Acı Kokuyordu Cemile

Berivan Yıldız kullanıcısının resmi
Onu ne zaman görsem yüreği buruk, gözleri buğuluydu. Hayatının baharında yetim ve de öksüz kalmıştı Cemile. Kimi zaman hoyratça geçişler, bazen ölgün zamanlardı yaşadığı.

"Kahrolmak, buna denmez mi?" diye soruyordu. Gördüğü her canlıya...
 
   Gelişim hasebiyle hazırlandığını gördüğüm anlardan biriyle karşılaşıyorum. Matemi, siyahi bir renk yok üzerinde. Haki yeşil bir elbise giyinmiş. Sarıya çalan şalıyla tamamlamıştı kıyafetini. Otuzlu yaşlarda aya benzer bir güzellik karşımda. Yer yer çivileri çıkmış, mavimsi bir renkle boyalı tahta bahçe kapısında karşılıyor beni. Sımsıkı sarılıyoruz. "Oldu mu? Gönlün rahat mı?" diyor. Şaşırmadım, ondan beklediğim bir ataktı. Gitmeden önce arayıp söylemiştim, "Karalar üzerinde olmasın" diye. "Ah arkadaşım, bir bilsen siyahın o duru beyaz tenine ne güzel yakıştığını. İçinde inci gibi parladığını. Kömür karası gözlerine nasıl da mağlup olduğunu" diyemedim. Tek tek boğazımda düğümlenen sözcüklerle kaldım, sustum. Kendimce matemiyle içinde boğuştuğu dünyadan az da olsa uzaklaştırmaktı onu. Yani beyhude bir çabaydı işte. Kara onu tutmuştu bir kere.
   Birkaç fotoğrafın ikramıyla tanışmıştı babasıyla. Dokunmuştu ona sevgiyle, özlemle. Sonrası yoktu. Çok küçük yaşlarda kaybetmişti babasını. Ölümü bir türlü anlayamıyordu. Çocukluğu papatya, gelincik ve gül kokularıyla karışmış, anne şefkatiyle bütünleşmişti.  Sevgi dolu bir annenin kucağında büyüyordu kardeşleriyle. Yanında umut dolu masallarla...
Onun masalı on iki yaşında bitmişti. Hiçbir zaman akıl edemeyeceği bir şekilde. Ve de ömrünün sonuna kadar onu yakan bir ateşle. Anlatılması çok zor bir kâbus gibi.
"Sevdiğin börekten yaptım, çayı da demledim" diyor elimden tutup içeri çekerek. Küçük bir oda, az ama özenle seçilmiş birkaç parça eşya çarpıyor gözüme. Yerde baştan sona dizilmiş minder ve yastıkların mor rengi menekşeleri hatırlatıyor bana. Hele ki Cemile'nin ördüğü beyaz danteller daha bir yakışmış mor renkli yastıklara. Gözlerimle odanın her karesini geziniyorum. Fotoğraflara takılıp kalıyorum uzun süre. Duvara asılı, eflatun renkli çerçeveler yan yana dizilmiş. Anne ve babası bir karede. Bir piknik gününe ait. Gözleri ışıl ışıl parlıyor ikisinin de. "Burda annem bana hamile" diyor gülümseyerek. Hemen yanında kardeşlerinin mezuniyet fotoğrafı. Onlar da buruk bir sevinci resmetmiş patlayan bir flaşa.
Yanan odun sobasının üzerinde yeni demlenmiş çayın kokusunu alıyorum. Matemi havayı unutturuyorlar birer birer. Anlamıştı Cemile. "Parçalanmış kalbimle içine düştüğüm bir çaresizlik benimkisi " dedi, cebinden çıkardığı tütün tabakasını bana uzatarak. Sonra hızlıca çekti elimden. "Sen şimdi unutmuşsundur sigara sarmayı, ben sarayım" dedi özlem dolu gözlerle birbirimize bakarak. İtiraz etmedim nedense. O ince, narin parmakları öyle ustaca ve vefayla sarıyordu ki sigarayı daha bir içesim geliyordu kaçak tütünden. Gelişime nasıl da mutlu olduğunu gördükçe, utanıyor, sıkılıyordum. İhmalkârlığım için bağışlanmak istiyordum.
Yanan odun sobasının yanına karşılıklı mindere oturmuş, sohbet çayını yudumluyorduk. Zihni yine akıp gitmişti o güne.  Konuşuyordu durmadan. Sesine duygu dünyasındaki çatışmalar yansıyordu. Bazen duyamayacağım kadar kısık bazen de yankılanıyordu alçak ve tahta tavanda. Es geçilmiş çocukluğunu, ailesinin dağılışını, acısını, vefasızlığı... anlatıyordu. Bense derin hayretler içinde dinliyordum. Dudaklarının arasından bir bir dökülüyordu tüm yaşanmışlığı. Sonbaharın sararan, titrek yaprakları misali. 
   "Önümde bir ayna var. Nereye baksam karşımda.  Her baktığımda yerde kanlar içinde annem, beşikte uyuyan Hasan ve Cemal. Annem çok acı çekiyor." dedi titreyerek. Ağzından anne kelimesi çıkar çıkmaz gözleri dolmuştu. Kalbinin o acı ritmi nefesine yansımıştı. Devam ediyordu anlatmaya. Elini tutmuş onu seyrediyordum.  "İnanır mısın yüzünde tebessümler uçuşuyor. Sımsıcak bakışıyla bakıyor bana. Ellerimde bir sıcaklık hissediyorum. Büyüyorum ve büyüdükçe ellerimden çıkıp yüreğime kor düşüren bir sıcaklık. Sonra karanlık, derin bir dehlize yürüyorum. Sesimi duyan, beni gören olmuyor. Biliyor musun çok şey gitti annemle beraber. Hele ki merhamet, yok oldu sanki..."Elimi sıkıca tutmuş, yorulmadan, nefes almadan anlatıyordu. Soluklanmasını istedim ama beni duymuyordu bile. Gözleri yanı başımızdaki saksıda asılı kalmıştı sanki. Yavaş yavaş yaklaştırıyordu kendine. Ektiği reyhan kokusunu içine çekerek devam ediyordu acısını anlatmaya. Tarifsiz bir duygu esir almıştı onu. En çokta yüreğini. Hâkim olamadığı gözyaşlarıysa damla damla süzülüyordu yanaklarından. Yıllarca tek bir sözcük ağzından çıkmamıştı sanki. Son bir şans verilmişte sonuna kadar değerlendiriyor gibiydi. Fena bir yorgunluk çökmüştü bedenime ve yüreğime. Sadece dinliyordum. Bölmedim saatlerce. İçine düştüğüm suskunluk yabansı bir yorgunlukla geri dönüyordu ruhuma. Başını dizlerime koyduğunu hatırlıyorum. Ani bir refleksle ellerim Cemile'nin saçlarında. Ben sustukça o konuşuyordu. "Ah arkadaşım ruhumun çocuk bedenimden ayrılışı yıllar oldu. Ölümün ne olduğunu bilmediğim zamansız bir ölüm yakaladı bizi. ‘Her ölüm zamansızdır’ dediler. Haklılar. Ama ben bu kaybedişi göğüsleyebilecek güçte olmadım, olamadım. Bazı acıları anlatma yeteneği, kabullenme iradesi yok. Bunu da öğrendim. Nasıl anlatırsam anlatayım hep yarım, hep eksik. Benim acım böyle bir şey. Bağımlısı olduğum bir keder ve kaybediş. Her seferinde tekrarlanan bir eza..."
Cemile'yi dinledikçe dermansız bir derdin çarkına düşmüş gibiydim. En çokta yüreğim eziliyordu. Sesi bir ağıtın belli belirsiz melodisiydi kulağımda. Ve anlıyordum ki sadece ağıtlar özgürdü benim topraklarımda.
On ikisinde bez bebeğiyle oynuyordu Cemile. Gözü kaydı sedirin üzerindeki tüfeğe. Akşamları asılı olduğu duvardan indirilen, sabahları tekrar yerine asılan av tüfeği. Yalnız bir kadındı Reyhan. İçerde üç çocuğu, dışarda koruması gereken geçim kaynağı birkaç koyunu vardı. Nerden bilebilirdi ki Cemile'nin gözünde bir oyuncak oluverdiğini. Sonrası göğsünde bir ateş topu Reyhan'ın. Sonrası kan kokusu, sonrası ölüm, sonrası Cemile'nin bitmeyen ıstırabı...
   Önce gök kubbede yankılanan bir ses duydu. Kulağında benzersiz çınlamalar bırakarak. Titriyordu Cemile. İliklerine kadar sarsılarak. Annesi, yerdeki halı, evi kanlar içinde. Annesi kanadıkça o alev alev yanıyordu. Kalabalıklar sarmıştı etrafını. Komşular, akrabalar... Kordan bir ateş düşmüştü odaya. Eve giren yine aynı hızla dışarı atıyordu kendini. Çığlık çığlığa, feryat figanla:
"Cemile Reyhan'ı vurmuş, Cemile annesini öldürmüş!"

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04
11/27/2023 - 08:07

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...