Umudu –Tüketmeden- Çoğaltandı Sennur Sezer [*]

Temel Demirer kullanıcısının resmi
“Don vuran ağaç sürgün verecek,

Kaya çatlayacak, tohum yeşerecektir.[1]
 
“Evliyim/ İki çocukluyum/ Ozanım/ Düzeltirim/ Çocuklarımdır/ Bütün çocukları dünyanın,” derdi; hayatı boyunca işçi sınıfı için eserler üreten şair-yazar Sennur Sezer; sınıfın edebiyatçısıydı; ilk işi de tersane işçiliğiydi.
* * * * *
Yaşamı boyunca emek mücadelesinin içinde olan ve sosyalist şair, yazar ve eleştirmen Sennur Sezer 72 yaşında hayata gözlerini yumdu; 7 Ekim 2016’da İstanbul’daki evinde hayata veda etti.
Sezer, 12 Haziran 1943 yılında Eskişehir’de doğdu. 1949 yılında ilkokula Eskişehir’de, ikinci sınıftan başladı ve sonra taşındıkları İstanbul’da eğitimine devam etti. 1958’de İstanbul Kız Lisesi’ne giden Sezer’in ilk şiiri de lise sıralarındayken yayımlandı. Ancak, lise öğrenimini yarıda bıraktı ve Taşkızak Tersanesi’nde ikmal ve muhasebe memuru oldu. Okulu bırakmasıyla ilgili olarak, “Lisenin bana verecek bir şeyi kalmadığına inanç, para kazanırsam daha özgür olabileceğim kanısı kararımda rol oynadı,” demişti.
Tersanede bir ustabaşının intihar edip ardında mektup bırakması Sezer’i derinden etkiledi ve yaşanan bu olay ile ilgili, “Yazmanın herkes için bir kendini ifade biçimi olduğunu on altı yaşlarındayken anladım” diyecekti. Tersanede çalışması, ‘Türk edebiyatının emekçi kalemi’ Sezer’in yazı ve şiirleriyle hayatı boyunca emek mücadelesinin içinde olacağının ve sol görüşü desteklemesinin de ateşini fitilledi. 1964’te tersaneden ayrılan Sezer’in o yıl, Sosyal Adalet dergisinde bir şiiri yayımlandı. Şiir, Sezer için bir müjde de olacaktı: “Şiirim, Hüseyin Cöntürk’le Asım Bezirci’yi tartıştırdı. Tartışma büyüdü. Ve TİP’li arkadaşların parasıyla ilk kitabım yayımlandı: ‘Gecekondu’...”
1966’da ikinci kitabı ‘Yasak’ Habora Yayınları tarafından basıldı. 1967’de ise, ölümüne kadar birlikte yaşayacağı öykü yazarı Adnan Özyalçıner ile evlendi, ‘Cumhuriyet’ ve ‘Vatan’ gazeteleri için yazılar kaleme almaya başladı. TRT’ye de radyo oyunları yazdı. 1977’de üçüncü kitabı ‘Direnç’, 1979’da çocuklar için yazdığı şiir-masal kitabı ‘Gerçeğin Masalı’ basıldı. Bu kitabı ‘8 Mart Ödülleri’ne değer görüldü. O yıl, eşinin ‘Buruk Acı’ isimli romanından sinemaya uyarlanan filmi için yapılan ‘Buruk Acı’ şarkısının sözlerini yazdı.
1982’de ‘Sesimi Arıyorum’ kitabı çıktı. Bir yıl sonra da çalıştığı dergi ve yayınlardan emekli oldu. ‘83’te şiirlerinden seçme ‘Kimlik Kartı’ basıldı. Emekliliğinden sonra serbest yazarlık yapan Sezer’in yazdığı yayınlar arasında ‘Varlık’, ‘Yeditepe’, ‘Hürriyet Gösteri’ ve ‘Yazko Edebiyat’ yer aldı. ‘Evrensel’de ‘Maksat Muhabbet’ köşesinde yazılarına devam eden Sezer’in ‘Radikal Kitap’ ekinde de eleştirileri yayımlanıyordu.
Şiirin güçlü kadın seslerindendi Sezer; şiirlerinin yanında deneme yazıları ve eşi yazar Adnan Özyalçıner ile birlikte hazırladıkları pek çok derleme de vardı.
Şairliğinin yanı sıra edebiyat ve edebiyat tarihi alanında da eserler veren; gerçek ve müstear isimle özellikle Yeşilçam’a çok sayıda senaryo yazan; çeşitli ansiklopedi ve antolojilerin oluşturulmasında payı bulunan Sezer, Türkiye sosyalist hareketinin ve işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olmaktan da hiç geri durmadı. Gençliğinde Taşkızak Tersanesi’nde çalışırken başladığı politik mücadelesini ömrünün son gününe dek sürdürdü.
 

SENNUR SEZER[2]

ŞİİR KİTAPLARI

i) Gecekondu (1964); ii) Yasak (1966), iii) Direnç (1977); iv) Sesimi Arıyorum (1982); iv) Kimlik Kartı (ilk üç kitap; 1983); v) Bu Resimde Kimler Var (1986); vi) Afiş (1991); vii) Kirlenmiş Kâğıtlar (1999); viii) Bir Annenin Notları (Seçme Şiirler 2002); ix) Dilsiz Dengbej (2001); x) Akşam Haberleri (2006); xi) İzi Kalsın (2011)

DİĞER ESERLERİ

i) Keloğlan ile Köse (Masal, Adnan Özyalçıner ile); ii) Şiir Gündemi (denemeler 1995); iii) İstanbul’un Taşı-Toprağı Altın (İstanbul folkloru Adnan Özyalçıner ile birlikte) (1995); iv) Anadolu’dan Öyküler (Adnan Özyalçıner ile birlikte) (1995); v) Pencereden Bakan Çocuk (Çocuklara şiirler) (1995); vi) Türk Safosu Mihri Hatun (Belgesel Anlatı 1997); vii) Osmanlı’da Fal ve Falnameler (1998); viii) Ekmek Kavgası/ Emek Öyküleri 1 (öykü seçkisi Adnan Özyalçıner ile birlikte) (1998); ix) Grev Bildirisi/ Emek Öyküleri 2 (öykü seçkisi Adnan Özyalçıner ile birlikte) (1998); x) Motorize Köleler/Emek Öyküleri 3 (Öykü Seçkisi Adnan Özyalçıner ile birlikte) (1999); xi) Dokumacının Ölümü/Emek Öyküleri 4 Öykü Seçkisi Adnan Özyalçıner ile birlikte) (1999); xii) Hasır Ören Padişah (Masal, 1999); xiii) Nâzım, Dünya ve Biz (inceleme, Şükran Kurdakul ile birlikte) (2002); xiv) Masal Evi (Adnan Özyalçıner ile birlikte)   (2003); xv) Az Masraflı ve Kolay Yemekler (2004); xvi) Bir Zamanların İstanbul’u (Adnan Özyalçıner ile birlikte) (2005); xvii) Binbir Gece Masalları (Resimleyen Mustafa Delioğlu) (2006); xviii) Şahmaran (halk öyküsü (2007); xix) ‘68’in Edebiyatı, Edebiyatın 68’i (inceleme ve seçki) (2008); xx) Öyküleriyle İstanbul Anıtları (2 Cilt, Adnan Özyalçıner ile) (2010)

ALDIĞI ÖDÜLLER

1980 Kadınların Sesi Dergisi’nin 8 Mart Ödülü (Kadınlara yönelik yazıları ve şiirleri için)
1987 Halil Kocagöz Şiir Ödülü (Bu Resimde Kimler Var ile)
1990 Sıtkı Dost Çocuk Edebiyatı Ödülü (Keloğlan İle Köse ile)
1998 Pir Sultan Abdal Dernekleri Edebiyat Ödülü (Şiiri alanlara taşıdığı için)
2000 Oğuzkaan Koleji Şiir Ustaları Ödülü
2000 Yunus Nadi Şiir Ödülü (Kirlenmiş Kağıtlar ile)
2009 Ş.Avni Ölez Şiir Emeği Ödülü
2012 PEN Şiir Ödülü

 
Evrensel Basım Yayın’ın, Sezer’in 45. sanat yılı anısına hazırladığı ‘Şiirin Ve Umudun Yorulmaz İğnesi’ başlıklı anı yapıtında Aydın Çubukçu şöyle yazıyordu: “Rivayet edilir ki, Mevlana, Yunus Emre için, ‘Geçtiğim bütün yollar boyunca, önüm sıra o Türkmen kocasının ayak izlerini gördüm’ demiş. Hangi işi yaparsa yapsın kişi, hangi hünerin erbabı olursa olsun, ressam, tiyatrocu, sinemacı, şair, romancı ya da kalaycı, makinist, çömlekçi, terzi, ana ya da baba, Sennur’dan öğreneceği bir şey vardır.”
Sennur Sezer, 13 Haziran 2010’da kendisiyle röportaj yapan Devrim Büyükacaroğlu’na yaşamının emekle, şiirle, aşkla ve mücadeleyle buluşmasını şöyle anlatıyor:
“Cemal Süreya ‘yalnız aşkı vardır aşkı olanın’ diyor. Eğer yalnız emeği varsa insanın, zenginlik olarak, emeğiyle var oluyorsa bunun sözcüklerini bulmak, bunun imgelerini bulmak, anlatmak zorunda. Ben emeği çok somut olarak tersanede gördüm. Bedenle çalışmanın; beden gücünün, hünerin paraya dönüşünün imgesi benim için tersane. Ben orada masa işçisiydim ama bütün emek biçimlerini gördüm.”
Tersaneye başladığında henüz on altı yaşında olan şair, eve döndüğünde annesinin ona Nâzım okuduğu bu dönemi, kendisinde sınıf bilincinin de oluştuğu kesit olarak anlatıyor; “Tabii ama bir de sınıf bilinci; evde çok az bulunabilen bir babadan geliyor. İşçi gibi çalışıp, memur gibi para alan bir baba var. Sonra annenin gençlik anıları içinde erken babasız kalmaktan dolayı işçilik anıları var. Tütün var, evde parça başı çorap var. Teyzemin trikotaj atölyelerindeki anıları var. Dayım DDY çalışanı. Gece nöbette, gündüz başka işte. Benim işçi olmamam için okumam gereği düşünülüyor. Belki benim bütün bunlara karşı koymamdır, okulu bırakıp işçi olmam. Emeği ya da işçiyi kavramamın kaçarı yoktu yani.”
İkinci Yeni’nin tam egemenlik döneminde şiire başlayan Sezer, bu süreçten şöyle söz ediyor: “Ben hiç bir zaman ikinci yeniyi reddetmedim. Ama hiç bir zaman tam beceremedim de. Hüner göstermenin önde olduğu bir dönemde ben hüner gösterirken başka şeylerden söz etmenin önemine inandım. Bunda tersanenin rolü var. Çünkü bana tersanedeki o ağabeyler Nâzım okudular. Kemal Özer’in ilk kitabı bana tersanede hediye edildi. Gerçi biraz hırpaladılar, eleştirdiler, dalga geçtiler ama. Bilmeseler cehaletle suçlayacaksın, ama adamlar klasik edebiyatı artı Nâzım’ı biliyor. Ben o zaman şunu düşündüm; nasıl yazmalıyım ki, hem bu ağabeyler dalga geçmesin, hem çağdaş olsun, hem şiir olsun?”
Yazarlar, şairler genelde kaçar örgütlülükten, özellikle siyasi örgütlülükten. Sennur Sezer ise hiç örgütsüz kalmamış; “16 yaşından sonra hep örgütüm var. Sendikam var, önce yerel ondan sonra genel sendika. Ondan sonra Edebiyatçılar Derneği. Partim var TİP, 74’te Yazarlar Sendikası, Ondan sonra ikinci partim olarak EMEP var. EMEP’e kadar hiç başka bir partim yok kayıtlı olarak. Kadın örgütleri çevresinde oldum ama üyesi olmadım. İnsanın kendini yalnız sayması kadar kötü bir şey yoktur. Üstelik kötü günlerde, baskı günlerinde, borçlu günlerde, dertli, sıkıntılı günlerde adamın kendini yalnız, kimsesiz hissetmesi kötüdür. Partiden arkadaşın, sendikadan arkadaşın senin meselelerine yabancı değildir. Konu komşu gibi değil, oturup konuşabileceğin insanlardır onlar.”[3]
* * * * *
“Şiirle emek arasına çekilmiş bir eşitlik çizgisidir Sennur Sezer… Yetmez, hayal gücüyle gelecek talebi arasına çekilmiş bir eşitlik çizgisidir. Bu da yetmez, eylemle düşünce arasına çekilmiş bir onur çizgisidir.”[4]
O onurlu “işçi kadını”nın ardından ne/ nasıl söylenir? Anlatılabilir ki?
Öncelikle, ölüm hiç yakışmadı Ona; o kadar hayat dolu ve hayata bağlıydı ki…
Onun ölümü, edebiyat için büyük kayıptır; işçiler-emekçiler için kayıptır.
Emekçi halktan hiç kopmadan; onların sorunlarını dert edinen şiirleriyle işçilere-emekçilere ses oldu.
Bu nedenle de edebiyatımızın “işçi kadını” olarak anılmayı hak etti. Bununla da sınırlanmayıp, “edebiyat tarihçisi”, “iyi bir yazar”, “dilci” ve “gazeteci” olarak betimlendi.
O bir şair. O bir kadın. O bir emekçi. O bir nefer. O bir direnişçi... Yaşamı boyunca, “Önce edebiyat,” dedi. Toplumsal bilinciyle edebiyat uğraşını birbirinden hiç ama hiç ayırmadı.
Sömürüye karşı, haksızlığa karşı, baskıya, şiddete karşı dimdik duruşunu, bir zanaatçı titizliğiyle, bir anne özeniyle, yıllar içinde var ettiği, geliştirdiği, kolladığı ve koruduğu şiiriyle harmanladı. Tuzaklardan ve tehlikelerden, sloganlardan ve kolaycılıktan dizelerini sakınırken, sözüyle ve eylemleriyle hep bir oldu, sahici oldu. 
Şairliği, araştırmacılığı, yazarlığı olağanüstü birikimini yansıtırken; düşünmeden/ duymadan tek cümle kurmazdı; çünkü sözün de işçisiydi.
2004’de yitirdiğimiz Şükran Kurdakul, ‘Şairler ve Yazarlar Sözlüğü’nde (1985), “Sezer, toplumcu gerçekçi şiir çizgisinde yeri olacak bir düzeye ulaştı. Kadın kişiliğine, analık duyarlığına bağlı temaları işlerken iç ve dış özellikleriyle kendine özgü bir şiir kurmayı başardı,” derken hiç de haksız değildi.
Çünkü “Şiir çağın yankısıdır,” diyen Sennur Sezer, PEN Şiir Ödülü’nü aldığında hazırladığı bildiride şunları demişti:
“Şiir, çağının seslerinin yankısını taşır: Kahkahalar, çığlıklar, ıslıklar… Aşk şarkılarına marşlar karışır, ağıtlara çocuk sesleri. Çok sesli bir korodur şiir, bir orkestra.
Şairler hükümdarlara övgüler yazsalar da bu sesleri şiirin orkestrasına ekleyemezler. Bir yıl geçmeden yıpranır gider o övgülerin kumaşı.
Eskimeyen, yaşamaya övgüdür, adalete, aşka.
Bir de diktatörlere yazılmış alaylar eskimez, bin yıllarca.
Şairler söz ustasıdır. Anadildir ustalığın nedeni. Vay şairlere anadilini yasaklayana. Vay insanlara şiiri yasaklayanlara! Her dilde aşağılanmalı insanın düş gördüğü dilde yazmasını, şarkı söylemesini engelleyenler. Onlar için sövgüler bile armağan sayılmalı. Adları silinmeli tarihten.
Şiir, çağının seslerinin yankısıdır. Şair bu sesleri işler olan gücüyle. Aşk şarkıları, yaşama övgüleri duyulsun ister şiirinde. Hıçkırıklar aşktan kopsun, bir ağlayış olacaksa çocuğun ilk ağlayışı olsun.
Ve kadınlar, sesleri yüzyıllardır savaşları lanetlemekten yorgun, ağıtlardan kısık, şiirler söylerler güzel günler için, rüzgâra karışır. Onlara şiir yazılmaz, yazılanlar aşka övgüdür belki.
Şiir, çağının seslerinin yankısıdır. Sokaklardan kopup gelen seslerin uğultusudur. Zafer şiirlerinde ölen askerlerin analarının ağıdı duyulur. Aç çocuk ağlayışları ve dul kadınların çığlıkları. Bu yüzden ürperir bu şiirleri okuyanlar.
Çağının seslerinin yankısı duyulur şiirde. Şiirinde güzel seslerin yer almasını isteyen şairin işi zordur. Çünkü açlığı, savaşları durdurmak için uğraşmak zorundadır. O şairlerin seslerini duyarız, çocuk seslerine kulak verdiğimizde.”
Kolay mı? O kadın şairler arasında, -Ataol Behramoğlu’nun dediği gibi- vicdanı temsil ediyordu.
Siyasi olarak emeğin yanında, toplumsal yaşam penceresinden ve kadın olmanın bilincini unutmayarak şiirini yazdı.
İki sınıfın kavgasında, işçi sınıfının ve emekçilerin, ezilenlerin şairiydi. Dilsizlerin dili, dengbejlerin dostuydu; edebiyat camiası içinde sınıf temsilcisiydi.
Tam da bu nedenle bir yazarın sorumluluğunu; yazıda ve eylemde unutmadı. Masa başında da devrimciydi, masadan kalkıp yürüyüşlere katıldığında da.
Bakın kendisini ve şiirini nasıl tanımlıyor: “Yazmanın herkes için bir ifade biçimi olduğunu o zaman, on altı yaşlarındayken anladım.”
Bir konuşmasında şöyle diyordu: “Şiirim makyajsız... Olduğum gibi...”
Nihayet yazar Ahmet Tulgar’ın, “Sokaktan kopmadı”; Sanatçı Feryal Öney’in, “Umudu öğretti,” diye tanımladığı O; araştırmacıydı, bilgi ve hafızası hep diriydi/ direngendi; ısrarla mücadeleden ve umuttan ve büyük şarkılardan, iyimserlikten söz etti.
En önemlisi sınıfın entelektüeliydi. Aydın Çubukçu’nun da işaret ettiği üzere, “Sennur Sezer, her zaman işçi sınıfının içinden gelmekle övündü. Yazarken, çalışırken, konuşurken sınıfının bütün ileri özelliklerinin onda ışıdığını görebilirdiniz.”[5]
* * * * *
“Adnan’a” ithaf ettiği “Bir Sevgi Şiiri”nde, “Bir sevgi şiirine başlamalıyım/ Eskittiğimiz günler için/ Yorgun akşamlarında/ Verdiğin güven, yarın ekmeği/ Umudu işçinin
Eve dönememenden korkmak/ Uyanamamaktan daha doğal/ Daha sık hastalanmaktan/ Tutuklanmak güdüsü/ Güzel günlere inanmak suçuna uğramak
Bir sevgi şiirine başlamalıyım/ Seni yalnızca bir erkek/ Beni yalnızca bir kadın diye anlatan/ Çocuklarımın babası/ Evimin güvenci diye/ Yakanda bir çiçek gibi kendimi/ Seni sırtımı dayadığım bir ağaç diye alan
Bir sevgi şiirine başlamalıyım/ Silah arkadaşım benim/ Silahı halka güvenmek/ Silahı yaşamak olan,” dizelerindeki aşkına dair bir parantez açmazsak olmaz: “Sennur Sezer ve Adnan Özyalçıner’in yıllar yılı süren aşkları çok farklıydı. Aşkları ve birliktelikleriyle edebiyat dünyasının anaakımın dışında, hayatın, sokağın içindeydiler. Sahtesiz, yapmacıksız”dılar…[6]
Cenaze töreninin en duygusal konuşmasını yapan eşi Adnan Özyalçıner’in, “O benim her şeyimdi, karımdı, sevdiğimdi, annemdi. O benim elim ayağımdı, elim ayağım koptu... O bir şarkıydı, şiirdi, yaşam yüklü umut yüklü bir defterdi. Onunla birlikte yaşam dolu bir defteri kapattım. O ne güzel bir kadındı; insan hakları, çocuk hakları, kadın özgürlüğü için mücadele etti. Acımız sonsuz, ömür boyu insan hakları adına verdiği mücadelesi ve güneş gibi aydınlattığı mücadelesiyle o ölmedi, hep aramızda. O ‘yüreğimiz acımadan, yüreğimizin nerede olduğunu bilemeyiz’ derdi. O hep yüreğinin nerede olduğunu bildi. O ölmedi bizimle kalacak,”[7] sözleri müthiş bir örnekti…
* * * * *
Şimdi Ona teşekkür zamanıdır.
Çünkü “Şair, yazar, entelektüel bir imza kadar emekçi, anne, yürekli, merhametli, vicdanlı bir insanın samimi sesini her kelimede hissederiz. Tanpınar’a özlemini dile getirirken duygularını saklamayan, 16 yaşındaki genç kızlığında Abdullah Efendi’nin rüyalarına nasıl özendiğini ortaya koyan; Akif’e korkarım inanmadığınız konulara sizi siper edecekler derken karanlık zihinlerin kurmak istediği dünya için fütursuzluğunu tedirginliğiyle paylaşan; Kemal Tahir’e anılarının ve hayatının hakikâti için teşekkür ederken çiğleşen ve sessizleşen insanlara ‘höst’ demesini dileyen; Yaşar Nezihe’ye hayatına ve mücadelesine saygısını sunarken kızıl güller şiirinizin anlamını saptırmaya çalışıyorlar diye hatırlatıp abla demek isteyen; Sait Faik’e sen bir kuşun tüylerinin kokusundan insanı merhamete çağıran bir güzellik duyan yazarsın derken ustam diye seslenen; Cevdet Kudret’e bugünkü sevgisizliği, yozlaşmayı var eden ayrıştırıcı dilin sahibi muhafazakâra sanat algısını ortaya koyan ideolojik siyaseti eleştirirken özlemini paylaşan; genç şairlere, ‘genç’ sıfatını özleyeceğiniz günler gelecek diye yaklaşırken yaşadığı olayları ve tecrübesini tepeden bakmadan, hakikâtli bir dille aktarıp ders vermeden mesajı alana bırakan bir Sennur Sezer var.”[8]
O hâlde ‘İfademdir’ de, “İnsanın insandan korkmasına karşıyım/ İşte bunun içindir/ Bütün yazıp/ Altına imza attıklarım”; ‘Sabah Türküsü’nde, “Hey/ Bir sabahın üç kapısı var göğe/ Biri umut/ Al umudu/ Ver çocuğa büyütsün/ Büyütsün de yürüsün,” diye haykıran Sennur Sezer’e teşekkür zamanıdır.
“Hiç bir baskıdan yılmadığın, korkmadığın, kaçmadığın için teşekkürler.
Sen, edebiyatın dönüştürücü gücüne inandın, şiirlerini, yazılarını, konuşmalarını edebiyatın incelikleriyle, estetiğiyle birleştirerek insanları her çeşit sömürüye, ayrımcılığa, baskıya, savaşa karşı direnmeye çağırdın. Grevlerde, meydanlarda, salonlarda hep aynı, yürekleri titreten, akıllardaki ezberleri bozan ses oldun.
Gür sesini şu dünyada var olduğun son güne kadar hiç kısmadığın, köşene çekilip vazgeçmediğin için teşekkürler.
Umudunu hiç tüketmediğin ve çevrende çoğalttığın için çok teşekkürler,”[9] diyen Nevzat Süer Sezgin’in satırlarındaki üzere…
“Şiirin ve umudun yorulmaz iğnesi”ne;[10] “Gökteki umudun yerdeki emeğin korkusuz şairi”[11] Sennur Sezer’e binlerce, milyonlarca, sonsuz teşekkür ediyoruz, edeceğiz hep…
 
22 Mart 2016 07:54:17, Ankara.
 
N O T L A R
[*] İnsancıl Dergisi, Yıl:26, No:313, Ağustos 2016…
[1] Sennur Sezer.
[2] “Şair Sennur Sezer Yaşamını Yitirdi”, Birgün, 8 Ekim 2015, s.15.
[3] “Kadın, Şair, İşçi, Anne, Yoldaş, Abla, Arkadaş: Sennur Sezer”, Evrensel, 8 Ekim 2015, s.4.
[4] Şükrü Erbaş, “Kar Ansızın Basar”, Evrensel, 10 Ekim 2015, s.12.
[5] Aydın Çubukçu, “Düzeltmen Gitti!”, Evrensel, 8 Ekim 2015, s.5.
[6] Sabri Kuşkonmaz, “Anaakımın Tersinde Bir Hayat”, Birgün, 19 Ekim 2015, s.14.
[7] “Kavganın Kadını Sezer Uğurlandı”, Gündem, 9 Ekim 2015, s.15.
[8] Cenk Gündoğdu, “İnandığı Dünya İçin İnanmadığı Dünyaya Kafa Tutan Şair: Sennur Sezer”, Evrensel, 10 Ekim 2015, s.12.
[9] Nevzat Süer Sezgin, “Sennur Sezer’e Son Mektup”, Evrensel, 19 Ekim 2015, s.7.
[10] Tahir Şilkan, “… ‘Şiirin ve Umudun Yorulmaz İğnesi’ Sennur Sezer”, İnsancıl, Yıl:26, No:304, Kasım 2015, s.9-10.
[11] B. Sadık Albayrak, “Sennur Sezer: Gökteki Umudun Yerdeki Emeğin Korkusuz Şairi”, İnsancıl, Yıl:26, No:304, Kasım 2015, s.11-13.
 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...