Doğumum/ Nesrin Özyaycı

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
O bir dağ gelinciği

Ne koklayabilirsin
Ne dokunabilirsin
Ne de elini sürebilirsin
O kadar ince, dikenler içinde
Fırtınalar götürdü onu
İnce yaprakları titrek
Etrafına zevk veren, neşe veren
Umut veren
Bir dağ gelinciği O

Yaşlı ve yorgun eline aldığı tarakla gümüş rengindeki saçlarını usulca tarayan annemi dinliyordum. Yılların içinde biriktirdiği anılardan özenle seçtiği kelimeleri bir şair ustalığında birleştiriyordu dilinde tane tane. Damarların mavisi, elinin derisinde bir ırmağın incecik kolları gibi duru ve belirgin görünüyordu. Bana, beni her anlatışında ilk kez dinliyormuşçasına heyecanlanırdım, doğumumu onun dilinden defalarca dinlememe rağmen. Sesini, hiç konuşmadan, pür dikkat, derin bir iç huzuruyla dinlerdim; cümleler arasına giren düşünceli hallerini seyrederdim, sessizliğin içinde.

“Bir hazan mevsiminin ilk gününde doğdun. Eylül’de, yaprakların sarıya durduğu, güneşin veda buseleri savurduğu günlerden bir gündü…”
Cuma salası gümbür gümbür okunurken doğmuşum ne hikmetse. Şükür severim…
“Ne geldiyse hoş geldi…” Sevdim, şurup lezzetiyle içtim yaşamı kan ter içinde kalsam da. Nazlı ninem ne acımasız kadınmış öyle. Dili uzunmuş sahi.“Öküz gibi bağırdı, tas gibi bir kız doğurdu…” Anladım anamı ne çare… Ne ağlardı garip anam. Yaşasaydı da zıplasaydık birlikte. Bizim törede “oğlan” doğuracaksın. Nazlar, altınlara boğarlar seni. Büyümüşüm. Anamın, beş kardeşimin çilesini çekmişim omuz omuza. Sonunda hepsi dağılmış çil yavrusu gibi…
Çocuğuna okula başladığı gün nüfus kâğıdı çıkaranlardan değil babam. Doğum tarihimi, nüfus memurunun o an aklından geçen tarihe göre yazmamışlardı. Şanslıyım! Bir dünya barış gününde doğmuşum. 1Eylül 19... Ayrılıkların, tuzakların bir mayın tarlası gibi yoluma çıktığı bir ayın ilk günü.
“Buruk, hüzün kokan bir sonbaharın ayazlı öğleninde, gün denize düşmeden açtın gözlerini ağlayarak.” derdi anam rahmetli, ağlamaklı.
“Doğurmaz olaydım seni diye…” de sızlanırdı, öcünü, öfkesini, gücünü bana boşaltırdı toprağına ağırlık varmasın şimdi. Beni sevmeyenleri de sevmiştim, nafile…
Dedem(ler) vardı nur içinde yatsın, ninelerim kaç soydan karışık bilir misiniz?
Aydınlar ocağına yetişmişim çaresiz. Hollywood yıldızı teyzemden öğrendim inadı, estetiği. Zerafetim kalmadı, anam süpürdü götürdü yanında.
Eylül kuşatması ile geçti yaşamım. Kehribar tadında bıraktı bana anılarını. Her düşen yaprakla biraz daha yalnız kaldım. Yapraklarıma her gün vuruşunda biraz daha sarıya çaldı yüreğim.
“Gürültülü araba çığlıkları, henüz şehrin yollarına karışmamış, sabaha karşı camilerinden okunan ezanların sesi duyulmamıştı, kapılarım tekmelenmişti acımasızca…”
Elvedasız kayıplar arasında ellerim dopdolu, beynimle, yüreğimle yaşamaktayım tüm senfonileri, en ağır dramları, trajedileri, komedileri. İçimdeki taş plakta kimseye söyleyemediğim, ama iliklerime kadar hissettiğim şarkıları çaldım.
“Şehir, sabaha karşı başlayan sancılarımın sesiyle öğlen tokluğunda uyanmıştı. İlk doğum zor, sancılı, heyecanlı olmuştu. Sen gelmiştin, acıdan çıkan bir mutluluk çığlığıydı sesin.” derdi garip anam…


Aşk denilen bağımlılığı, zehirli bir sigara gibi bile bile, yorula yorula çektim içime, içimi yakarak. Şimdi derin sularda boğularak yaşıyorum, yazıyorum içimdekileri. Susarak, içime akıtarak yaşıyorum yaşamı, kimsesizliğimle bir başıma, çoğunluğumla.
“Fatma kadın, gözün aydın, nur topu gibi bir kızın oldu,” diyeceklerdi, yaşasaydın şimdi! Kutlayacaklardı seni alabildiğince. Babam yetsin… Ömrü uzun olsun diye duacıyım…O da terk etti beni sonunda.
 
Yaralarıma sabır ilacını yakarak sardım. Nafile. Çaresizdim. Doyasıya sevgiyi yaşayamadım. Kıvrandım, sadece kendime sığındım. Yıkılmışlığım, ayrılığımın taneleriydi. Ayrı yaşadım, ayrıcalıklı, yapayalnız çokluklar içinde, yapayalnız yaşadım çaresizliğimi.
Ağır, acımasız yaşadım. Sonbahar yapraklarının yeşil çimlere düşen güzelliğiyle estirdi ruhumda; hışırtılarla, gök gürültüleriyle uyandım uykusuz sabahlara. Seni hiç sevmedim mavi gökyüzümü çalan gece.


Yarım asra dayanan ömrümde düşünce sancılarıyla gözyaşlarımı birleştirerek yaşıyorum/yazıyorum özlemle, hasretle.
Uzaktaki kırmızı ışıklı bir evin, ışığından ilham alarak kavuşma hayallerimle umutlanıp… Zehirleniyorum örselenerek, yaşamakla direndiğim gibi. Ölüm, tren raylarından geçiyordu. Yaşamı seviyordum. Zehir tadımı, umut kıvılcımlarıyla tutuşturan anılarımı, anlatmaya cesaret edemediğim geçmişimi soluyorum. Korkmuyorum. Cesurum. Gölgenin sessizliğinde sokuluyor sevgilerim serçe yüreğime. Kendimden, yine kendime kaçıyorum.
 
“Yuvamıza, dünyamıza doğan bir ışıktın, büyüdün. Acılarını da alıp götürdün uzaklıklara…”
Şafak beliriyor, gün batımında. Tükenmişliğimize doğuyoruz bir avuç yeryüzüne. Sevgi, aydınlık bekliyoruz. Sisler açılıyor, aydınlanıyor seher yeli. İnsanlık ağaracak onur’un yanı başında.
 
Biz terör ve anarşi ortamında doğduk, büyüdük. Sevgiyi, hayalleri tanıyamadık! Yabancıydık! Tutsaklığım geleceğe özgürlüktü. Örnek sevdasıyla yaşadık, başkaları adına kendimizi yok ederek. Sorumluluk bağlarımla esir kamplarındaki kalın zincirlerle bağlandığımız değerlerimize, çocuklarımız da sahip çıksın… Ancak kırarak yaşasınlar isterim… Onurla, güvenle, huzurla, sevinçle, inançla... Işıkla, başaklı yarınlara yabangülleri adına yaşasınlar.
Afların tükendiği, sancıların, acıların hafiflediği; teknolojiyle doğanın kucaklaştığı noktada yorgun insanların, hastanelerin, batakhanelerin olmadığı yaşam sahnesinde özgürlük türkülerinin söylendiği günlerle süslüyorum gök kuşağını…



Annem terk ediyor beni önce. Baş başa bir gece düğünü seherinde yan odaya gittiğinde farkına varıyorum siyahla beyazı... Oyuncaklarımla, çömçe gelinle devam mı etseydim yaşama! Doğumum geç olmuştu! Lakin…
Nesrin ÖZYAYCI
(Nesrin: Arapçada Yaban Gülü anlamındadır.)

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...