Firari Yaşam(ın)ın Yazmak Eylemi[*]

Temel Demirer kullanıcısının resmi
“Yaşam bir yanıt değil,

bir sorudur, bunun yanıtını
sadece siz bulabilirsiniz.”[1]
 
Yazmak bir yolculuktur; iz bırakmaktır; giderek çoğalıp, toplumsallaşan tek kişilik bir etkinliktir. Bir ihtiyaç olmanın da ötesinde, yaşamanın bir başka boyutudur.
İşbu nedenle kalıcıdır yazılar; yadsınamazlar; yüze tutulan aynadırlar. Yazılanlar nerelerden nerelere gelindiğinin kaydıdır; kişisel tarihçedir yazmak.
“Yara”yla ve “yaratmak”la bitişik eylemdir o; yaranın izdüşümüdür; kalemden damlayan kan, yaraya basılmış tuzdur.
Karanlıktaki çoban ateşidir; umudu tükenmemiş insandır yazmak; karşı çıkmaktır. Dünyayı değiştirme “suçu”na ortak olmaktır...
Ayrıca bir düştür; “deli cesareti”dir yazmak sevdası, yaşamı aşka dönüştürmektir. Sürekli başlangıç olan bir eylemi ifade eder yazmak…
Yok(sun)luklara, uyu(tul)maya itirazdır yazmanın esbab-ı mucibesi; devamlılığı sağlamak, ölümsüzleşmek, ölümsüzleştirmektir.
Bunlardan hareketle yazmak eylemini “rahatlatıcı aktivite”, “en güzel meditasyon çeşidi”, “rehabilitasyon”, “ego tatmini”, “terapi” diye sunmaya kalkışan aymazlıklara inat; “Yazmasam delirecektim,” çığlığıdır.
Nihayet unutmamak, unutturmamaktır; ölümsüzlük vaadidir; alev alev yanmak ve yakmaktır yazmak.
Okurken, ilk elden bunları anımsattı bana, Sait Almış’ın, ‘Firari Hayat’ı[2]
Bir de okuma sürecinde Hüsnü Arkan’ın, “Sigaramın Dumanına Sarsam Saklasam Seni”si çınladı kulaklarımda; fonda ‘Ezginin Günlüğü’ ve İzmirli bir kadının (Sezen Aksu) kadife sesi eşliğinde:
“Akşam vakti sardı yine hüzünler/ Kalbim yangın yeri gel kurtar beni senden/ Akşam vakti dolaştım sokaklarda/ Yırtık bir afiş seni gördüm duvarda”!
* * * * *
“Firari Hayat”(lar) nasıl yaşanır? Yaşayan(lar) bilir; öğrenmek isteyenler de bunu yaşayan(lar)ın yazdıklarından öğrenirler; Alain de Botton’un, “En büyük sanat yapıtları bizim kim olduğumuzu bilmeksizin doğrudan bize seslenen yapıtlardır,”[3] deyişindeki üzere…
Demiştim; ama bir kez daha tekrarlayayım: Yazmak bir eylemdir; anlatmak; saklamaktır; ölümün elinden bir şeyler koparmaktır. Hiç bitmeyen yolculuktur; sığınaktır; fırtınadır; tutkudur; kaostur.
Sait Faik Abasıyanık’ı “delirmek”ten kurtarandır. Bazı yazarlar için “başka çaresi olmamak” durumudur. Kendini didik didik eden yaratma sancısıdır.
Yani José Saramago’nun, “Devam ediyoruz. Bu nehir gibi bir şey. Suyu azdır, çoktur, ama akar. Hepimiz aşağı yukarı böyleyiz, durmadan gideriz,”[4] ifadesindeki üzere soru(n)lardan kaçmadan kendinle, çağınla yüzleşmektir.
Sait Almış bunu yapıyor…
Hem de Friedrich Nietzsche’nin, “Yaşamdan en fazla hasadı elde etmenin sırrı, insana en fazla keyif veren şey- tehlikeyle burun buruna yaşamaktır. Kentlerinizi Vezüv’ün eteklerine kurun,”[5] sözlerinin hakkını verircesine…
Bir şey daha: “Bir yazarın yapacağı en dürüst şey kendini yazmaktır, aslında yapabileceği yegâne şey budur,” der ya Fyodor Dostoyevski; Sait Almış da bunu yapıyor… Yani yaşam(ın)ı yazıyor…
Hem de “Kim olduğunu bilmiyorsan kendin olabilmen mümkün değildir,” deyip “Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin,”[6] vurgusuyla ekleyen José Saramago gibi…
* * * * *
“Hayatıma emek ve anlam katan herkese teşekkürlerimle…” notu düşülen “Firari Çocuk”un öyküsü “köyün yarısının ‘ebesi’ olan” (“Fahriye’nin anneannesi”) Satı Ebe ile başlar; sonra da “Fahriye benim anamdır, Yusuf da babam” notunu düşer yazar.
Dedesi, “hayatı bir çift öküzün arkasında geçen”, “yaşadığı gibi sessizce ölen”di; ‘Kör Omar’ derlermiş ona.
Anası “Koruyucu Meleği”ydi; “Singer marka dikiş makinesi ile köyün kadın terzisi”ydi; oğluna diktiği “pazen çanta”sıyla yaşamında derin izler bırakmacasına…
“Bisikleti ilk o panayırda görüp”, bisiklete binmek için lise yıllarını beklemesi gerekendi.
Ayrıca “Fuar Zamanı” onun büyük heyecanıydı…
Ve en önemlisi, “Üzüm bağımızda küçük bir sığınmacıyım, küçük bir firari,” olarak tanımlardı kendisini…
“Leyli Meccani” eğitiminde, “Bir akşam yemeği boykot edip, 11 yaşında eylemci olmuştu.”
Sonrası da kendiliğinden gelivermişti:
“Yıl 1971. Aynı yıl başladım sakal tıraşına ve sigaraya. Sigaram Bafra, kremim Arko idi. Parasız yatılı okuyan, romantik çocuklarıydık lisenin.”
Bu “Firari Yıllar”ın başlangıcıydı; ötesi malum:
“Faşist milisler kol geziyordu sokaklarda. Komando diyorlardı kendilerine. Çoğu it kopuk takımıydı. Karşılarında da sol bir grup vardı.”
Bir de (hiç karşılaşılamayan) “Kırmızı Eşarplı Kız” ile 1974 İzmir’indeki en büyük kapalı spor salonunda Aşık İhsani’nin, “Korkuyorlar korkacaklar korksunlar, geliyoruz geleceğiz yakındır!” diye gürleyişi…
Ve lanetli egemenlerin “emeğin büyük çıkışını büyük düşüşün başlangıcı hâline getirmeyi başardıkları” 1 Mayıs1977…
Gel zaman, git zaman “Bolşevik Hayri ve Laz İbrahim” Onun kahramanları olur: “Biri eşkıya, biri komünist: Biri geçmiş, biri gelecek çağın kahramanlarıdır onlar,” deyişindeki üzere…
Ve bir gün “Eylül Kasırgası” dikilir karşısına; “Çarşıya yaklaştığımızda bir asker kesti önümüzü… ‘Neden?’ diye sorduk. ‘Darbe oldu, sokağa çıkma yasağı var,’ dediğinde, başımdan aşağı kaynar sular döküldü adeta” satırlarındaki üzere…
“Kasırganın önünde hiçbir bent yoktu. Önüne geleni silip süpüreceği belliydi… Polisler geldi, beni alıp İzmir Emniyet Müdürlüğü’nün 10. katındaki siyasi şubeye götürdüler. Burada 25 gün kaldım… Çok karanlık ve çorak yıllardı,” satırlarındaki kesit bir körleşme dönemiydi…
Tıpkı, “Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken ansızın körleşir. Körlüğü, başvurduğu doktora da bulaşır. Körlük, bir salgın hastalık gibi bütün kente yayılır; öldürücü olmasa da tüm etik değerleri yok eder. Toplum, görmeyen gözlerle cinayetlere, tecavüzlere tanık olur,”[7] satırlarındaki üzere José Saramago’nun…
Ardından da “Foça’daki Zaman(sızlık)”; hani “Korkma Sait, olmayan bir şeyin bitmesi mümkün değil! Dal zamansızlığın içine; geçmişten, gelecekten ne bulursan topla. Sonra zamanlı zamansız deme, dağıt topladıklarını her yöne. Gün gelir, zaman her yerde biter. Dünyaya zamansızlık, mekânsızlık, sonsuzluk, özgürlük hâkim olur. Yeryüzü Foça olur! Hem de gerçek Foça!” denilen türden…
Buraya dikkat: Onun “zamansızlık”ı; Ingeborg Bachmann’ın, “İnsan, ancak maddi şeylerin ötesinde bir şeye sahipse zengindir. Ve ben bu materyalizme, bu tüketim toplumuna, bu kapitalizme, burada cereyan eden bu korkunçluğa, sırtımızdan yaşamaya hakları olmayan bu insanların zenginleşmesine inanmıyorum. Gerçekte inandığım bir şey var, ve ben buna ‘bir gün gelecek’ diyorum. Ve özlemini çektiğim şey, bir gün gelecek. Evet, belki de gelmeyecek, çünkü onu hep yıktılar, binlerce yıldır yıktılar. Gelmeyecek ama ben yine de inanıyorum geleceğine. Çünkü eğer inanmazsam, artık yazamam,” haykırışıyla paralel özellikler taşır…
* * * * *
“Yazmak için yaşamak gerekir,” dedirten Sait Almış’ın, ‘Firari Hayat’ına ilişkin diyeceklerimi toparlarsam: Onun yazdıkları damıtıp, berraklaştırıp, netleştirerek ateşi canlı tutanlardandır.
Kolay mı? Yazmak içten gelirken; insan yazdıkça damarındaki kanı boşaltıyormuş gibi yorulur.
Sözün uçup, yazının kaldığı evrende; yazmak ya tedirgin olmayı gerektirir ya da tedirgin olmaktan kaynaklanırken; hiç de kolay değildir.
Soru sormaktır, yanıttır; sorumluluk almaktır; özgürlükten yana saf bağlamaktır yazmak; bir tutkudur.
Ama yazarsanız, ölüm sizi susturamaz. Rüyaların resmini çizmek kadar güçtür.
Siz bakmayın; “Yazmak, yaşanmamış hayattan intikam almaktır” diyen Orhan Pamuk’ın liberal edilgenliğine; yazmak bir kaçış, korkaklık değil; tam da yaşamın orta yerindeki bir eylemdir.
Yazmak, bir başka dünya kurmaktır; yepyeni haritalar çizmektir. Düş ile düşüncenin ürünüdür ve “mutsuzluğun nedeni değil sonucudur,” Montaigne’ın altını çizdiği üzere…
Ve nihayet “Sanat da felsefe de, farklı yöntemler kullanmasına karşın aynı amaca hizmet eder: İkisi de Schopenhauer’ın deyişiyle, acıyı bilgiye dönüştürür.”[8]
Sait Almış da bunu yapıyor ‘Firari Hayat’ında…
 
24 Şubat 2017 21:35:33, Ankara.
 
N O T L A R
[*] Birgün Gazetesi, 4 Mayıs 2017...
[1] Ursula K. Le Guin, Her Yerden Çok Uzakta, Çev: Semih Aközlü, İmge Kitabevi, 2016, s.47.
[2] Sait Almış, Firari Hayat, Ütopya Yay., 2016.
[3] Alain de Botton, Felsefenin Tesellisi, Çev: Banu Tellioğlu Altuğ, Sel Yayınevi, 11. Baskı, 2011, s.247.
[4] José Saramago, Ressamın Elkitabı, Çev: Şemsa Yeğin, Yayınevi: Can Yay., 3. Baskı, 2014, s.266.
[5] Friedrich Nietzsche, Alain de Botton, Felsefenin Tesellisi, Çev: Banu Tellioğlu Altuğ, Sel Yayınevi, 11. Baskı, 2011, s.288.
[6] José Saramago, Bilinmeyen Adanın Öyküsü, Çev: Emrah İmre, Kırmızı Kedi Yayınevi., 2016.
[7] José Saramago, Körlük, Çev: Aykut Derman, Can Yay., 25. Basım., 2013.
[8] Alain de Botton, Felsefenin Tesellisi, Çev: Banu Tellioğlu Altuğ, Sel Yayınevi, 11. Baskı, 2011, s.246.
 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...