"Yarin Yanağından Gayrı"... İsyan Ruhu... ve Börklüce Mustafa Şiir Günleri...

Vildan Sevil kullanıcısının resmi
Börklüce’nin felsefesini, ruhunu, Karaburun yerelinden hareketle, tüm yurtta canlandırma çabalarının son üçüncüsüydü bu etkinlik. “Son üçüncüsü”, diyorum; çünkü, daha önceleri de denenmiş; denenmiş de, suskunluğa itilmiş kaç kez. Börklüce Mustafa adı çıkarılıp, Karaburun Festivaline dönüştürülmüş ince taktiklerle. Yerel ve genel yönetimlerin, çeşitli yöntemleriyle, özellikle 12 Eylül’den sonra daha çok üretilmiş korku virüsü.

İzmir-Karaburun... 

Dağ dağ, tepe tepe... Burun buruncuk, koy koycuk... İşte o güzelim Karaburun. 

Koylarının, burunlarının, tepelerinin bekâretini, henüz yapsatçılara kaptırmamış o güzel yarımada. 

Bilinen tarihi, erken bakır çağına kadar uzanan kadim yarımada. 

Homeros’un Oddysea’sındaki Rüzgârlı Mimas. 

Hani, Zeus’a başkaldıran dev Mimas’ın, üzerine, demir, 

çelik, bakır dökülerek öldürülüp, bir daha dirilmemek üzere dağların altına gömüldüğü, Hades’e gönderildiği yer. 

Hani, XV. yüzyılda, Yıldırım Beyazıt oğullarının birbirine düştüğü, kanlı Fetret Dönemi’nde, bilge Şeyh Bedrettin’in, özgürlük, eşitlik özlemini savuran isyan rüzgârlarının püfür püfür estiği yerlerden biri... 

Karaburun/Rüzgârlı Minas... 

Torlak Kemal ile Börklüce Mustafa, Şeyh Bedrettin’in el yazması Varidat’ını okuduklarında; 

“Varalım, 

dedik. 

Görelim, 

dedik. 

Yapışıp 

sapanın 

sapına 

şol kardeş toprağını biz de bir yol 

sürelim, dedik. 

Düştük dağlara dağlara, 

aştık dağları dağları...” (Nazım hikmet) 



diyerek yollara düşüp şeyhin elini öpmeleriyle başlayan isyan ve bastırılmasındaki vahşetin şehri. 



Nazım Hikmet’in Simavne Kadısı Şeyh Bedrettin Destanı’nda, o depderin soluğunu duyduğumuz isyan: 



“Sıcaktı. 

Sıcak. 

Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı 

sıcak. 

Sıcaktı. 

Bulutlar doluydular, 

bulutlar boşanacak 

boşanacaktı. 

O, kımıldanmadan baktı, 

kayalardan 

iki gözü iki kartal gibi indi ovaya. 

Orda en yumuşak, en sert 

en tutumlu, en cömert, 

en 

seven, 

en büyük, en güzel kadın: 

TOPRAK 

nerdeyse doğuracak 

doğuracaktı. 

Sıcaktı. 

Baktı Karaburun dağlarından O 

baktı bu toprağın sonundaki ufka 

çatarak kaşlarını : 

Kırlarda çocuk başlarını 

Kanlı gelincikler gibi koparıp 

çırılçıplak çığlıkları sürükleyip peşinde 

beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp. 

Bu gelen 

Şehzade Murattı. 

Hükmü hümâyun sâdır olmuştu ki Şehzade Muradın 

ismine 

Aydın eline varıp 

Bedreddin halifesi mülhid Mustafanın başına ine.” 

Börklüce Mustafa, Torlak Kemal ve nice yiğit, nice özgürlük ve eşitlik sevdalısının, Nazım’ın dizelerinde, söze dönüşen isyanı: 

“Aydının Türk köylüleri, 

Sakızlı Rum gemiciler, 

Yahudi esnafları, 

on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafanın 

düşman ormanına on bin balta gibi daldı. 

Bayrakları al, yeşil, 

kalkanları kakma, tolgası tunç 

saflar 

pâre pâre edildi ama, 

boşanan yağmur içinde gün inerken akşama 

on binler iki bin kaldı. 

Hep bir ağızdan türkü söyleyip 

hep beraber sulardan çekmek ağı, 

demiri oya gibi işleyip hep beraber, 

hep beraber sürebilmek toprağı, 

ballı incirleri hep beraber yiyebilmek, 

yârin yanağından gayrı her şeyde 

her yerde 

hep beraber! 

diyebilmek 

için 

on binler verdi sekiz binini..” 



O günden bu yana, bu toprakların halkını, sömüre sömüre gelip geçen egemenler, kendilerine yönelik her başkaldırıya yaptıkları gibi, bu toprakların en doğru, en güzel, en yiğit isyanını da unutturmak için ellerinden geleni yaptılar. Kılıç salladılar, darağaçları kurdular, zindanlara attılar, işkencelerden geçirdiler halkı. 

İşbu öyküler, süredurur hâlâ... 

.................................. 



Börklüce’nin felsefesini, ruhunu, Karaburun yerelinden hareketle, tüm yurtta canlandırma çabalarının son üçüncüsüydü bu etkinlik. “Son üçüncüsü”, diyorum; çünkü, daha önceleri de denenmiş; denenmiş de, suskunluğa itilmiş kaç kez. Börklüce Mustafa adı çıkarılıp, Karaburun Festivaline dönüştürülmüş ince taktiklerle. Yerel ve genel yönetimlerin, çeşitli yöntemleriyle, özellikle 12 Eylül’den sonra daha çok üretilmiş korku virüsü. 



Üç yıldır, tiyatro adamı Şıhali Yalçıner, değerli Cevdet Yüceer ve bir avuç gönüllü arkadaşlarının çabası, belediyenin de görece katkısıyla Karaburun Börklüce Şiir Günleri adı altında yeniden başlatılmış. Üç gün süren bu etkinliği ilgiyle, zevkle, duygu salınımlarıyla izledim. 



Program, toplumcu şiirin, günümüzdeki temsilcilerinden şair Sezai Sarıoğlu’nun yönetimde aktı. Sezai Bey, kıskandığım o müthiş belleğinden fışkıran kendi dizeleriyle, anektotlarıyla, ayrıca pekçok şairin dizeleriyle bizi şiir dünyasında gezdirdi. Sıkıcı değildi, güzeldi, hoşdu ama ben diğer katılımcılarla dinleyiciler arasında da diyaloğu özlemişim galiba, bekledim doğrusu. 



Etkinliğin, kuşkusuz en önemli ismi, gençliğimin şairi, o yıllarda, dergilerden ve İlk kez Kıracağız Herşeyi kitabıyla tanıdığım, şimdi uluslararası üne sahip olan şair Özkan Mert’ti. Zübeyde Seven Turan’ın şiir sanatına hakim sorularıyla yürüttüğü söyleşide, Ö. Mert ile şiir bilgisine dalmak, ilgi çekiciydi. 



Şimdiden, iki şiir kitabı sahibi, on altı yaşındaki şair Cihan Barış Budak, Şükran/Murat Mengihan’ın müziği eşliğinde, şiir ve müzikle buluşturdu bizi. 



Şair Mehmet Atal, Mustafa Gür’ün sazı ve sözü eşliğinde şiirlerini okudu. 



Recai Atalay, Zübeyde Seven Turan, Nedime Kösteroğlu’yla da şiirde buluştuk. 



Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Başkanı, halk ozanı Turabi Yılmaz ise günümüzdeki zulmü seslendirdi şiirleriyle. 



Sayın Bedri Karayağmurlular’ın “Şiir ve Resim” konulu sunumu dikkat çekici ve doyurucuydu. 



Selçuk Yılmaz, Mustafa Dalçam, Mustafa Gür, Adil Serim yönetiminde, Eğitim-Sen 6 Nolu Şb Korosu müzikle kucaklaştık. 



Programda adı olmasına karşın, Cevat Çapan, sağlık sorunları nedeniyle etkinliğe katılamamış. Oysa Çapan gibi bir çevirmeni, şair ve edebiyat adamını dinlemek kuşkusuz hoş olurdu. Kendisine şifalar dileyerek, nice yeni, güzel yapıtlara imza atmasını beklediğimizi belirtelim. 



Etkinlikte, ilgi çekici bir gösteri de vardı. Tiyatrocu Şıhali Yalçıner’in yardımıyla , Ambarseki Kavimler Kapısı adlı, bir köyde rastlanması çok zor olan bir mekânda sergilenen Brecht’in epik oyunu Muhbir. Oyuncuların tümü orada yaşayan, etkinliğin gerçekleşmesine katkıda bulunan gönüllüler. Sevgiyle, yürekleriyle, içtenlikle oynadılar. 



Benim için ilginç, duygusal bir sarsılmaya neden olan diğer olay da, Nazım Hikmet’in, koca Nazım olduğunu bilmeden, onun sevkini yapan jandarma Abdülkadir Gani’nin Ambarseki Köyü’nden oluşunu öğrenmek oldu. Sevk sırasında, Nazım ona, yaşamında ilk kez tabakta dondurma yedirmiş. Nazım’ın koca şairimiz olduğunu, macerasını, terhisinden sonra öğrenir Gani ve hayranlığı bin kat artar; evini kitaplarıyla doldurur, 2009’da da ölür. Eşi Saliha Hanım hâlâ köyde yaşamakta. Onunla birlikte Gani’nin mezarını ziyaret ettik; yüreklerimiz, sevginin, vefanın sularıyla yunup yıkandı. 



XV. yüzyılda, Osmanlı ordusunun, on binlerce askeriyle tarumar ettiği, direnen onbinlerin sekiz binini verdiği o isyan ateşinin küllerini eşeleyip duruyor bir avuç gönüllü şimdi. Sönmesin o kadim ateş, diye. Unutmuyorlar, unutturmamaya çalışıyorlar. 



Karaburun’da yakalanıp Efes’te çarmıha gerilen Börklüce Mustafa’nın o güzel, yiğit, kesik başı, gözdağı vermek için Şeyh Bedrettin’e gönderildi. O günden bu yana, aklı ve ruhu, tüm zamanlara inat, hep ortaya çıkan gönüllüler tarafından, yiğitçe ve gönüllüce taşınıp duruyor. Şiirlerle, araştırmalarla taşınıyor. Unutulmuyor, unutulmayacak. 



Eşitlik ve özgürlük... İnsanlığın bir türlü ulaşamadığı, hep özlediği, aramaktan hiç vazgeçmediği kadim bir tutkudur o... Belalıdır, zamansızdır, aranandır, özlenendir o... 

Bazen bir kasırga, fırtına ya da hafif bir esinti gibidir yalımları. Ya da küllerin altında bekler bazen. Ama o, asla sönmeyen ateştir. 



Ta dev Mimas’tan bu yana, bakarsınız, ilkel komünal toplumun sonraki kalıtçıları, mağaralarda, birlikte yaşayıp, birlikte üreten- tüketen, o ilk İseviler körükler ateşi... 



Bakarsınız Şeyh Bedrettinler, Börklüceler, Pir Sultanlar, Köroğlular, Dadaloğlular körükler... Ve sonrakiler... 



“biz ki sevdamızı, alaca 

kıl bir heybe gibi sunduk 

aba terlikle denizi yürüyenlere 

şavkımız dağlara vurunca” demişti Hilmi Yavuz. 



Demişti de, okyanustan esen rüzgârlara kapılıp şimdilerde sevdasını unutmuştur. Ne ki şiir, şairden çıkmıştır bir kez, bizimdir. Şiiri sahiplenerek, sevdasını unutmayan bir avuç gönüllünün yanına, varlığımızı, çığ gibi büyüme dileğimizi ve umutlarımızı katıp, “aba terliklerle denizi yürüyenlere” selam olsun diyelim mi hep birlikte?... 



Yüzyıllardır, Bedrettin’in, Torlak’ın, Börklüce’nin aklını, ruhunu, felsefesini taşıyan, yaymaya çalışan gönüllüleri, ozanları, şairleri, şiirleri bir kez daha selamlayalım mı?... 



Gelecek yıllarda, yeni meşaleler tutuşturup çoğaldıkça çoğalalım mı sevgili okur?... 



Çoğalalım mı?... 



Karaburun “Börklüce Şiir Günleri”, gönüllüleri, daha nice yıllara... 



Nice yıllara... 



19.07.2012 

Vildan Sevil 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...