Dedemin Gözleri

Kamil Aydemir kullanıcısının resmi
Babaannem ölünce koynundan bakır madeni çıkarılan Artvin'in Murgul kazası gibi birkaç yılda çöktü. Kendi işlerini yapamaz olmuştu dedem. Annem ile babam aralarında konuşup aldıkları karar sonrasında, babam dedemi alıp İstanbul'a getirdi.

Dedemin İstanbul'a gelişi yılı yarılamamıştı ama dedem İstanbul’da iyice solan Artvin’di. Biz dedeme saygıda ve sevgide kusur etmiyorduk fakat ne yaparsak yapalım dedemin yüzünü güldüremiyorduk. Dedemden saklamaya çalışsam da dedem bizi sevmiyor diye ara sıra bozuluyordum dedeme. Okulumun olmadığı zamanlar dedeme İstanbul’u gezdirmeye çalışıyordum. İstanbul’u dedimse İstanbul’un hepsini sanmayın bizim oturduğumuz İstanbul’u. Yani devenin kulağını. Dedem ile sokaklarda her dolaştığımızda dedem başını kaldırıp yüksek evlere bakıyordu. Ben de dedem ile bakıyordum ama bir şey göremiyordum. Kendi kendime “Herhalde yüksek binalar dedemin hoşuna gidiyor,” diyordum. Bir keresinde dayanamayıp dedeme sordum:
“Evlerin güzelliğine mi bakıyorsun dede?”
 Dedem yüzüme bakarak:
"Dedenin Kartalı bu evlerin neresi güzel? Hepsi eğriltti duruyorlar. Üzerimize yıkılacaklar diye korkuyorum. Bu şehirlinin gözü ne kadar da aç! İnsan biraz yeşillik bırakır çocuklara, kuşlara. Dedenin Kartalı biz dürüstlüğü topraktan öğrendik. Toprağa neyi ekersen toprak sana onu verir. Toprak ihanet etmez; emeğe ve hiçbir insana. Biz insanlar ‘altınmış, para eden madenmiş,’ deriz toprağın ciğerlerini sökeriz. Dağların altını oyarız ama toprak bize ana gibi sabreder. Toprağın bu cefakârlığından, bu sabrından dolayı biz ona ‘Toprak Ana’ deriz." dedi.
Kartallar özgürlüklerini sevdikleri için dedem de kartalları çok sever; beni de sevdiği için bana hep "Dedenin Kartalı" derdi.
Günlerden pazardı. Güneş evin camından bizi selamlıyordu. Hepimizin yüzünde bir sıcaklık vardı; dedemin hariç. Kapkaranlık gökyüzü olur ya her an yağacak gibi, dedem de öyleydi işte; dokunsan ağlayacak… Dayanamadı babam dedeme bakarak:
 "Baba,” dedi, “sana karşı ne kusurumuz oluyorlar ki hep böyle üzgünsün. N'olur baba bir kere de yüzün gülsün."
Dedem insanın içini okşayan sesiyle:
"Oğlum,” dedi, “Allah sizden razı olsun. Kusur siz de değil. Ben İstanbul'da çırılçıplak gibi duruyorum!"
"Baba köyde de malımız yok. Boş eve gidip ne yapacaksın? Hiç olmazsa burada önüne hazır yemek geliyor. Başın ağırsa biz yanındayız." 
"Köyde anan var oğul, köyde anan! Toprağın altında olsa bile. Ben ölseydim anan beni bırakıp İstanbul'a gelmezdi. İnsan kendi rahatı için sevdiğini bırakmaz. Sevgi sevdiğini kendinden çok düşünmektir! Sevdiğin için kendi zevklerinden, kendi rahatından vazgeçemiyorsan ya, sevmiyorsun ya da sevmeyi bilmiyorsun demektir! Sevgi emektir oğul, sevgi emektir. Toprağa ektiğin tohumu bile emek vere vere büyütürsün. Bugünkü aklım olsa ananla da çocukken evlenmez; evlenmek için birkaç yıl daha beklerdim. O zaman iyi ettiğimi sanıyordum. Ama bana hayat mektebi öğretti ki annenle erken yaşta evlenerek çok büyük hata yapmışım. Anan kucağına seni aldığında kendisi çocuktu. Bunun içinde yaşayamadığı çocukluğu ananın içinde hep ağlıyordu. Biz ananla az mı yoksulluk dağlarını aştık be oğul? Günü kuşlardan önce biz az mı uyandırdık? Ardahan yollarına uykumuzu az mı düşürdük?”
 Bu kez uykusunu değil ama içindeki yaşları yanaklarına düşürüyordu insanlık çınarı, sevgi pınarı dedem. Sanki bizim dilimiz tutulmuştu.
"Oğul köyde kuru ekmeği yine suda ıslatır yerim. Ama her gün ananın yanına giderim. Üşümesin diye sevgimi üstüne örterim. Bilirim toprak da sahip çıkar koynundakilere ama ben de anana sevgimi esirgemem. Anan toprağın altında ben üstünde saatlerce dertleşiriz birbirimizle. Biz birbirimize altmış yılımızı verdik oğul, altmış yılımızı. Hep sayıp sevdik birbirimizi. Anan bende büyüdü; ben de ananda. Anan güldükçe ben de güldüm. Ananla gözlerimize bakınca görürdük birbirimizin içini. Şimdi ben ananı köyde tek başına bırakıp rahatım için İstanbul'a geldim. Nasıl gülsün için? Sizleri de seviyorum amma beni bağışlayın ben ananın yanında mutluydum oğul." diye ekledi dedem.
Benim içimden fırtınalar geçiyordu. Babam oturma odasından kaçarcasına çıktı. Annem sanki soğan soymuş da gözleri yaşarmış gibiydi.
Okuldan döndüğümde dedem yine televizyonun karşısında dağ gibi oturuyordu. Dedeme sarılıp öptüm. Nasıl olduğunu sormadım, çünkü nasıl olduğunu gördüm. Bir süre sonra babam da geldi. Günlerden pazartesiydi ama babam her zamankinden erken gelmişti. Babam gülerek dedeme doğru ilerlerken:
"Hadi baba gözün aydın. İşten de izin aldım, seni anama, seni sevdiğine götürüyorum.”  derken cebinden biletleri çıkarıp dedeme uzattı. Dedemin gözleri İstanbul'da ilk kez Kızkulesi'nin akşamları İstanbul'a gülüşü gibi gülüyordu. Benim gözlerim bayramlarda bile böyle güzel gülmemişti…
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...