''Buradayım, ana!''
''Ben de seni gittin sandım.''
''Seni bırakıp da hiç gider miyim ana? Şuraya kıvrılıp yatacaktım”
Eliyle üzerinde içinde karanfil olan küçük bir vazonun konulduğu beyaza boyalı bir masayı, hemen onun yanındaki sandalyeyi işaretliyordu.
Rauf hastanede anasının yanında refakatçi olarak kalmıştı ve saat gecenin üçüydü. Odadaki diğer hastalar ve refakatçileri derin uykudaydılar şimdi. Odanın ışıkları da yarı yarıya söndürülmüştü. İki refakatçi kadın hastalarıyla aynı yatakta uyuyorlardı. Bir erkek refakatçi ise koltuğa benzer sandalyede sızmış horluyordu.
Rauf sandalyede uyumaktan rahatsız olunca kalktı, ceketini ve paltosunu anasının yattığı karyola ile duvar arasına sıkıştırıp kendine yeni bir yer açtı. Uyuyamıyor, gözlerini kapamış dinlenmeye çalışır bir hâli vardı.
''Çişim geldi.” dedi annesi. “Beni tuvalete götür”
''Tamam ana!''
Rauf yerinden duvara tutunarak kalktı, karyolanın diğer ucunda yatmakta olan anasını belinden usulca tutarak doğrulttu. Ayaklarını karyolanın kenarına doğru getirdi ve terliklerini giyinmesine yardım etti. Dikkatlice karyoladan yere indirdi. Odanın içindeki tuvalete götürdü. Anası adımlarını çok yavaş atıyordu. Sanki ayaklarını yerde sürüyor gibiydi. Anasını Alafranga tuvalete oturttu, çişini yapmasını bekledi.
Rauf anasının koluna girerek onu yatağına geri götürüp yatağına yatırdı. Ayaklarını uzattı, üzerini battaniye ile örttü. Yanağına sıcak bir öpücük kondurdu. İçinden gelmişti Rauf’un. Tekrar eski yerine, cam kenarına uzandı, uyumaya çalışıyordu ki annesinin sesini duydu: ''Rauf, oğlum!” diyordu. '' İnsan ihtiyarlayınca adımlarını kısa atıyor değil mi oğlum?''
''Evet, ana! İhtiyarlayınca insanlar adımlarını kısa atarlar ''