Bir Dağ Masalı/ Haldun Açıksözlü

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Baktığı gökyüzünde yıldızlar bir senfoni yapıyorlardı adeta. O kadar çok ve muhteşemdiler ki, şaşkın kalmış ve gökyüzünden alamıyordu kendini. Bir yerden başlamalıydı, kendisi için, insanlık için bir yerden başlamalıydı.

Bu kadar yıldız, bu kadar gökyüzü birilerine anlatılmalı, gösterilmeli hatta belletilmeliydi. Çünkü umudun bu kadar yerlerde dolaştığı bu dönemde, bu yıldızlar yol gösterir, umut olur, kör yüreklere diye düşünüyordu.

Bu yıldızları, bu gökyüzünü gören gözler umudunu yitirir mi hiç? Şu koskoca kâinatın ortasında yeter ki sen parla, mutlaka bir gören olur. Biz nasıl ki bu yıldızları görüyoruz, Samanyolu’nu, Kutup Yıldız’ını, Takım Adaları’nı yani cümle âlemini görüyoruz ya. İçinden geçen ve bağırmak istediği; “biz sizi görüyoruz, ya siz bizleri, hatta beni görüyor musunuz?” ‘Evet, beni,’ diye düşündü, iki bin beş yüz metrede kurulan bir kampta kırk kişiden birisiydi ama kendini farklı görüyordu.

Buraya önceden de gelmişti ama yıldızlarla bu kadar hiç ilgilenmemişti. Belki de hava dumanlı olduğu için yıldızları bu kadar açık saçık hiç görmemişti. Uzandığı yerde hafif ürperse de soğuktan, yine de gözünü alamıyordu yıldızlardan. Onlar da beni görüyor mu düşüncesine takılmıştı. Onların binlerce yıl uzaktan geldiklerini biliyordu. ‘Peki, biz yani ben milyonlarca yıl öteye ışık saçıyor muyuz-m?’ diye düşünüyordu. “Hayatta yıldız olmak lazım,” dedi, kendi kendine. Sesli düşünmüştü. Böyle düşündüğü için birden irkildi. “yıldız olmak gerek” düşüncesi onu biraz acıtmıştı. Acaba içinde bir yerlerinde saklı bir “meşhur olma” düşüncesi mi vardı? Böyle olabilir miydi? Kendinden, kimi zaman şüphe duymuştu ama o kadar da değil. Bakılan, dinlenen birisi, hep göz önünde olmak mı istiyordu? Yani popüler olacaktı, takip edilecekti, o bir ikon olacaktı. Sadece “düşünce” olarak bile korkunçtu. Titredi ve bütün bu düşüncelerin şaşkınlığıyla, “Aklımdan neler geçiyor?” dedi. “Ben bunları istemiyorum ki. Her bir insan gibi yıldız olmaktı derdim. Yani popüler bir “yıldız” olmak değil ki derdim. Şimdilerde herkesin istediği gibi bakılan görülen hep konuşulan olmak değil derdim,” diye kendi kendini telkin etmeye çalıştı. Derin düşüncelere dalıp söyleniyordu, aslında bir yıldız olmak zorunda insan, her insan bir mucize değil miydi? İnsan seçilmiş değil mi? Binlerce sperm içinde başarıyı sağlayan değil mi? İyi de her insan, insan mı oluyor? İçinden çıkılmaz bir durumdaydı ve noktayı koydu: “Yıldız olmak lazım!” dedi ve bütün bu düşüncelere son verdi.

“Ne dedin anlamadım?” diye bir ses duydu. Yanından gelmişti ses. Bu sesin sahibi fiziği ile dikkatleri üstüne çeken ve kampın “yıldız”ıydı. Ne zaman yanına oturmuş ve onunla birlikte yıldızları seyrediyordu, hiç fark etmedi. Kendini toparladığında kokusunun güzelliğini fark etti ve ancak; “yıldızları saymak lazım” diyebildi. Gülümsedi güzel Ayça ve “Hangi birini sayacaksın, o kadar çok ki. Bence ömrümüz yetmez… Ama seni bu işte yalnız bırakmak istemem…”

Binlerce düşünce aklında yuvarlanıyordu. Kampın en güzel hatunuydu yanındaki ve ona bir imada bulunmuştu. Arkadaşlarıyla aralarında yapılan seçimde -ki üç arkadaş, üç sap da denebilir- kampın güzeli olarak onu seçmişlerdi. İçlerinde en yakışıklı olansa, hemen tasarrufunu yapmış, “Kimse heveslenmesin beyler, ben varken bu güzel hatunun size bakacağını aklınızdan bile geçirmeniz komik olur.” demişti. Hak verdiler doğal olarak ve zaten kendisi bu konularda pek aktif değildi. Yani böyle turlarda yaşanan şeylerin zorlama olduğunu düşünürdü. Yani anlamsız gelirdi, böyle yerlerde cilveleşmeler. Ayça: “Daldın yine, ne oldu?” diye uyardı onu. “Şey, yok bir şey…” dedi ve Ayça “Öyle olsun” derken iyice sokuldu, Dağlar’a. “Biraz üşüdüm de, sakıncası yoktur umarım?” diye sordu. Kekelemeden cevap vermeye çalışsa da, Ayça heyecanını anladı ve hemen konuyu dönüştürme çabasıyla: “Haydi başlayalım yıldızları saymaya…” Dağlar sanki bunu bekliyormuş gibi hemen atıldı:

“Haklısın hemen başlayalım saymaya…”

Dağlar Ayça’nın yıldızları sayma işini ciddiye almasına çok sevinmişti. Düşünsenize yıllardır düşündüğü ve çevresindeki herkese söylediği bir projeydi: “yıldızları saymak” Evet, bir proje sayılır onun açısından, hep kafasını meşgul eden bir proje. İmkânsız değildi onun için, yıldızları saymak. Bir yerinden başlamalıydı saymaya, en azından bir kısmı sayılırdı. ‘Hepsini sayamasak bile, bir kısmını sayardık,’ diye düşünüyordu. Ama bu projesini kime söylese hep ona gülüyorlardı. Kimse onu ciddiye almıyordu. “Ulan oğlum işin gücün yok kafa buluyorsun bizimle!” diyorlardı. Kadınlarsa, “kadınları kandırma yöntemi herhalde” deyip, “ben varım” diyor ve sayma numarası yapıyorlardı. “Aaa bak şu yıldız çok güzel” deyip, Dağlar’ın üstüne atlıyorlardı. Anlayacağınız kimse onun “yıldız sayma” projesini ciddiye almıyordu. Hatta bazıları; “oğlum eşeğin kuyruğundaki kılları sayarız daha kolay, hem aynı şey demiş ya Hoca!” diye espri yapıyorlardı. Ki bunlar en çekilmezleriydi. Neyse bunları bir yana bırakabilir artık. Çünkü gerçekten onunla birlikte yıldızları saymak isteyen biri vardı. ‘Gerçekten öyle mi, bana şaka yapmadı ya da diğerleri gibi geçiştirmedi beni değil mi?’ diye düşünmeye başladı. Bütün bu düşüncelerin aklından uçması için; “evet hemen başlayalım yıldızları saymaya…”

Ayça çaresiz ama heyecanlı bir sesle: “Nereden başlayalım, o kadar çoklar ve o kadar güzeller ki…” dedi.  Dağlar hazırlıklıydı, çok önceden bu anı kurguladığından. Hemen cebinden bir çerçeve çıkardı, yani bir dörtgen, “bir yıldız sayar,” dedi. Gökyüzüne tuttuğu yıldız sayara, Ayça hayranlıkla bakıyordu. “Şimdi bu kerterizimiz olacak, yani sabitleyicimiz. Bunun merkezine bir parlak yıldız alacağız ve onun etrafındakileri saymaya başlayacağız.” Ayça şaşkınlıkla; “sen bu işe epey kafa yormuşsun anlaşılan.” Birden Dağlar’ın eli ayağı boşaldı. “Yoksa ciddi değil miydin, yıldızları sayma konusunda?” Terlemeye başlamış, dili damağı kurumaya başlamıştı. “Hemen alınıyorsun, ben öyle bir şey demedim. Tabii ki yıldızları saymak istiyorum, seninle!” dedi Ayça. Seninle, kelimesine öyle bastırmıştı ki. Niyetinin ne olduğu ortaya çıkıyordu. Meselenin yıldız saymak olmadığı, asıl olanın onunla vakit geçirmek olduğu aşikârdı. Dağlar anlamamış gibi yapmayı tercih etmişti, yine de; “Bir an yanlış anladım sanırım, çünkü yıldızları saymaya başlamamız gerek ve buna bir yerden ve bir an önce başlamamız gerek…”

Ayça, Dağlar’ın bu işi çok ciddiye aldığını fark etti o an. Aslında o, bir oyun olarak görüyordu yıldız saymayı. Hatta Dağlar’la olan hoşlaşmayı da bir oyun olarak görüyordu. Kamptaki hoş ve çekici bir tip olan Dağlar’la bu süreçte eğlenebilirdi. Severdi böyle oynaşmaları, hiç ciddi bir ilişki yaşamamıştı, yani ilk yaşadığını saymazsak. İlk aşkı, sevgilisi ona bir travma yaşatmıştı. Kendinden yaşça büyük ve evli olan o adamla, tutkulu bir aşk yaşamıştı. Evli ve çocuklarının olduğunu bildiği halde bu adama tutulmuş ve tam beş yılını ona vermişti. Aslında bu ilişkide çok mutluydu Ayça. Bütün kadınlar gibi onun da annelik libidosu tavan yapınca, adamı zorlamış ve “senden bir çocuk istiyorum” demişti. İşte ilişkiyi bitiren süreç böylece başlamıştı. Adam “kesinlikle böyle şey olmaz!” diyordu. Ayça “ben senin çocuğunu doğurmak istiyorum ve soyadını bile taşımak zorunda değil,” diyordu. Ayça, ısrarla ben bu süreci tek başıma göğüsleyeceğim dese de, ikna edemedi adamı. Korkmuştu adam ve bunu gören Ayça’nın tutkusu bir anda yok oldu, söndü gitti. Erkeklerin nasılda korkak olduklarını görmüştü, anlamıştı. “Gayri Meşru” çocuğa bile cesaretleri yoktu. Ayça bu ilişkiden sonra bütün erkeklere aynı yaklaşıyordu; erkekler bir oyuncak ve onlarla oynamak gerek. Evet, Ayça için, artık erkeklerle yaşanan her şey bir oyundu. O da oyunda eğlenmeye ve zevk almaya bakıyordu.

Dağlar çerçevenin ortasına parlak bir yıldız bulmuştu. “Bak bu parlak yıldız kerterizimiz olacak. Onun sayesinde yarın kaldığımız yerden devam edebiliriz.” dedi.  Ayça, “O zaman hemen saymaya başlayalım,” dedi ve başladı. “Bir, iki, üç…”

Dağlar o kadar heyecanlıydı ki, yıldızları saymaya gerçekten başlamıştı, buna inanamıyordu. Kalp atışlarının hızlanışına takıldı ve bu sırada çok eskiden dinlediği bir masal geldi aklına. Hoş hiç unutmazdı ama kimseye de anlatmazdı. Ninesi anlatmıştı. Böyle bol yıldızlı bir akşamdı, o günlerde sayı saymayı yeni öğrenmişti. Ninesine sormuştu, gökyüzünde kaç yıldız vardır, diye. Ninesi de yıldızların sayısını bilmem ama sayılamayacak kadar hayatları yansıttıklarını biliyorum, demişti. Dağlar bunun üzerine; nine ben saymaya başlasam yıldızları, dedi. İşte o zaman ninesi, sana bir masal anlatayım diyerek başlamıştı bu masalı anlatmaya. Dağlar birden Ayça’ya baktı ve dedi ki; “sen yıldızları sayarken sana bir masal anlatayım mı?” Ayça, “seni dinlerken ben yıldızları nasıl sayacağım, bana söyler misin? O zaman ben sana yardım edeyim de bir an önce bu akşamlık yıldız sayma işini bitirelim.”

Çerçevedeki bütün yıldızları saydılar. 3849 adet yıldız saymışlardı. “Yoruldun mu?” diye sordu Dağlar.  Ayça; “çok çabuk geçti sanki, ben bir şey anlamadım, saymaya devam edelim mi?”

“Tamam ama ben sana ninemin anlattığı masalı anlatayım daha sonra devam ederiz,” diye ısrar etti Dağlar. Ayça iyice sokulduğu Dağlar’ın yüzüne anlamlı bir bakıştan sonra, “Anlat o zaman seni dinliyorum,” dedi.

“Ninem ben yıldızları saymaya karar verdiğim akşam anlattı bu masalı bana. Sende ‘bu akşam’ dedin ya, ‘yıldızları sayalım.’ Bende o nedenle anlatıyorum bu masalı. Çok çok eskilerde bir çoban varmış. Çobanın adı yokmuş ya da varsa bile kimse bilmiyormuş. Çobanın kendisi de bilmiyormuş adını, anlayacağın. İşi koyunlara bakmakmış. Geceleri bile onların yanından ayrılmazmış. Onları en güzel otlaklara götürürmüş. Her gece otlaklarda, çayırlarda, koyunları ve köpeğiyle birlikte yalnız başına kalırmış. Koyunlarını o kadar çok severmiş ki onlara tek tek isim verir ve her gece onları sayar ve isimleriyle çağırırmış.”

“Havanın açık olduğu gecelerde en sevdiği şeyi yaparmış; yıldızları seyretmek. Gökyüzünü seyrederken hep aklından geçirirmiş; ‘benim bu koyunlarım gibi bu yıldızların da sayısını bir bilebilsem. Aslında sayabilirim bu yıldızları. Evet, evet nasıl ki koyunları sayıyorum her sabah her akşam, yıldızları da sayabilirim.’ Böyle düşünceleri aklından hep geçiyormuş ama bir türlü yıldızları saymaya başlamamış ya da başlayamamış. Yine günlerden bir gün, hava o kadar açıkmış ki, adeta parlıyormuş. İşte o akşam karar vermiş çoban bütün yıldızları saymaya. Bir yerden başlamalı bu işe, şu köşeden bu köşeden derken, bir türlü karar verememiş nereden başlayacağına. ‘Böyle kararsız kalırsam bu kadar yıldızla nasıl baş edeceğim?’ diye düşünürken, köşedeki çok parlak yıldız yanıp sönmeye başlamış. Şaşkınlıkla bakakalan çoban, gözlerini ovuşturmuş. ‘Göz yanılması olsa gerek,’ demiş. Ama parlak yıldız yanıp sönmeye devam ediyormuş. Çoban gördüklerinin gerçek olduğuna ikna olmuş ve tam o sırada, uzaktan ve derinden bir ses gelmiş; ‘hey çoban beni duyuyor musun?’ Çoban önce anlam verememiş bu sese ve ses tekrar etmiş aynı sözleri. Çoban çaresizce ‘evet’ diyebilmiş, ancak.  ‘Beni duyuyorsan, artık seninle konuşma zamanı gelmiş demektir.’ demiş, yanıp sönen yıldız.”

“Çoban bir şeyler söylemeye çalışsa da yıldız onu susturmuş ve anlatmaya başlamış;  ‘bak çoban uzun süredir bizi izliyorsun. Hep bizi saymak ve isim vermek geçiyor aklından. Ama bir türlü başlamaya cesaret edemedin. Biz de seni izliyorduk, bakalım ne yapacak diye. Sonunda bu akşam karar verdin bizleri saymaya. Sonsuz sayıda olan biz yıldızlar, işte senin bu çabanı takdirle karşılıyoruz. Bu nedenle diğer insanların bilmediği bir şeyi paylaşmak istiyoruz seninle.’ Çoban çok heyecanlanmış. Duydukları onu şok etmiştir ama yine de; ‘sizi dinliyorum’ demeyi başarmış. Yanıp sönen yıldız devam ediyor anlatmaya. ‘Biliyor musun çoban her insanın bir yıldızı vardır gökyüzünde. Yani dünyada ne kadar insan yaşamışsa gökyüzünde o kadar yıldız vardır. Her insanın bir yıldızı vardır ve o insan bunu bilse de bilmese de onun adıyla o yıldız anılır ve onun adına parıldar. İnsan ölüp dünyadan yok olsa bile onun yıldızı gökyüzünde parıldamaya devam eder.’ Çoban merakla sormuş; ‘peki kayan yıldızlar, ışığı sönen yıldızlar ne oluyor?’  ‘Bak çoban, insanların yıldızları ne zaman kaybolur ve kayar biliyor musun? Bir insan ne zaman unutulursa, adını hatırlayanlar kalmazsa ve insanlığın onu unutmaması için ortada bir sebep yoksa o yıldız da artık söner ve kayar.’ ‘Peki,’ demiş çoban, ‘ismini unuttuğumuz ama bu dünyada yaşayan insanların yıldızları da yok olup gidiyor mu?’ Yanıp sönen yıldız, ‘evet, aynen öyle çoban, bir insan yaptıkları ve yaşadıklarıyla var olur gökyüzünde yıldız olarak. Onlar unutulursa, onun yıldızı da sönüp gider. Senin yıldızın da benim çoban. Sen şanslısın, çoğu insan, kendi yıldızıyla değil sohbet etmeyi onu hiç tanıyamadan yok olup gider. Sen tanıştın benimle, benim adım çoban yıldızı yani seninle aynı adı taşıyoruz. Ama benim yani senin başka bir ismin daha var, o da Kutup Yıldızı. Bundan sonra bu ismi kullanmanı istiyorum ve şunu da unutma ki biz yani seninle ben yolunu kaybetmiş insanlara, kılavuz olacağız. Yollarını bulmak için hep bize bakacaklar. İnsanların umudu olacağız. Her şeyin bittiği zamanlarda bile yanarak insanlara yol göstereceğiz. Bunu unutma.’ dedikten sonra yanıp sönmeye son veren yıldız, öyle bir parlamış ki çoban ne yapacağını bilememiş. İşte o günden sonra, bak şu karşıda parlak gördüğün yıldızın adı Çoban Yıldızı yani Kutup Yıldızı olarak kalmış.”

Ayça yarı uykulu yarı huzur dolu bir ses çıkarmış ama ne söylediği anlaşılmamıştı. Dağlar, “Aslında ben de bu masalı dinlediğim günden beri kendi yıldızımı arıyorum, gökyüzünde. Ama benimle konuşan hiçbir yıldız olmadı. Hep kendi yıldızımın peşinde oldum. Yıldızları sayarken kendi yıldızımı bulurum diye düşünüyordum. Aslında, belki de yıldız olmak istiyordum. Ve ben gökyüzünde yerimi almak istiyordum. Her insan bir yıldızdır, biriciktir. Ben de bir yıldızım, belki şu yıldız belki bu. Mutlaka gökyüzündeki yıldızlardan biriyim.” Dağlar kendinden geçmişçesine konuşuyordu. Onun konuşmalarını bir ninni gibi dinleyen Ayça uyumuştu bile. O gece Dağlar yıldızını bulamamıştı belki ama hayatının kadınını bulmuştu. Ayça ile kamp süresince hiç ayrılmadılar. Kamptaki son geceyi aynı çadırda geçirdiler ve bir daha ayrılmamaya karar verdiler.

Daha sonra iki yıldızları dünyaya geldi. Biri erkek diğeri kızdı. Birinin adını Kuzey diğerini Yıldız koydular. Ama gökyüzündeki yıldızları saymayı hiç unutmadılar. Şimdi dünyanın bir yerinde çocuklarıyla birlikte yıldızları saymaya devam ediyorlar.

Çünkü biliyorlar ki; bunu birileri yapmak zorunda, mutlaka yapılmalı…

 

 

https://aciksozluhaldun.blogspot.ch/2010/10/bir-dag-masali.html

İstanbul-İzmir

Ağustos-Eylül 2010

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...