Siyaset ve Fetişizm

Cemal Zöngür kullanıcısının resmi
İlk bakışta ya da alışıla gelmiş algılamalar yüzünden, genel olarak “Fetişizm ile Siyaset” arasında herhangi bir ilişkinin bulunmadığı kanaati hakimdir. Çünkü siyaset genel anlamıyla toplumu yönetip idare etmek iken, fetişizm; cinsellik başta olmak üzere, herhangi bir soyut veya somut simgelere saplantılı olma halidir. Bu yüzden çoğu insan ikisi arasında bağlantı olamayacağını düşünür.

 
Buna sebep olansa, felsefenden uzak duran birçok devlet yönetimi ve siyasi yapının, sürekli fetişizmin sadece psikolojik açıdan cinsel saplantı olduğunu öne çıkarmasıdır.   
Halbuki sosyoloji biliminin mimarları olan Agusto Comte ve Caharles Brosses, fetişizmin; dini inançlara bağlanma şeklinden ortaya çıkıp, daha sonra cinsellikte dahil farklı duygu ve düşüncelerde nasıl saplantı haline dönüştürüldüğünü net bir şekilde ifade etmişlerdir.
Fetişizmin bu temel çıkış noktasını bilen art niyetli ya da kültürsüz siyasi yapılar, bilinçli olarak fetişizmin siyasal yapılarla bağlantısının üzerini hep örtmeye çalışırlar.
Bu yüzden siyasetin konuşulduğu ortamlarda insanların çoğunluğu, siyasetin niteliği ile ilgili fazla bir irdeleme yapmadan, daha çok dış yansımasına bakarak değerlendirmektedirler. İfade edilen düşüncenin hâkim olduğu yapılarsa, demokratik özgürlükçü kültürden uzak siyasi anlayışlardır.
Ana çıkış kaynaksa, tek ilke olarak görülen ve kolayca değişmesi istenilmeyen ırk ve din saplantılı siyasetlerin lider, sembol, fotoğraf, heykel, büst, renk ve flama gibi simgelerini, gereğinin dışında kutsallaştırılarak fetişizme dönüştürülmesidir.    
Ve bu simgesel saplantılar siyaset üzerinde öyle büyük bir etki göstermektedir ki, insanlar her gün can ve malından oldukları halde, rasyonel bir tepkinin yokluğu, daha derin sorunlara işaret etmektedir. Şu noktayı herkesin bilmesi gerekir.
Her siyasi düşünce kendi içerisinde derecesine göre fetişist bir saplantıya sahiptir. İşte bu makalede fetişizm ve siyaset ilişkisini irdeleyerek, Türkiye siyasetindeki fetişizmin ne kadar derin olduğunu anlamaya çalışacağız.  
Bir ülkede siyaset başta olmak üzere toplumun tüm kültürel ve sosyal aktivitelerinin, fetişist saplantıdan uzak, nitelikli olduğunu söylemek için, o ülkenin kuruluş temelinin materyalist pozitif bilimlere bağlı olmasıyla mümkündür. Çünkü çağ bu sayede ilerlemiştir.
Diğer taraftan metafizik felsefeyi temel alıp şeriat özlemiyle yanıp tutuşan siyasi anlayışlarsa, bugüne kadar pozitif bilimlerin sunmuş olduğu imkân ve olanakları herkesten çok kullanmaları tam bir tezatlıktır.
Hatta idealistler buna cambazca kılıflar uydurarak, her bilimsel çalışmanın çıkış noktasının Kuran-ı Kerim’de olduğunu ileri sürmeleri, Tüccar Arap işine benzemektedir. Evet Kuran’ın bazı ayetlerinde ilkel bilimle ilgili birkaç ifade mevcuttur.
 Ancak bu ifadeler Sümer, Mısır, Babil, Asur ve Nemrut dönemlerinde icat edilmiş olup, günümüzde bunlara bağlı kalarak yaşamak hiçbir şekilde mümkün değildir. İdealistlerin bu savunmalarının bilinç atındaki neden, Metafizik düşüncenin çağımızda artık toplumsal yaşamda ve devlet siyasetinde en ufak bir geçerliliğinin kalmamış olmasıdır.
İşte Türkiye gibi ülkeler var oldukları günden bu zamana kadar sürekli ikilem içerisinde kalıp, acaba dine dayalı soyut felsefi ilimle mi yaşasam, yoksa pozitif somut felsefeye göre mi? Özellikle Türkiye bu konuda henüz gerçek ve doğru bir karar vermiş değildir.
Daha çok soyut dini doğmalar olan Arap İslam kültürüyle toplumu eğitip yetiştirirken, diğer taraftan pozitif bilimlerin yarattığı modernist teknolojik yeniliklere ağzı sulanarak yaşaması, bilgi çağında bilgisiz olmak anlamına gelmektedir.
      Türkiye Orta Çağ anlayışında ısrarını sürdürürken, ortaya çıkan siyasal ve kültürel boşlukları ise, liderin fotoğraf, bayrak, büst, heykel, flama gibi simgelerini fetişleştirerek doldurmaktadır. O zaman şu soruyu sorarak devem etmek gerekir.
Dünyadaki mevcut gelişme ve değişimler, pozitif evrimsel yaşamı dayattığı halde, bir ülke veya toplum neden din, ırk ve simge fetişizmiyle ayakta kalmayı düşünür?
Bunun en kestirme cevabıysa; tanrı ve dinler başta olmak üzere her şeye gereğinden fazla ve aşırı derecede bağlılık gösterilip, doğal özgünlüğünün dışında kullanılması, o toplum ve bireylerde kişilik yapısının gelişmesini her zaman engellemesidir.
Herhangi bir inanış ve tapınma, kişilerin doğal psikolojik yaşamından çıkarılıp, devlet ve ulus olmanın temel ilkesi haline dönüştüğünde, o kutsallar araçlaştırılırken, toplum ise sürüleşmektedir.
 Çünkü devletler maddi somut yapılarıyla ve aynı şekilde soyut manevi üstünlüğe sahip olmaları durumunda, bireyi; birey olmaktan çıkıp iradesi, zekâsı, yeteneği ve düşüncesi güdükleşir.
Güdük ve robotumsu bırakılan toplumlarda bir bez parçası veya herhangi bir işaret, adeta tanrının uzvu şeklinde algılanır. O zamanda bu toplumda her türlü mantık dışı olay sorgulanmaya gerek kalmadan çok kolay şekilde yaptırılır.
Örneğin düşünen insan veya biraz hisleri gelişkin hiçbir canlı, ölümü kolayca kabul etmediği halde, Türkiye gibi ülkelerde şehitlik adı altında insanların her gün niçin öldüklerini sorgulamamaları, fetişizm değilse daha derin bir hastalığın (Patoloji) varlığı söz konusudur.
Özgürlükler veya kültürel değerlerin korunup yaşatılması için savaşmak amacıyla ölen kişiye değer vermek, kutsallık dışında, bilimsel olmalıdır. Çünkü kutsallıklar sadece bireyin psikolojik ruh yapısına hitap etmek için vardır. Bu maneviyat devlet gücüne veya kişilerin maddi ve fiziki aracına dönüştüğünde, kutsallık değerini yitirmiş demektir. Bu yüzden kutsal ölüm yerine bilimsel çözüm olmalıdır.
 Örneğin karşıt güçlerle hiçbir koşulda görüşmek, konuşmak ve anlaşarak çözüm mümkün değilse, o zaman ölüme giden insanlara, insanlık için can verdi denilebilir. Şehitlik veya kutsal ölüm düşüncesi, bilimin ve mantığın çalışmadığı ya da olmadığı durumlarda ortaya çıkan akıl dışı yöntemdir.
Buna en somut örnekse, çeşitli nedenlerle Türkiye’de yüzyıllardır devam eden isyan ve çatışmalarda ölen asker, polis ve sivil insanları şehit göstererek ölümü kutsallaştırmak, Allah’ı bile rahatsız etmektedir. Çünkü oturup insanca konuşacak birçok yöntem mevcuttur.
Türkiye’de ölüm dahil her şeyi en çok kutsallaştırıp fetişleştiren siyasi yapılardan sağ ve liberal düşünceler başta olmak üzere, Kemalist milliyetçilerdir. Bu anlayışın kaynağını şu noktalar oluşturmaktadır.
Anadolu’da sözde üst kültür ve ulusal yapı Türklük bilindiği halde, her alanda Arap İslam kültürü ve Batı Taklitçiliğinin (İkamecilik) hâkim olması. Ve  ilke haline getirilen bu mantık dışı anlayışı oturtmak için de, bilim dışı birçok simgenin fetişleştirilmesiyle gerçekleşmektedir.
Örneğin bir ülkede yaşayan insanların hepsini temsil ettiğine inanılan “Bayrak” simgesel özelliğinin dışında tek ırk, tek din ve tek düşünce doğrultusunda kutsallaştırılıp, her olur olmaz yerde kullanmak, o simgenin gerçek değerini anlamsızlaştırır.
Benzer durum siyasi lider temsiliyetleri içinde geçerlidir. Tek düşünce, tek ırk ve tek dinciliği savunan liderin portrelerini her yerde ve herkesin gözüne sokacak şekilde asmak, dayatmak ve sevmesini zorlamak fetişizm değilse faşizmdir.  
Çünkü “Kültürleri Sentezleme Bilimi” yerine, “Devşirme ve Taklitçilik” olan akıl dışı anlayışla yaşamak, her basit simge ve materyali rahatlıkla yüceltmektedir.
 Neticede ifade edilen anlayış ve düşünceler yüzünden, çoğu halk kendi kültürel alt yapı ve kişiliğini tamamlayamamıştır. Sürekli birbirini inkâr etmek veya üstünlük sağlamak amacıyla, ölüm ve şiddette dahil en basit araçları fetişleştirerek çıkış yolu araması, iç ve dış çatışmayla yaşamak demektir.
Türkiye’deki diğer sol ve sosyalist siyasi düşüncelerde de benzer saplantılar görülse de, “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizmi” temel ilke edinmeleri neticesinde, bahsedilen saplantı ve fetişist durumdan biraz daha kolayca kurtulmaktadırlar. Tüm bu ifadeler, genel olarak Türkiye’deki sağ, liberal ve sol düşünceler içerisinde, siyaset ve fetişizmin ne kadar derin bir ilişkisinin olduğunu en açık şekilde göstermektedir.

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...