Eylül; On İkiden Vuruldu.

Hasan Sağlam kullanıcısının resmi
„Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa, ama bu toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa o toplum için için çürümeye başlar.“ Yılmaz Güney

 
Mevsimler değişmez, sarsılmaz renklerini bezenerek, coşarak, sararıp solarak mutlak ve vazgeçilmez döngüsü ile devam eder. Eylül hazin sarımtırak rengini kuşanarak “kürdili hicaz” makamında gelip göğüs kafesimize dayanır. Darbelenmiş ayak izleri, potin seslerinde toz duman olmuş gencecik nefesler, yırtılmış kitaplar, yakılmış defterler, diz boyu işkenceler, idamlar ve uzun soluklu hapisler…
 
    Üstünden yılların geçmesi asla eskitmedi, eksiltmedi sancısını on iki eylülün. Mağdur edilmiş bütün bir hayatın hesabını kırılgan birkaç kelimeyle telafi etmek olanaksız.
 
    Darbenin kralları hâlâ devletin protokol defterinde önemli şahıslar olarak hayatlarını yüksek güvenlikli korunaklı evlerde sürdürüyorlar.
 
Ve eylül en hazin makamıyla gene kapımızdan geçiyor.
 
     Deli dolu hırçın, duraksız militan ve ne desem eksik kalacağını düşündüğüm; tanımlarken, kelimelerin ötesine düşmüş, pratik yaşamıyla bugün hâlâ belleğimizde dip diri, onurlu ve devrimci duran, Yılmaz Güney’i de, bir eylül günü kaptırdık o sarımtırak rüzgâra.
 
   Gidişi bir yaprağın düşmesi gibi değil, bir çınarın devrilmesi gibiydi, gölgesiz kaldı filmler, şiirler. Ama unutulmadı, Anadolu halkı, işçiler, köylüler, devrimciler asla unutmadı Yılmaz Güney’i.
 
     Omuz omuza dizilmiş işçiler gibi gülümserdi dişleri. Kurak topraklardan su koparan hıncı ile mercimek ve pamuk tarlalarında güneşe sataşırdı.
 
   Narin sevdalar beslerdi kursağında. “Söğüdün yaprağı narindir narin” türküsüyle okşardı sevdiğinin ayak izlerini.
 
     “Arkadaşlar, Yoldaşlar!” diye başlardı söze. İkilemez, teklemezdi. Namlu gibi bakardı hasmının gözlerine. Sürgün, mevsiminde açıldı uzak bir okyanusa, balıkçılara gülümsedi, haber bültenlerini ıskaladı, gazeteleri okumadı. Yüreğini bir uzak şiire yatırdı.
 
     Gayrı gerisi yoktu, film bu defa acı bitecek. Bir eylül sabahında Paris’in seyrek mavisine karıştı.
 
  On iki eylül bin dokuz yüz seksenden sonra otuz üç sene geçti. Sancılı duruyor her yara, kabuk tutsa da diz kapakları, ciğerin başı hep açıktır. Yılmaz Güney’in yolculuğu yirmi dokuz sene oldu. Hâlâ her adım başı gençlerimiz kıyılıyor. Eylül ağır yaralı geçiyor ömrümüzden.
 
     Bu sene Yılmaz Güney’i; taksim direniş ruhu ile devrimin seyir defterine güler yüzlü resimler bırakan yoldaşlarımızı selamlayarak anıyoruz. Ne on iki eylülü unuttuk ne Yılmaz’ı ne Ahmet’i ne Ethem’i ne Medeni’yi ne Abdullah’ı ne de Ali İsmail’i…
 
   Göğsümüzdeki yeriniz hep sıcak kalacaktır.
 
 hasansaglan@gmail.com

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...