavramıyla değiştirmemiz gerektiğini öneriyor- bunun, kendiyle birlikte, dünyayı da bana görünür kılan bir şey olduğunu düşünüyorum.
Bunun başka örneklerini de verebiliriz. Klee diyor ki ‘Ben görünürün resmini yapmıyorum; ben görünür kılıyorum.’ Ya da Cézanne, ‘Gözleri ilk kez görmeye başlayan bir körün gözlerinin açılması gibi, sanat yapıtından gözleri açmasını bekliyorum.’
Bu doğrultuda sanat yapıtı, daha doğrusu -sanat yapıtı ifadesini sorunlu bulduğum için sanat olayı ya da sanatsal olan gibi yeni kavramsallaştırmalara gitmemiz gerektiğini bir kez daha belirtiyorum- sanatsal olanın bizatihi siyasal olan olduğunu düşünüyorum.”[17]
Kimsenin inkâr edemeyeceği üzere, sanat ve politika ilişkisi sanatın başlangıcından bu yana var olmuştur. (Sanatın verileri politik, sosyolojik, ekolojik ya da vb’i olabilir.)
Bu bağlamda “Sanat politiktir” saptaması bir klişe değil, sanata damgasını vuran realiteden başka bir şey olamaz. Çünkü gerçeklik potansiyel olarak sanat ile yüklüdür ve hareketle biçimlenir/ biçimlendirilir.
 
GEZİ (İSYAN) İLE SANAT (DİNAMİĞİ)
 
Milan Kundera’nın, “Her şey düzenlenmiş, ayarlanmış, yapay, her şey bir oyun, hiçbir şey içten değil ya da başka bir deyişle, her şey sanat,”[18] biçiminde betimlediği “olağan”ın burjuva sanatı karşısında isyancı direnişin ruhu her yer gibi sanata da sızar; biçimlendirir. Çünkü isyancı direniş hareket eder, ettirir, değiştirir.
O hâlde sanatın isyancı direniş bağlamından soyut ele alınması mümkün değilken; her şeyin sanat olmadığı, ancak sanat olabilme özelliğine sahip olduğunun altını ısrarla çizen isyancı direniş kesitleri her şeyi sanatsallaştırır. Constant Nieuwenhuys’un, “Değişim döneminde yaratıcı sanatçının rolü yalnızca devrimcinin rolü olabilir: Boş ve sıkıcı bir estetiğin son kalıntılarını yok etmek, insan zihninde hâlâ bilinçsizce uyuyan içgüdüleri uyandırmak onun görevidir,” saptamasındaki üzere!
Kolay mı?
“Sanat”ın sınırı, sonsuzdur. Sanat ile eylem birbirini çelmeyip, birbirlerini beslerken; sanatsal edime dönmek, eylemlilikle mümkündür.
Tam da bunun için Gezi’ye esas karakterini veren şeylerden birisi de, sanat aracılığıyla özgürleşme deneyimi olmasıdır.
Bunun böyle olmasındandır ki, “Gezi’yle işler değişti. Gezi’de sanatçı magazini, sanat kavgaları, sanatın ölümsüzlüğü/eşsizliği gibi hareli marketing kavramlar yoktu. Ödül, eleştiri, yarışma gibi mevzular işlemiyordu. Sanat vardı amma sanatçı imzaları neredeyse hiç yoktu. Sanat -aynı politika gibi- Gezi Direnişi ile içiçeydi; yaşananın anısıydı…
Sanat, beş duyuyla algılanabilecek herkese eşit bir mesafedeydi. Daha doğrusu sanat, eylemin kendisiydi. Gezi’deki sanat ürünleri, bizzat eylemdekilerin ürettiği ve anıya dönüştürdüğü birer estetik ‘meydana geliş’di…
Velhasıl kimin sanatçı, kimin politikacı; neyin sanat, neyin politika olduğunun ayırd edilemediği böylece sanat ve politika elitinin/profesyonelinin ‘çok’luğun içinde çözündüğü/eridiği bir uzam/zaman oldu Gezi. Olmaklığına da devam ediyor…
Gezi Sanatı’ndan söz edeceksek postlaştırılarak sonlandırılmaya çalışan modern sanatın yeniden doğuşundan söz edebiliriz belki. Gezi Sanatı re-modernizmdir. Zira modern ressam ve yontucuların yapıtlarında ortak bir alt metin var, ‘Sen de yapabilirsin’…[19]
“Sen de yapabilirsin” diye haykıran isyancı direniş süresince her gün çehresini değiştirerek farklı bir “imge gücü” ortaya çıkaran Gezi, gerçek dünyayı mevcut hâliyle kabul etmeyip, saçmalığını teşhir etmeyi amaçlamışken; gündeme getirdiği görsel dinamizm; eleştirinin, protestonun imgelere dönüşmüş hâlidir.
İsyancı direnişin başlangıcından itibaren hızlı ve kontrol edilemez biçimde gelişen görsel üretimi ve paylaşımı direnişi estetize etme işlevi gördü.
Parodik yeniden üretim, aktüel kültürün öğelerini (kültür endüstrisinin öğeleri, ikonları, replikleri, şarkı sözleri, atasözleri, deyimler, sloganlar, vb.) hızla içerisine alıp dönüştürdü ve onlara yeni politik işlevler kazandırdı.
Bu açıdan Gezi, ironi, hiciv, parodi, taşlama, mizah başkaldırısıyken;[20] fotoğraf, video ve diğer tekniklerle önemli bir “estetik” geliştirdiğini unutmamamız da gerekiyor.
Yaratıcı edim, uzmanlaşmayla, profesyonelleşmeyle, sanat olarak hayattan kopartılıp, öldürülmüşken; Gezi’deki yaratıcı pratiği, “Onlar farkında olmasa da” sanat olarak nitelemek gerek.
Onda gözlemlediğimizi pratik, özünde, sanatın dünyayı dönüştürebilir, gerçek bir güç olduğunun kanıtıdır. Çünkü yaratıcılık insanîdir; devrimcidir.
Politik eylemin estetizasyonudur; “Kültürel Devrim”de ileri bir adımıdır.
Coğrafyamızı önemli bir eşiğe getiren “Gezi”(/Haziran) toplumsal sarsıntısı, sanatçıları da etkiledi; motive etti.
Dinamik bir sanat nesnesi olarak ele alınması gereken Gezi, sanatı hayata geri vermektir; eylemin sanatıdır. Bu bağlamda bir sanat nesnesi olarak Gezi’nin isyancı direnişinden söz etmek “olmazsa olmaz”dır.
Evet, “yaratıcı eylemleri”nin sanat olarak tanımlanması gereken Gezi, politik sanat tartışmalarını reankarne etti; tıpkı Mehmet Yılmaz’ın, “Artık sanat dışı amaçlarla gerçekleştirilen gösterilerin de sanatsallaştığı bir ortamda yaşıyoruz… Gezi Parkı’nda ağaç katliamını durdurmak için gençlerin başlattığı barışçı eylemi Polis çok sert bir saldırıyla dağıtmak isterken, hiç beklemediği bir dirençle karşılaştı… Daha önce hiçbir direnişin bu denli sanatsallaştığını anımsamıyorum,”[21] satırlarındaki üzere…
 
GEZİ’NİN (SANATSAL) “NE”LİĞİ
 
Henri Lefebvre’in ifadesiyle, “kente sahip çıkma hakkı” girişimiyle betimlenmesi gereken Gezi isyanı, yaratılmak istenen yeni dünyayı yansıtarak, hayatın bir direnişine dönüşmüşken; “Bu protestoların temelinde ‘sokaklardaki modernizm’ adını verebileceğimiz ‘yeni bir kent tahayyülü’ anlayışı vardır.”[22]
“Daralan kamusal alana nefes aldıran bir meydan hareketi”[23] ve “yağmacı kapitalizme karşı olgunlaşmış bir sınıfsal başkaldırı”[24] olarak da kavramsallaştırabileceğimiz ve Hannah Arendt’in ifadesiyle, “Herkesin önemli olduğu hissini” veren Gezi eylem ile sanat arasındaki bağ yeniden tanımladı.
Mehmet Yılmaz’ın, “Sokağın, isyanın ruhu bu! Doğaçlama gelişen yaratıcılığını kıskanmamak elde değil. Hepimizin alacağı dersler var. Tembel ve yaratıcılıktan yoksun denen gençler, harikalar yaratıyorlar. Sanat eğitimi kurumları, atölye hocaları, sanat tarihçileri ve eleştirmenler yöntem ve programlarını yenilemek zorundalar,”[25] saptamasındaki güncel sanata, sanat siyaset ilişkisini sorgulatırken; “Hangi politika?”, “Hangi politik sanat?”, “Nasıl bir politikası olan sanat?” soru(n)larını gündem maddesi kıldı. Yani Gezi ile birçok şey değişti; kavramlar, bakışlar, analizler!
Kolay mı? Devrimci, isyancı bir direnişti Gezi…
Bilmeyenlere anımsatalım: Devrimde, isyancı direniş günlerinde hayat sanat olur. Devrim ve isyan günlerinde yeni bir yaşam fışkırır. Çünkü devrim ve isyancı direniş zamanı, sanat zamanıdır.
Sanat zamanı, devrim zamanının, devrim olmadan hayal edilmesiyle kurulurken; ortada başka bir ritim, yoğunluk, ton olurken; Gezi’deki 20 isyan günü, 20 gün değildir, daha fazlasıdır, başka bir şeydir.
Ali Artun’un satırlarındaki üzere: “Despotluğa dayanamayan kitleler 31 Mayıs 2013’te birdenbire Taksim Meydanı’nı basarak polis zulmüne karşı barikat savaşı başlattılar. Ve birkaç gün içinde, siyasetten men edilerek, piyasalaşmaya ve oryantalleşmeye (çağdaş bir Osmanlı-İslâm beğenisine) teslim edilmek üzere olan, diktanın kalesi olarak dayatılan bu meydanı işgal ettiler. Burada arzularına göre, paranın geçmediği, paylaşmaya ve dayanışmaya dayalı komünal bir hayat oluşturdular. Bütün çevrelerine sözler, resimler boyadılar. Eylemlerini şiirselleştirdiler. İçlerinden geldiği gibi bağırdılar, çağırdılar, müzik yaptılar. Zorunlu çalışmayı terk ederek ‘oyun oynamaya’ daldılar; yabancılaşmaya son verdiler… Direniş, sonunda nereye varırsa varsın, şimdiden davayı kazanmıştır; dünyamızı değiştirmiştir, muzafferdir.”[26]
Doğrudur: Yaratıcılığın, hem de sanatsal ve isyankâr yaratıcılığın patladığı bir moment olan Gezi ilk andan itibaren müzikle iç içe oldu. Pankartlar ve yazılamalardaki orijinal dil ile sürekli şiire göz kırpıp, ufuk açtı. Özellikle mizah, edebiyat, kamusal sanat faaliyeti ve performans konusundaki hemen her üretimin, “sanat için” değil, “toplum için” yapıldığı bariz nice etkinliğe tanık olduk.
Karşı-kültür olarak kolektif sanatsal üretimin önünü açan Gezi’yi bir parrhesia (doğruyu söylemek), bir hakikât kavgası, bir hastalıktan kurtulma çabası olarak okumak gerekir.
Parrhesia, açık sözlülük, özgür konuşma, doğruyu/ hakikâti söyleme konusunda dürüstlük anlamına gelir; parrhesiastes ise doğruyu söyleyen kişidir.
Parrhesia risk almayla, tehlike karşısında cesaret göstermeyle ilgilidir ve belli bir tehlikeye rağmen (en uç biçimiyle ölüm tehlikesine rağmen) hakikâti söyleme cesaretine sahip olmayı gerektirir.[27]
Yani Parrhesia, konuşmacının dürüstlük yoluyla hakikâtle belli bir ilişki kurduğu, tehlike yoluyla kendi hayatıyla belli bir ilişki kurduğu, eleştiri yoluyla kendisi ve öteki insanlarla belli bir ilişki kurduğu, özgürlük ve ödev yoluyla da ahlâki kuralla özgül bir ilişki kurduğu bir sözel etkinlik türüdür.[28]
Parrhesiastes ise dile getirdiği hakikât aracılığıyla sistemin sahteliğini açık kılan kişidir. Amacı zayıf ve güçlü yanlarını analiz etmek suretiyle sistemi düzeltmek değil, onun yanlışlığını dile getirmektir; sistemin içinde değil sınırlarında yer alır.
Yani Foucault’nun parrhesia’ya ve parrhesiastes’e ilişkin saptamaları Gezi Parkı’nda mevcuttu.[29]
Çünkü sanatın ayağa kalktığı hâldi Gezi, dönüştürücü bir deneyimdi.
Yaşam ile siyasetin, siyaset ile sanatın buluşması olan Gezi bir hakikât kavgası başlattı.
Siyasetin ve siyasal sanatın ne olabileceği, Gezi ile bir kez daha gündem maddesi oldu.
Kolay mı? “Direnen, yardımlaşan, özgür bedenlerin inşa ettikleri bir sanat yapıtıdır Gezi Parkı,”[30] Rahmi Öğdül’ün ifadesiyle…
 
“SONUÇ”: HERKES İÇİN SANAT, HERKES SANATÇI
 
“Ars pro arte/ Sanat, sanat için” saçmalığına inat; Duman’ın, “biberine gazına/ copuna sopasına/ tekmelerin hasına/ eyvallah/ saldırın bana utanmadan sıkılmadan/ gözlerim yanar ama ezilmedim azalmadım/ özgürüm dedim hâlâ/ haklıyım dedim hâlâ sana/ insanım dedim hâlâ/ vazgeçer miyim söyle bana,” nakaratıyla egemenlere meydan okuyan “Gezi Direnişi, direnişin daha ilk gününden itibaren kendi sanatını da yaratmaya başladı. Belki de sanat, tarihinde ilk kez bu kadar halk tarafından, üretilip, ‘halk için’ oldu. Yaratma kaygısı, kurgusal olanı aşarak Gezi İsyanı ile gerçekle buluştu…
Gezi Direnişi’ni büyük bir halk ayaklanmasına dönüştürmede, ayaklanmanın kolektif özdeki bireylerin sanatsal yaratıcılıkları çok önemli rol oynamıştır. Gezi’nin paradigma depremleri bir çok alanda olduğu gibi sanat alanında da yeni vadiler açtı. Sanatın politik ve/veya kolektif olabileceği önümüzde açılan ufuklardan ikisi. Gezi sürecinde sanat kolektiflerinin oynadığı güçlü rol ve geniş kitlelerin sanatsal yeteneklerinin açığa vurması, birey sanatçıların da kolektif çalışmalar yapmasını ateşledi.”[31]
“Kamusal Alan”ın yaratıcı sanatsal karakterini öne çıkartırken; “Hafızanın canlı tutulması ve taleplerin dile getirilmesinde Street Art’ın yaratım olanakları büyük rol üstlendi.”[32]
Gezi’deki isyancı direnişin yarattığı imgeler ve eylem biçimleri, Pablo Picasso’yu, Marcel Duchamp’ı, ama özellikle de Joseph Beuys’un “genişletilmiş sanat” kavramını yeniden düşünmemizi sağladı.
Beuys’a göre, genişletilmiş sanat; bir yandan yaşam-siyaset-sanat arasına çekilen, sanat için sanat odaklı pürist/modernist sınırın ihlâl edilmesi, ortadan kaldırılması demekti.
Bu da herkes için sanat ya da herkesin sanatçı olabildiği hâldi. Saptamam elbette birilerinin itirazlarına yol açabilir. Hatırlatayım, “biçimcilik” konusunda şunları der Bertolt Brecht:
“Sanatta biçime ve biçimin gelişimine önem vermenin gerekmediğini söylemek, saçmalıktan başka bir şey değildir. Biçimsel yenilikler getirmeden edebiyat yeni toplum katlarına yeni konular ve yeni görüşler de getiremez. Evlerimizi Elizabeth çağındaki evlerden değişik biçimde yapıyoruz, oyunlarımızı kuruşumuz da değişik. Shakespeare’in oyun kurma yönteminde direnseydik, Birinci Dünya Savaşının nedenlerini, sözgelimi, bir bireyin (Kaiser Wilhelm’in) kendi üstünlüğünü gerçekleştirme isteğine, bu isteği de bir kolunun öbüründen kısa olduğuna bağlayacaktık. Bu da saçma bir şey olacaktı. Asıl biçimcilik bu olacaktı: Belli bir yapı yöntemini korumak için, değişen bir dünyanın getirdiği yeni görüş açısını benimsememek için direnmiş olacaktık. Böyle olunca, yeni konuları eski biçimlere sokmaya kalkmak, yeni biçimlere sokmaya kalkmak kadar biçimciliktir… İnsanlığın gözlerine atılan tozu silmesinin en önemli şey olduğu bir dönemde düzmece birtakım yeniliklere karşı çıkmak gerektiği de açıkça ortadadır. Gene açıkça ortadadır ki, artık geçmişe dönemeyiz, bu yüzden gerçek yeniliklere doğru ilerlemek zorundayız. Ne büyük yenilikler hazırlanıyor çevremizde… Sanatçılar nasıl çizecekler bütün bu yenilikleri sanatın eski anlatım araçlarıyla?”[33]
Eskiyi aşan, isyancı direngen yeni biçim(leniş)lerle herkesin sanatçı olduğu bir toplum, Joseph Beuys’un özlemlerinin gerçekleştiği yerken, hafızanızı tazeleyin:
30 Mayıs Perşembe sabahı polisin ilk müdahalesi tarihe kaydedilirken, bir gün sonra, 31 Mayıs 2013 gecesi yeni bir şey başladı.
Çoğunluk neyin başladığının farkında değildi; 1 Haziran 2013 akşamüstü polisler, Taksim’den ve Gezi Parkı’ndan çekildi.
Artık başka bir süreç başlamıştı. Çoğu kişinin yüzünde şaşkın bir tebessüm vardı. Müzikler, anonslar, şarkılar, danslar, alaylar, yardımlaşmalar, çadırlar, yazılar, bayraklar, sloganlar, direniş tezgâhları açılmıştı.
Her yer bir isyancı bir şenlikti ve Joseph Beuys’un, “Her insan bir sanatçıdır” sözü bir kez daha Gezi’de somutlanırken; hayat sanat, sanat da hayat olmuştu.
Sanat bu mudur? Belki, bugün burjuvaların anladığımız biçimde değil! Bugün “Herkes için sanat ya da herkesin sanatçı olabildiği hâl”den söz ederken; daha adı koyulamayan veya adı konulmaktan çekinilen bir gelecekten söz ediyoruz ki, Gezi bunun işaret fişeğiydi.
 
19 Mayıs 2016 11:22:24, Ankara.
 
N O T L A R 
[*] Yeniden Sanat ve Hayat, No: 46/ 4, Yaz 2016…
[1] Gilles Deleuze.
[2] İsa Tatlıcan, “Sosyolog Nurhayat Kızılkan: Gezicilerden Çalınmış Olan Gezinin Ruhunda Kabataş’ın Olma Potansiyelini Gördük”, Sabah, 9 Mart 2015, s.16.
[3] Mesela Halil Berktay Gezi’ye katılan grupların, AKP’nin yıkılmasıyla Türkiye’nin ödeyeceği bedeli düşünmedikleri vurgusuyla, “Meşru ve demokratik bir siyaset vicdanı olmayan bir kesim var orada; ben bunlara devirmeci muhalefet diyorum,” diyebildi. (Nil Gülsüm, “Halil Berktay: Devrimci Değil Devirmeciler”, Yeni Şafak, 2 Haziran 2014, s.6.) Ayrıca bkz: Hilal Kaplan, “Taksim Ruhu, Rabia Ruhu”, Yeni Şafak, 19 Ağustos 2013, s.16; Yasin Aktay, “Gezi’ye, 17 Aralık’a Rağmen 3. Havalimanı”, Yeni Şafak, 9 Haziran 2014, s.8; Mahmut Övür, “Gezi’yle Lice’yi Buluşturma Tuzağı”, Sabah, 12 Haziran 2014, s.28; Atilla Yayla, “Gezi’den Geleceğe Ne Kaldı?”, Yeni Şafak, 3 Haziran 2014, s.10.
[4] Şükrü Argın, Gezi’nin Ufkundan: Liberal Demokrasinin Krizi/ Kamusallık ve Sol, Agora Kitaplığı, 2014.
[5] “Bir Yılda 38 Bin Eylem 16.5 Milyon ‘Eylemci’…”, Evrensel, 16 Temmuz 2014, s.3.
[6] Tuğba Tekerek, “Prof. Keyder: Ahbap Çavuş Kapitalizmine İsyan Ediyorlar”, Taraf, 30 Haziran 2014, s.7.
[7] “Gezi büyülüydü. Ancak şu da bir gerçek ki hakkında yazdığımız ve konuştuğumuz; anlatmaya ve anlamaya çalıştığımız ölçüde; siyasete indirgeyip, projelendirmeye çalıştığımız oranda büyüsü bozuldu. Şu anda bahsetmek dahi beni yoruyor, zorluyor. Yine de son kez bahsedelim. Gezi’den değil de, Gezi’den arta kalanlardan. Sosyal bilimci olarak değil de kişisel olarak… Şimdi Gezi’den bahsetmek hakikâten kolay olmuyor. Taksim’de gezerken bazen gözlerim doluyor, içim sıkılıyor. 15 gün dile kolay. Bir ömür de olabiliyor… Velhasıl Gezi büyülüydü. Ama Gezi’den arta kalan deyince... Gezi’de eksik olan tevazuydu. O tevazusuzluk ne yazık ki bugün Türkiye’de yaşanan düşmanlık iklimini besliyor. Gezi’de hayrandı insanlar kendisine. Eylemine, bilgisine, mizahına, yaratıcılığına... Üstelik siyasete eklemlendiğinde; Erdoğan’ın da müthiş hamlesiyle, kendisinden, kendine sevgisinden vazgeçemedi. Genişleyen bir dil kurmakta zorlandı. Gezi’den bana arta kalan: İnsanda, eylemde, fikirde tevazu.” (Nazan Üstündağ, “Şimdi Tekrar Gezi İsyanı”, Gündem, 2 Ocak 2014, s.8.)
[8] BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, eylemlerin tüm ülkede gerginliklere neden olması üzerine yine devreye girip, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Vekili Bülent Arınç ile görüşerek, “Benim bugünkü görüşmelerden edindiğim izlenim demokratik süreçlerin süratle devreye girdiği. Halkta oluşan farkındalığın devlet ve hükümet nezdinde de oluşmaya başladığını gördüm. Yoksa bu güne kadarki yaklaşımla bir mahalle kavgasını bile böyle ayıramazsınız. Sürecin taraflarını kabul edip, meseleyi tüm yönüyle anlamaya çalışmakla mümkün,” (“Artık Parkta Şölen Vakti”, Radikal, 5 Haziran 2013, s.10-11.) demişti!
Taksim’de yaşanan olaylarla ilgili açıklamalarında, bir gazetecinin, “Gezi Parkı’ndaki olayları, sürece vurulmak istenen bir darbe olarak görüyor musunuz?” yönündeki sorusuna BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, “Ulusalcı, ırkçı, milliyetçi kesimler, ‘Kürt sorunu ile ilgili başlayan müzakere sürecini nereden baltalayabiliriz?’ diye arayış içindeler,” (“Demirtaş’tan Bir Garip Açıklama”, Cumhuriyet, 2 Haziran 2013, s.4.) yanıtını vermişti!
Tayfun İşçi de, “Gezi eylemlerinden sonuç olarak bozkurt CHP çıktı,” (Tayfun İşçi, “Gezi Eylemlerinden Sonuç Olarak Bozkurt CHP Çıktı”, 24 Mart 2014… birlik_hareketi@googlegroups.com) diyebilmişti!
Bunlar (ve benzerleri) üzerine Cemil Bayık, Gezi Parkı protestoları sırasında Kürt siyasi hareketinin hata yaptığını ve çeşitli gerekçelerle eylemlere zayıf katıldığını belirterek, “Bu gerekçeler yanlıştı” dedi… Gezi Parkı eylemlerine, “Süreç zarar görebilir” diye mesafeli yaklaştıklarını, bunun yanlış bir tutum olduğunu söyleyen Bayık, “Demokratik siyasetin önünü açan bir eylemdir. Dolayısıyla bu, çözüm sürecine de hizmet eden bir eylemdir. Ona katılmama, tereddütler yaşama yanlıştır,” deyip; Gezi’ye mesafeli yaklaşmalarına yönelik tavrı ise şöyle açıkladı: “Neden onu yaşadılar? Birincisi, ‘Katılırsak, devlet Türkiye’deki demokrasi güçlerine saldırabilir, eğer katılmazsak saldırı olmayabilir, o zaman bu hareket daha güçlü gelişebilir’ diye düşünüldü.” (Namık Durukan, “Bayık: Gezi’de Yanlışlar Yaptık”, Milliyet, 30 Ağustos 2013, s.23.)
[9] Gezi eylemcilerine kapılarını açtığı için eleştirilerin hedefine oturan Divan Otel’in sahibi Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, istemeden olayların ortasında kaldıklarını söyledi. (“Mustafa Koç: Gezi Olaylarının Ortasında Kaldık”, Taraf, 19 Eylül 2013, s.7.)
[10] Fazıl Say, Beren Saat, Levent Üzümcü, Elçin Sangu, Ersin Korkut, Bergüzar Korel, M. Ali Alabora, Gonca Vuslateri, vd’leri…
[11] Yavuz Bingöl, Alev Alatlı, Şafak Sezer, Hülya Avşar, Necati Şaşmaz, Zerrin Özer, Eser Yenerler, Ece Erkan, Şahan Gökbakar, vd’leri…
[12] Gezi Parkı’nda ön saflarda yer alıp, röportajlarında “Gezi’ye gittim, yine giderim” diyen Oktay Kaynarca, daha sonra “Gezi Parkı başlı başına bir hataydı,” diyebildi. (“Oktay Kaynarca: ‘Gezi Başlı Başına Bir Hataydı’…”, Hürriyet, 18 Nisan 2015… http://www.hurriyet.com.tr/kelebek/paparazzi/28768681.asp)
[13] Volkan Hacıoğlu-İsmail Biçer, Gezi Direnişi Şiir Antolojisi, Artshop Yay., 2014.
[14] “Sezen Aksu: Gezi Direnişiyle Masallarda Anlatılanlara Tanık Olduk”, http://www.ozgurmedya.org/sezen-aksu-gezi-direnisiyle-masallarda-anlatil...
[15] Murat Germen, Sanatatak, 4 Eylül 2013… http://sanatatak.com/view/Murat-Germen/427
[16] Peter Weiss, Direnmenin Estetiği, Çev: Çağlar Tanyeri-Turgay Kurultayİletişim Yay., 2013.
[17] Zeynep Sayın, “Gezi Parkı, Kimlik Siyasetinin Ötesine Geçti”, 3 Ağustos 2013… http://sanatatak.com/view/Gezi-Parki-kimlik-siyasetinin-otesine-gecti/386
[18] Milan Kundera, Yavaşlık, Çev: Özdemir İnce, Can Yay., 2000.
[19] Açık Koyu, “Gezi ve Sanat”, 21 Ağustos 2013… https://acikkoyu.wordpress.com/2013/08/21/gezi-ve-sanat/
[20] “Otoritenin en büyük düşmanı ve onu zayıflatmanın en kesin yolu, kahkahadır.” (Hannah Arendt, Şiddet Üzerine, çev: Bülent Peker, İletişim Yay., 1997, s.51.)
[21] Mehmet Yılmaz, Modernden Postmoderne Sanat, Ütopya Yay., 2013.
[22] Artun Avcı, “… ‘Ütopya Açlığı’ Olarak Gezi’nin Mizahı”, 30 Aralık 2013… http://www.e-skop.com/skopbulten/direngezi-%E2%80%9Cutopya-acligi%E2%80%...
[23] Nilüfer Göle, “Gezi: Bir Kamusal Meydan Hareketinin Anatomisi”, 8 Haziran 2013… http://t24.com.tr/yazi/gezi-bir-kamusal-meydan-hareketinin-anatomisi/6824
[24] Ö. Göztepe, “Korkut Boratav’la Söyleşi: ‘Olgunlaşmış Bir Sınıfsal Başkaldırı’…”… http://www.sendika.org/2013/06/her-yer-taksim-her-yer-direnis-bu-isci-si...
Boratav bu söyleşide Gezi “hadise”sinin neden olgunlaşmış bir sınıfsal hareket sayılması gerektiğini şu ifadelerle anlatıyordu: “Gezi, olgunlaşmış bir sınıf hareketidir; zira (Taksim projesiyle) yapılan, toplumun (halkın) geçmiş kuşaklarından devralınmış ortak varlıklarının siyasi iktidarlar tarafından kapkaççı bir burjuvaziye peşkeş çekilmesidir. Direnenler, bir anlamda, geçmiş kuşak halklarının bugüne devrettiği ortak varlıklarının burjuva mülkiyetine dönüşmesine karşı çıkıyorlar. Başbakana baktıklarında bu özelliği algılıyorlar ve bu nedenle tepki gösteriyorlar. Bu anlamda üst düzeyde, olgunlaşmış bir sınıfsal tepki söz konusudur.”
[25] Mehmet Yılmaz, “Sanat, Piyasa ve Küreselleşme” başlıklı bölümden… Sanatın Günceli Güncelin Sanatı, Hazırlayan: Mehmet Yılmaz, Ütopya Yay., 2012.
[26] Ali Artun, “Mucize”, 9 Haziran 2013… http://www.e-skop.com/skopbulten/mucize/1336
[27] Michel Foucault, Doğruyu Söylemek, çev. Kerem Eksen, Ayrıntı Yay., 2005, s.14.
[28] Michel Foucault, Doğruyu Söylemek, çev. Kerem Eksen, Ayrıntı Yay., 2005, s.17.
[29] Nazile Kalaycı, “Hakikât Kavgası: Bir Parrhesia Olarak Gezi Parkı”, 19 Temmuz 2013… http://www.e-skop.com/skopbulten/hakikât-kavgasi-bir-parrhesia-olarak-gezi-parki/1407
[30] Rahmi Öğdül, “Gezi Parkı Bir Sanat Yapıtıdır”, Birgün, 13 Haziran 2013… http://rahmiogdulbirgun.blogspot.com/2013/06/gezi-parki-bir-sanat-yapiti...
[31] Yusuf Aksoy, “Gezi Direnişi Kendi Sanatını da Üretti”, 4 Ağustos 2015… http://siyasihaber3.org/gezi-direnisi-kendi-sanatini-da-uretti
[32] Aygün Şen, “Gezi Parkı ve Direnişin Estetiği”, Yeniyol, No:3, Temmuz-Ağustos 2013… http://www.academia.edu/9754706/Gezi_Park%C4%B1_ve_Direni%C5%9Fin_Esteti...
[33] Ernst Fischer, Sanatın Gerekliliği, Çev: Cevat Çapan, Sözcükler Yay., 2012, s.137-138..
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...