Eğer, sana ütopya geleni mucizeye çevirmek istiyorsan, öncelikle savunduklarının arkasında duracaksın.
Mücadelen eşitlik ve özgürlükse, işe tarih öncekilerin bile hesabını sormakla başlayacaksın.
İnsanım, bireyim, kadınım, anneyim diyorsan seni yok sayan o bağnaz ziyniyeti hiç düşünmeden sen de yok sayacaksın,
Unutma! Uygarlık sandığın o çağ dışı yaşamın bile hemcinslerinin kirletilmiş cesetlerinden oluşmaktadır; onun için geçmişini iyi bilecek, geleceğinden ödün vermeyeceksin.
Yoksa doğuranına inandırılan o kader edebiyatı gibi sen de her şeye inanmak zorunda kalacaksın.
Ezber bozmak düşlerine ulaşmanın yoludur.
Bedenini bu yolda siper eden, ölümsüzlüğünü mücadelesi ile kazanan dünyanın bütün onurlu kadınları, sizleri saygıyla selamlıyoruz.
Yolunuz, yolumuz, ışığınız, ışığımız olacaktır.
Gülser Han
Sandıkta saklanan çeyiz misali, yürek gizlerini paylaşan cesur kadınlara selam olan bir hikaye… Çıkış noktası 8 Mart olan ve bir anlamda Yeter, Şükran, Meryem, Suzan, Zelal, Burçak, Birgül ve Değer adlı kadınlarımızın da, çığlığı… Roman, “Denizin engel tanımaz dalgası gibi” coşan yüreğiyle “kadın” olmanın anlamını kavrayan Değer’in apartmandaki komşularını 8 Mart günü evine çağırıp doğal bir söyleşi ortamı yaratmasıyla başlıyor ve kadın olma bilinciyle söyleşiler devam ediyor. Örnek bir dayanışma sergilenen roman, Che’nin şu düşüncesiyle sonlanıyor: “Kalkın kadınlar ve unutmayın ki bizim size ihtiyacımız var. Çünkü biz inanıyoruz ki, dünyanın yarısı siz iseniz, devrim kavgasının yarısı da siz olmalısınız.”
ÖNER YAĞCI