Delta
Kalsam çırılçıplak ovaların
dilsiz ormanında yüzünle
başımı yıldızlara vura vura
acıları sustura sustura
nehirlerin biriktirdiği
deltalarda kuşlarla ölsem.
Kalsam çırılçıplak ovaların
dilsiz ormanında yüzünle
başımı yıldızlara vura vura
acıları sustura sustura
nehirlerin biriktirdiği
deltalarda kuşlarla ölsem.
En çok dağlara gömdüler bizi
kuşlara bıraktım yasımı
ıslanmış kirpik uçlarından ovaya
nasıl düşerse yıldızlar, öyle
asfalta serptim kanımı
otobanın üzerinde güz şenliği
raks halinde binlerce kanat
karaltılı açılıp kapanan pelerin
en çok dağlara gömdüler bizi
gecenin vur sesi tenimde parlayan.
diye sordu kral.
Bilinmez ki majesteleri,
ancak olup bittikten sonra
farkına varırız.”[1]
“Şiir”in “ne”liği -hadi “aykırılığı” diyelim- konusunda José Martí’nin “Kabaran Bir Dalga Gördüğünde Sen” başlıklı dizeleri, her şeyi yeterince net anlatır:
...
ÜTOPYALARIMIZI BİLEMELİ
Yaz bitti!
Yazla kışın dengede durduğu
Falcıların “Terazi” vakti olan Eylül,
Ekim’le “Akrep”leşti.
Sonra Kasım seslendi uzaktan
Kırgın, solgun ve yaralı…
Derken Aralık göründü
İki canlı.
Yeni yıla gebe.
O halde hazır olmalı:
Ütopyalarımızı bilemeli…
Adil Okay
Bir şiirin yaratılma prosesi, şair öznenin bilincinin ve bilinçaltının bileşkesinin ürünüdür. Önce, şair, yaşayarak, yaşamının her anıyla, okumak, izlemek, deneyimlemek gibi yaşamının tüm eylemleriyle ve kendisinin maruz kaldığı tüm eylemlerle şiire birikir. Bu proses, aylar boyunca da sürebilir yıllar boyunca da ve şiirin yazılma sürecine dahildir. Çünkü, bir şiirin yazılması birkaç saatlik bir süreç değildir, şairin o şiirin yazılması anına kadarki tüm geçmiş yaşamı artı birkaç saatlik bir süreci kapsar, - Picasso’nun kendi resimleri için dediği gibi -.
Kırık Çırak
kalbimi çekiç yaptım da düzeltemedim
hayatımın eğri büğrü kaportasını
ezikliğini bana kusuyor ustam
üstüpü gibi harcıyor çocukluğumu
kaynak tutmuyor heveslerim
dünden yarına kırılmışım
’senin failin devlettir’ diyorlar
’üreme bonkörü ailen bir de’
- sahi devlet’e nasıl gidilir abi?
dövüyorlar düşlerimin misket mavisini
küfre ve tütüne bulandı masumiyetim
bir işbaşı bile almadılar
abimin küçüklüğüdür giydiğim
alev denizini geçmeye benzer.”[1]
Turgut Uyar’ın, çok önceleri dillendirdiği saptama hâlâ güncel gerçek(liğimiz).
Ne demişti şair? Anımsayıp/ anımsatalım: “Şiir çıkmazdadır. Bütün şiir yazanlara, edebiyat yazanlara hatırlatmak gerekir: Şiir çıkmazdadır. Çünkü insan çıkmazdadır, sorunlar çıkmazdadır, toplum değişiyor, insan değişiyor, insanın yeri değişiyor, insanın ilişkileri ve sorunları değişiyor…
1930’un eksik idealizmi 1940 realizmi ve 1950’nin hastalıklı romantizmi ile bugünün insanın betimlemek mümkün değil.
Ürperdi, elini cebine soktu, son yazdığı şiire dokundu. Kendi aklı dâhil, hiçbir iktidarı sallamayan kör bir uğultunun içinde kaybolduğunu düşündü.