"GİTME BABA"

Önder TAŞTAN kullanıcısının resmi
Vedalaşmak için kızına doğru eğildi, öpmek istedi. Birden gözyaşları boşaldı çocuğun “Gitme baba. Gitmeni istemiyorum ben. Sen de gel.” Teselli olmuyordu ama. Susuyordu çaresiz, ağlayarak. “Benim de kararlarımı önemseyin” dercesine, isyanı büyüktü küçücük yüreğinde.

 

“GİTME BABA”

Bir süredir birbirlerini görememişlerdi. Ertesi gün görüşeceklerdi. Çok heyecanlıydı adam. Geç saatlere kadar uyku girmedi gözüne. Zamanın durduğu an. Geçmek bilmiyor. Bir yandan heyecan, diğer yandan demir atan zaman… Sabah olmak bilmiyor. “Uyusam iyi olur.” dedi. Başı yastıkta, bir o yana bir bu yana döndü durdu. Uyku da zaman da düşmandı sanki o gece. Kalktı, bir sigara yaktı, ışıldayan şehrin alaca karanlığında kaybolup. Derindi içine çekişleri. Her dumanı içine gömdü adeta. Tıpkı, nankör bir hayatın bütün acılarını içine gömdüğü gibi. Kahretme hakkını kullandı sonuna kadar, karanlığa sessiz çığlıklar atarak. Tek başına. Bir başına. Öyle yalnız. Öyle kimsesiz. Öyle çaresiz… Bütün terk edilmişliklerin en acı ifadesiydi yüzündeki dalgın bakışlar. Çözüm değildi, biliyordu. Ama aklından kötü şeyler de geçirmiyor değildi. Sonra bencilliğine kızıp kendini teselli etti. Teselli. Edilemeyen bir duyguydu artık onun için. Dizginledi sadece. Belki de şimdilik.

Kim bilir kaç sigara, kaç kelime, kaç cümle birbirini kovaladı. Dalgın bakışlarıyla bir film karesi gibi geldi, ama geçmedi bir türlü gözlerinin önünden. Saat gelmişti nihayet. Hazırlandı ve çıktı. Yol uzun değildi çok fazla. Ama zaman yine yapıyordu yapacağını. Ona iki şeyi öğretmişti ama. Kelimeler kifayetsiz olduğunda susmayı, bir de taşları çatlatan sabrı.

İndi araçtan. Hızlı hızlı atan kalp atışlarıyla adımları yarışıyordu adeta. İşte tam karşısındaydı artık. Sımsıkı sarıldı. Öptü, öptü, öptü… her öptüğünde o tarifsiz kokusunu da içine çekerek. Doğal bir durgunluk, bir suskunluk hakimdi ortama. Anladım ki o da koskoca şeyleri atmaya başlamıştı küçücük yüreğine. Çok geçmedi, sanki yeni bir şey icat etmiş olmanın verdiği heyecanla, masanın üzerinde duran oyuncak bebeklerini gösteriyor, kaybolan her anı telafi etmeye çalışıyordu. Gözlerinin içine baktı adam. Gözlerini hiç öyle ışıl ışıl, gamzesini hiç öyle derin görmemişti. Derin bir mutluluktu bu. Şakalaşıyorlardı. Şebeklikler yapıyordu o da. Küçük pembe çantasından çikolata, kraker çıkardı. Bir kendi yiyor, bir babasına veriyordu. Okulda yeni öğrendiği bir şiirini okumak istediğini söyledi. Şair bir babanın, şiir seven kızı. Daha ne olsun. Başladı okumaya. Pür dikkat gözlerine bakıyordu adam. Hayatının en güzel şiir okuyan çocuğuna, kızına. “Çocuğunla gurur duymak, dünyanın en güzel duygusu.” diye geçirdi içinden.  Sonra bir şiir daha okumak istedi. Okudu. Sonra İstiklal Marşı. Hem de on kıtası, bir solukta. Sonra bir şiir daha, bir tane daha… Her anını, her şeyini paylaşmak, iki yaka arasındaki köprüyü sağlam tutmak için nasıl da çırpınıyordu. Ağlamaklı oldu adam. Tuttu kendini.

Durgun bir “merhaba, hoş geldin, nasılsın?” ile oturmuştu masaya adam. Çocuk, küçücük yüreğiyle öyle ısıtmıştı ki ortamı, kadın bir şeyler anlatmaya başladı adama. Görüşmedikleri zaman içinde yaşananlardan söz ediyordu. Anlatmaya devam ettikçe, her zamanki gibi arada esler olmayan, nefessiz cümleler kuruyordu ardı ardına. O beyaz yanakları yine kızarıyor, gözlerindeki ışıltı gittikçe artırıyordu şiddetini. Durdu ve dinledi adam. Bazen gözlerinin içine bakarak, bazen liseli aşıklar gibi gözlerini kaçırıp, anlattıklarında geçmişi yaşayarak. Sözsüz bir özlemin itirafıydı bunlar. Arada geçenlerden gayet hoşnuttu çocuk. Ama buna rağmen, zaman zaman sohbet arasına giriyordu. Belli ki her ana o da dahil olmak istiyordu. “hadi, biraz da parka gidip oynayalım” dedi adam. Daha cümle bitmeden çocuk ayaklanmıştı çoktan. Kalktılar masadan, yürümeğe başladılar. Arkadan biri seslendi. Döndü baktı adam. Garson çocuk “Abi af edersiniz, hesabı ödemiş miydiniz?” Nasıl bir kalktılarsa artık, ödemeyi unutmuşlardı. Ödenmeyen her hesap, er ya da geç önüne çıkıyordu işte. Bazen sana ait, bazen başkasına… Hesabı ödedi adam. Parka doğru yürümeğe devam ettiler. Yol boyunca yine bir şeyler anlatıyordu, hem kadın hem çocuk. Dinliyordu adam. “Ne kadar da güzeller. İkisi de…” diye derin bir iç geçirdi..

Park cıvık cıvıl. Gülüşüp, koşuşturan, oyanaşan çocuklar, oyuncak satıcıları, çocuklarını birlikte parka getiren anne-babalar. Bir yere oturdu kadın. “Hadi birlikte zaman geçirin” dedi. “Hadi baba” dedi heyecanla çocuk. Koştular birden, o oyuncaktan bu oyuncağa. Nasıl da özlemişti çocuk, nasıl da özlemişti adam, birlikte parkta oynamayı. Kaydıraktan kayarken bile gözlerini babasından hiç kaçırmıyordu çocuk. Sanki ne kadar çok kayarsa, o kadar bitmeyecekmiş gibi birlikte yaşadıkları o zaman, durmadan çıkıp çıkıp tekrar kayıyordu. Bir süre oynadılar. Dönüş zamanı gelmişti bile. Gece demir atan zaman, onlar bir aradayken akıp gitmişti. Elele tutuşup, evin yolunu tuttular. Yine bir şeyler anlatıyordu çocuk. Aslında bir şeyler anlatmaya çalışıyordu annesine ve babasına. Akıp giden zaman gibi yol da bitmişti. Eve doğru dönen köşeye geldiler. “Buradan gitmiyor musun sen?” dedi kadın adama. “Alışkanlık.” dedi adam. Vedalaşmak için kızına doğru eğildi, öpmek istedi. Birden gözyaşları boşaldı çocuğun “Gitme baba. Gitmeni istemiyorum ben. Sen de gel.” Elindeki çantayı yere bıraktı adam. Sımsıkı sarıldı kızına. “Ağlama benim güzel kızım” derken, o da ağlamaya başladı. Gözyaşı düştü kızının gözyaşının üzerine. Kucakladı kızını. O da sımsıkı sarıldı babasının boynuna. “Gitme baba. Ne olur gitme. Ben seni çok özlüyorum. Lütfen gitme” diye yalvardı adeta. Hemen orada bulunan bir banka oturdular. Adam kızına sarılıp teselli etmeye çalışıyor, gözyaşlarını öpüyordu. Titriyordu çocuk ağlayarak. Adam da ağlıyordu. “Baban bir yere gitmiyor kızım. İşlerini halledip tekrar gelecek evimize. Biz ayrılmadık ki” diye, kadın da teselli etmeğe çalışıyordu. Teselli olmuyordu ama. Susuyordu çaresiz, ağlayarak. “Benim de kararlarımı önemseyin” dercesine, isyanı büyüktü küçücük yüreğinde. “En büyük sözüm sana kızım, kısa süre içinde geri geleceğim. Hiçbir yere gitmiyorum. Gitmeyeceğim. Biz ömür boyu birlikte olmaya devam edeceğiz” diye söz verdi adam kızına. Biraz olsun sakinleşti çocuk. Oyuncak istedi babasından. İstediğini aldı.

Son kez sarıldılar birbirlerine sımsıkı. Elinden tuttu annesinin, evin yolunu tuttular. Arkalarından baktı adam. Boynu bükük, arkasına baka baka yürüdü çocuk. Son görüş anına kadar arkasına bakıp el salladı babasına. El salladı babası. Geriye döndü adam. Kızına verdiği sözü yüreğine koyup, yoluna devam etti ağlayarak…

ÖNDER TAŞTAN / 09.05.2016 - 03:37 / İZMİR

Tags: 
Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...