Feto mu FETÖ mu?

Yıldız Karagöz kullanıcısının resmi
“O” harfi ile isimleri kısaltmak Kürtlere has bir özelliktir çoğunlukla. Memo, Silo, Fato, Ayşo, Zelo gibi… 15 Temmuzdan beri tüm medya organlarında bir FETO sözcüğü sağa sola çarparak almış başını gidiyor. Sokakta bile tanıdık iki Türk insanı karşılaşınca, selamlaşmalarından sonraki ikinci kelime FETO’dur.

“Ay gız biz bu FETO’NUN bir terör örgütü olduğunu nasılda bilemedik.”, “Yav bu FETO nasılda bize kendini yutturmuş!” diyenler sanki her şeyin farkında olan insanlardı da, birden  “Aman şükürler olsun uykudan uyandık” edasına giriyorlar. Onlar bu koyu tartışmalarla gün geçirirken, yeni bir uykuya hazırlamak için FETO muhabbetini bir ninni gibi uzatıp giden dev babalarının farkındalar mı?
Hele şu gözlerindeki çapağı iyice bir yıkayıp da baksalar, dün mübarek olan bu insanın bugün neden bu kadar vatan haini olduğunu anlamazlar mı? Üstelik kısa zaman önce can ciğer kuzu sarması olanlar, birden neden vatansever ve vatan haini olup ikiye bölünüverdiler? Soru sormaktan kaçınan bir toplum olmasaydık eğer, elbette bir zamanlar bu günlerin Türkiye’sini inşa eden yol arkadaşların asıl dertlerini çözebilirdik belki de.
Bilinen bir gerçektir, Gülen cemaatinde etnik kimliğinden uzak ümmetçilik hikayesiyle uyutulan önemli bir Kürt kesim var. ama vakit yatsı vaktine yaklaştı, yalancının mumu da sönme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Çünkü ümmet bayrağı altında kendilerine özgün bir yaşam bulabileceklerine inan dindar Kürtler de yine din afyonu ile uyuşturulduklarını göreceklerdi. Acaba işe önce su ümmetçilik hikayesi ile uyutulan kürtlerden mi başlamak gerekmişti. Zira hemen akabinde OHAL sadece kürtlerin yaşadığı bölgelerde işlev görmeye başladı.  En iyi Kürt olü Kürt’dür düşüncesi ile etnik temizliğe çıkan süpürgecilerin işi olmasın bu. Ya da kurulan yeni saray yönetiminde içten iktidar ve taht savaşı mı vardı,  Her gün dizilerle mayışan bir halkız ama aslında diziler bile bize çok şey öğretiyor. Oysa Muhteşem Yüzyıl dizisi ağzından kaçırıvermişti bize bu sorunun cevabini. 
 Neyse, Feto’nun  daha önce saygın olan namı diğer adı ile FETHULLAH GÜLEN cemaatinin öncesini ve sonrasını, aslında bir terör örgütü müdür, değil midir tartışmasını yapacak değilim. Zaten gına gelmiş. Uzun uzadıya her yerde, her masada analiz konusu edilmesini de anlıyorum. Ama artık yutamıyorum ben de bayağı bir kabızlık yapıyor.
Bu günlerde yine eski mesleğim sarmış beni. Dikiş, nakış, el sanatları, ev dekorasyonu vs. evdeki tüm kumaşları, iplikleri ortaya döktüm. Dikiş makinesini kurdum. Değmeyin bana… Eski pano desenli eşarplardan duvarlara pano, kırpık parça kumaşlardan perdeler, yastık ve sandalye kılıfları, nevresimler, mutfak önlükleri ve elbezleri, eski ipek kravatlardan bir elbise tasarımım, Kürdistani desenli kumaşlardan da yeni elbiseler var kafamda.
Bu kadar pılı pırtının içinde kaybolmamak için makinemi söyle bir televizyonun karşısına kurdum, kumandayı ilk defa kimseyi kırmadan elde etmeyi başardım. Yanıma laptopumu da aldım. Her ihtimale karşın televizyon sarmazsa, sesli kitap dinlemek için. Önce televizyon kanallarını gezerken hep kopuk olduğum ve istediğim halde bir türlü bağlanamadığım su meşhur dizilerden birini izlemeye karar verdim. (Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz)
Aslında şiddet içerikli bu tür filmlerden hiç hoşlanmam. Fragman görüntülerinden bile nefret ettiğim Kurtlar Vadisi dizisinin yanında, bu dizi ucundan azıcık çekmişti beni. Nede olsa büyük aile geleneği ile işlenen kadınlar da senaryonun konusuydu. İzleyebildiğim kadarı ile kadınlar ve onların dünyaları ile ilgileniyordum. Uzun zamandan beri hiç izlemediğim Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisini ilk defa büyük bir motivasyon ile izlemek istedim. Merak ediyordum acaba senarist kadınlarla ilgili neler işlemiş diye.
Bir yandan da rahvan hızında koşan bir at gibi işleyen dikiş makinemle bir nevresim ve bir dizi de cicili bicili mutfak bezi dikip bitirmeme rağmen, film dönüp dolanıp temcit pilavı gibi 15 Temmuzu, CİA, MİT’i ısıtıp ısıtıp seyircinin önüne koyuyordu. “Hımm! Zararı yok dev baba film setini ziyaret etmiş olur o kadar.”  deyip aldırmadan izlemeye çalıştım. Ama senaryocu o kadar çok bu konuları işlemişti ki bir türlü kadınlar konusuna gelemedi. Senaristin  elinde filmi örecek daha fazla kırmızı iplik kalmadığından, az önce ördüklerini tekrar söküp örmeye başlayınca; “bu kadarı da fazla oldu. yeter!” diye dayanamayıp başka kanallara geçtim.
Zaten televizyonum altı Türk kanalı ile sınırlı. Haberleri izlemeye başladım. Yine FETO, PKK, PYD, tüm bunlardan mustarip bir devlet… ve devletin sözcüsü gibi çıkıp orada konuşanlar… devletin PKK ile PYD den muzdaripliğini herkes bilir. Bu örgütler kürtlerin etnik kimlik savaşını veriyor. Ya da, kürtlerin kimlik yaralarını kaşıyor. her neyse her kesimin kendine göre bir görüşü var bu örgütler hakkında. Bir de Marksist Leninnist tabanlı  oldukları için ideolojik olarak da tüy ürperttiriyorlar saraya. Ama, Gülen cemaati öyle degildi ki…
  Off! Bir de uzun zamandır FETO değil de FETÖ, FÖTÖ, diye telaffuz eden spikerler yok mu? Her seferinde de şu Beyaz Türkler bir türlü düzgün telaffuz edemiyorlar bu kelimeyi diye söyleniyordum. Nede olsa sonu “o” harfi ile biten tüm kısaltılmış isimler Kürtler ve taşralılara ait bir söylemdi.
 Bu arada kızım:
 “Hayır, anne spikerler doğru telaffuz ediyor. FETO adamın adı, FETÖ ise örgütün adı” demez mi?
“Neee! Şu çok saygın adama ironik bir isimden sonra örgütüne de mi isim bulmuşlar. Vayyy!” diye hayretle açtığım ağzımı kapatmayı unutmuşum. Kızım:
 “Yine düşmedi jeton. Hâlâ açık kaldı ağzı annemin” dedi.
“Yok, yok jeton düştü, düştü kızım da… “Vay be!`` diye sessizce düşünmeye başladım.
Önce darbe oldu, yangın söndürmeye çıkan itfaiye arabaları gibi tanklar boğaz köprüsünü kapatmıştı. Asker hiç görmediğim güçsüzlükte, en ufak bir rüzgârla savrulup gidecek zayıflıkta duruyordu televizyon görüntülerinde. Ve çok geçmeden akıllı telefonlarıyla görüntülü olarak, “Korkmayın biz iş başındayız. Bu bir kalkışmadır, püskürteceğiz.” diyen yöneticiler göründü ekranlalarda. Sonra merkezi bir sitemle yetmiş milyonluk Türkiye avuçlarındaydı. Ardından birden hepsini sokağa salıverdiler.
Yıllar öncesinde “ses kaydıyla, merkezi sitemle ezan okutulmasının İslam’ın ruhuna aykırı” olduğunu söyleyenler, o gece ve ertesi günlerde de aralıksız ses kaydı ile ezan ve sela okuttular. Üstelik İslam’ın hiçbir vaktine, şartına uymayan bir usulle…
Hele bir de yerinden hiç kıpırdamadan mikrofonun yönüne göre “Muhterem Konyalılar, Çok Değerli Kürt Kardeşlerim, Sevgili Kahramanmaraşlılar, bilmem ne Erzurumlular, Kayserililer, İzmirliler…” diye herkesin nabzına şerbet olacak sözcüklerle başlayan ve aynı metinle defalarca yapılan konuşmaların yarattığı psikolojik durum ise ayrı bir analiz konusuydu başlı başına.
 Birkaç saat içinde ülkede darbe mi oldu ya da kalkışma mı oldu anlamadan, her yer vatan-millet-Sakarya moduna girmişti bile. Bu sefer topraklarımıza göz diken Ege’den kıskanç Yunanlılar değildi, Karadeniz’den Ruslar da değildi, Doğu’da, Güneydoğu’da Araplar ve Persler hiç olamazdı. OHAL’i ilan etmek için bu defa düşman, PKK kadar tehlike olan GÜLEN ve cemaatiydi. Şu FETO işin ölçüsünü mü kaçırmıştı, yoksa birileri onun şu hani yılan oğlu niteliğindeki halka korku salan ismini mi kullanmıştı? Zaten en akıllı insanimiz bile hâlâ işin içinden çıkabilmiş değil!
 Hani öyle bir isim ki ortalığı Kerbela’ya çeviren… Yutsan hazmedemezsin kabızlık yapar, tükürüp atsan bulaşıcı hastalık taşıyanlar gibi karantinaya alınma korkusu var. Tüm bunların yan ısıra her şeyi çok iyi anlayıp biliyormuş gibi ağırbaşlı, mütevazi, uslu bir sürümüz de var. Bu sürünün başındaki koç boynundaki çanını istediği yöne sallayarak, korkunç bir gürültüyle yol almış gidiyor. Bakalım nereye…?  
10 Kasım 2016 Reyhan Işık
               

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...