Yenge Biz Bir Hata Yaptık! -1

Sibel Karakız kullanıcısının resmi
“Ne hatası yahu! Hatanın telafisi vardır! Siz affedilmez bir günah işlediniz!”

Genç kadının eşi, devlet memurluğu sınavını kazanmış ve tayini İzmir'e çıkmıştı. Önce kocası gitti. Ev bulup kiraladı ve birkaç hafta sonra evini taşımak üzere tekrar memleketine döndü. Eşyaları bir kamyona yükleyip gönderdiler, kendileri de otobüsle İzmir'e doğru yola koyuldular.
Yollar yabancıydı kadına. İlk kez bu kadar uzaklara gidiyordu. Arkasında anılarından başka pek bir şey de bırakmamıştı zaten. Kim bilir nelerle, kimlerle karşılaşacaktı? Bir yandan artık kendi evlerinin olacağına sevinirken, bir yandan da akrabalarının –“aman yabancılara güvenme, kimsenin evine gidip gelme, yalnız bir yere çıkma”- uyarıları onu baya korkutuyordu.
İzmir'e vardıklarında, kamyon evin önünde onları bekliyordu. Yükünü boşaltıp gitti kamyoncu. İlk birkaç gününü evini yerleştirmekle geçirdi. Altı aylık bir de bebeği vardı. Eşi fazla izin alamamıştı. Genç kadın bir yandan evini yerleştirirken bir yandan da çocuğuyla ilgilenmek zorundaydı. Birkaç hafta çok yorucu geçti. Fakat işler bittiğinde, eve kapanıp sadece çocukla ilgilenmek olmuyordu. Artık iyice sıkılmaya başlamıştı. Kocaman şehirdi İzmir! Üstelik tanıdıkları da yoktu. Eşi vardiyalı çalışıyor, sabah eve geldiği zaman da uyuyordu hemen. Eşinin gece nöbetinin olduğu akşamlar tek başına çocuğuyla oyalanıyordu. Yalnızlıktan biraz da korkuyordu. Kapıyı defalarca kontrol ediyordu.
Memleketten tanıdıkları bir öğretmen arkadaşlarının ailesi de o mahallede oturuyordu. Yaşlı kadın bazen onlara gelir, bazen de kendileri ona giderlerdi. Yine evlerinin yan tarafında oturan, kendinden on yaş kadar büyük bir kadın komşusuyla, bakkala gidip gelirken yolda selamlaşır ve ayak üstü sohbet ederdi. Hepsi o kadardı. Bazen, ‘bari kafa dengim, evine gidip gelebileceğim bir arkadaşım olsa’ diye aklından geçiriyordu.
Bir sabah kocası işten eve gelirken bir erkek arkadaşını da beraberinde getirdi. Tanıştırdı karısıyla.
“İsmail” dedi, “iş arkadaşım”
“Karım Necla”
“Çok memnun oldum”
“Ben de.”
Nişanlıymış İsmail. Birkaç hafta içinde Ankara'da düğünü olacakmış ve acilen kiralık bir ev bulması gerekiyormuş. Oturdukları evin birkaç bina ilerisinde kiralık bir ev vardı. O eve bakmaya gittiler. Döndüklerinde:
“Tamam, tuttuk evi” dedi kocası.
Karısı sevindi bu habere. Bir arkadaşı olacaktı. Nişanlısının yaşını ve ismini sordu. İsmi Nuran’dı ve kendisinden sadece bir yaş küçüktü. Düğünün hemen arkasından taşınacaklardı. Geç vakte kadar oturup sohbet ettiler. Giderken:
“ Yenge” dedi, “inşallah iyi komşu oluruz”
“İnşallah”
“Hoşça kal Ali Rıza”
“Güle güle”
Bir ay sonrasıydı; evlenip eşyalarıyla çıkageldiler. Necla, Ali Rıza ve kucağındaki çocuğuyla sevinçle yanlarına gittiler. Bir telaşla eşyaları içeriye taşıyorlardı.
Evli çifti kutladılar oracıkta. Nuran omuzlarına dökülen simsiyah saçları, kocaman kara gözleri, dolgun dudakları, buğday tenli, güzel yüzlü bir kızcağızdı. Yüzünün incecik olmasına rağmen, vücudunun iriliği, geniş etekli kırmızı elbisesi bedenini anormal ve çirkin gösteriyordu. ‘Bu ne biçim yeni evli bir kadın!‘ gibilerinden şaşkın şaşkın baktı kocasına.
Derken, öğretmen arkadaşlarının annesi de geldi yanlarına. Yaşlı kadın gelini şöyle bir süzdü, kendi kendine bir şeyler mırıldanıp durdu. Nuran elini nereye uzatsa bırakmıyor, ağır şeyleri taşımasını engelliyordu. Nuran elindeki hafif yüküyle içeri girince, Necla’nın kulağına eğilerek,
"Bu kadın hamile " dedi.
Şaşırdı Necla. “Hamile mi? Ama nasıl olur teyze, bunlar yeni evliler! Topu topu sekiz ay nişanlı kalmışlar. Bunun karnı çok büyük! Ama bu hamilelik değil bence, bir hastalığı olabilir pekâlâ"
"Kızım sen henüz çok gençsin, ben bir kadının karnını görmesem bile, yüzünden anlarım hamile olduğunu"
Eşyaları içeri taşıdılar.
Memnundu. Nihayet konuşup gezebileceği bir arkadaşı olmuştu Necla’nın. Ailecek birlikte gezmelere gidiyorlardı. Hatta birlikte o yaşlı teyzeye gittiler.
Kocaları aynı vardiyada çalışıyorlardı. Bu yüzden birbirlerinde kalabiliyorlardı. Bazen çocuğuyla Nuran’a gidiyor bazen de o geliyordu kendisine. Yine böylesi bir günde geç saatlere kadar oturup sohbet edip çay içtiler. Bebekle oynadılar. Oynamaktan yorulan bebek uyudu. "Ben bugün pek iyi değilim, artık yatsak mı?" dedi Nuran karnını ovuşturarak.
“Olur, hem benim de uykum var”
Necla gecenin bir yarısı arkadaşının iniltisine uyandı.
"Ne oldu, neyin var arkadaşım?" diye sordu telaşla.
"Yok bir şeyim. Sadece biraz sancım var" diye geçiştirmeye çalıştı. Ama durum hiç de öyle görünmüyordu. Sancısı azalınca tekrar yattı.
Yorgundu, uyudu hemen. Yine inleme sesleriyle uyandı. Nuran yatağın üzerine oturmuş, "Ah bir sabah olsa da kocam gelse" diyordu. Yanına gitti. Yüzünün terini sildi. Necla bugüne kadar ona hamilelik konusunda bir şey sormamıştı. Ama artık bunu saklamanın bir anlamı yoktu. Ona "Bak canım bu doğum sancısına benziyor." dese de o hala inkâr ediyordu hamileliğini. Aklına görüştüğü teyze geldi. “Gözün bebeğimde olsun. Ben gidip teyzeye bir haber vereyim"
"Hayır, hayır çağırma teyzeyi, birazdan geçer. Benim sık sık sancılarım olur böyle. Evime gitmeliyim!” Birileri bilsin, duysun istemiyordu. Saklıyordu.
Ne kadar dil döktüyse de ikna edemedi Nuran’ı. Kalkıp evine gitti. Pencereye koştu, arkasından baktı. Bebeği olmasa, onu evine kadar götürürdü. Uykusu kaçtı, huzursuz olmuştu. 1983 yıllarıydı, o zamanlar telefon lükstü, her evde bulunmazdı. Oysa ne kadar çok iyi olurdu o akşam bir telefonu olsaydı evinde. Sabaha kadar eşinin eve dönmesini bekledi.
Sıkıntısı dağılır diye kahvaltı hazırlamaya koyuldu. Kocasının geldiğini fark etmedi bile. Kahvaltıya oturdular. Tam arkadaşından bahsedecekti ki, kapı çalındı. İsmail telaşla girdi içeriye.
"Hanım çok rahatsız… " dedi ve Ali Rıza’nın kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam başıyla, “gidebilirsin” gibilerden bir işaret etti karısına.
Yolda, "Ya yenge” dedi, “Biz bir hata yapmıştık."
Nuran'ın gece geçirdiği rahatsızlıktan dolayı ne demek istediğini anlamıştı ama yine de ondan duymak istiyordu.
"Ne oldu ki? Ne hatası?”
"Fark etmiş olmalısınız, Nuran hamileydi. Gece banyoya girmiş ve tek başına doğum yapmış, bir kızımız oldu."
"Ne, doğum mu yapmış? Hem de kendi başına! Nuran, bebek?”
"İyiler, iyiler… Yalnız bebeğin göbek kordonunu kesmek gerek. Senin beben var, bilirsin nasıl kesildiğini. Bilirsin değil mi?”
"Benim bebem var ama göbek bağı nasıl kesilir bilmem. Bu konuda da hiçbir fikrim yok.”
Eve girdiler. Nuran yatağa uzanmış, bebek yanı başında duruyor. Heyecanla koştu yanlarına.
“Geçmiş olsun arkadaşım” dedi.
Nuran cevap dahi veremeden, biraz utangaç biraz mahcup, üstündeki yorganı başına çekti. Necla onu görmemezlikten geldi. Tekrar göbek bağı kesme konusuna döndü ve İsmail'e,
"Teyzeye söyleyelim, o bilir belki."
"Bunu hiç kimse bilmemeli" diye karşı çıktı adam.
"Ya kardeşim bu gizlilik niye? Babası sen değil misin?”
"Tabi ki benim"
"O halde… “
Birden aklına diğer komşusu geldi. Bebeğin hayatı söz konusuydu. Onların fikrini almadan onu çağırmaya gitti.
Durumu izah etti. “Aramızda kalsın, kimse bilmesin!” dedi.
‘‘Ben göbek bağı kesmesinden anlamam, ama komşumun kızı hemşiredir. Anlarsa o anlar.”
Gidip kapısını çaldılar. Annesi açtı kapıyı. “Kızım hastanede, akşama gelir ancak.” dedi. “Hayırdır?” dedi merakla.
Durumu kısaca anlattı. Annesi telefonla kızını aradı. Kızı göbek kordonunun nasıl kesileceğini anlattı. Anne de yanında bulunanlara söyledi. Teşekkür edip ayrıldılar.
"Kullanılmamış jilet ve yorgan ipliği var mı?" diye sordu Necla. İsmail jilet ve yorgan ipini bulup getirdi. Necla, hemşirenin talimatlarını harfiyen uyguluyordu. Jilet ve ipliği bir cezvede iyice kaynatıp biraz soğuttuktan sonra başparmağıyla bebeğin göbeğini ölçtü. Parmak boyunda ipi sıkı bir şekilde bebeğin göbeğine bağladı ve ipin dışarıya gelen kısmını jiletle dikkatlice kesti. Bebek göbeğinden kurtuldu. Derin bir oh çektiler.
Güzel bir bebekti. Koyu mavi gözleri, melek yüzlü bir kız... Adını Kader koydular. Doğumdan birkaç gün sonra apar topar oturdukları evden, mahallenin diğer ucundaki başka bir eve taşındılar. Bir şeylerden kaçıyorlardı sanki. Bir anlam veremiyordu Necla.
Kader bir-iki aylık olmuştu. Hiç de iyi bakılmıyordu. Aşırı derecede zayıftı. Necla bebenin mama arandığını görünce,
"Bu bebek doymuyor, aç kalıyor. Şu anda da aç bence" dese de onlar bunu kabul etmediler. Dayanamadı, yerinden kalkıp mutfakta biraz süt ısıttı, biberona koydu, içirdi. Biberondaki sütü bitirmişti bebek. Anne babası buna alınmışlardı. Hatta bu olayı doktorlarına duyurmuşlar, doktor da:
"Çok biliyorsa söyleyin gelsin kendisi benim yerime doktorluk yapsın. Bebek gayet sağlıklı" demiş onlara.
Bu ne kadar doğrudur bilinmez ama Necla onların tepkisine alınmış ve bir daha bebeğe karışmamaya karar vermişti.
Yine bir gün akşam oturmasına geldiklerinde, Nuran:
“ Ankara'da kardeşimin düğünü” var dedi. “Ama Kader’den hiç kimsenin haberi yok. Bu yüzden yanımızda götüremeyiz. Birkaç günlüğüne bir yerlere bırakmak istiyoruz.”
Her ne kadar Necla’ya açık açık söylemeseler de ona bırakmak istediklerini ima etmişlerdi. "Ben bakardım ama benim de bebem henüz çok küçük. İkisiyle baş edemem" deyip başından savuşturdu Necla.
Necla gittiği bir parkta bankta oturan bir kadının kucağında tesadüfen Kader’i gördü. Üzerindeki elbiselerden tanıdı onu. Yanına gitti kadının. “Sizin mi bu bebek?” diye sordu.
“Yok yok benim değil, emaneten bakıyorum ben. Birkaç gündür bende. Bir hafta önce görseydiniz, elleri, ayakları çöp gibiydi. Ben baktım da gürbüzleşti”
Nuran ve İsmail Ankara’dan döndüler. Kader yine eskisi gibi olmuştu; zayıf ve çelimsiz… Sık sık hastalanıyordu. Bu arada Ali Rıza yıllık izne ayrıldı ve memleketine gittiler. Döndüklerinde henüz dört buçuk aylık Kader’in öldüğü haberini aldılar. Necla çok üzüldü. Başına bir örtü aldı ve Nuran’a taziyeye gitti. Nuran hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek içeriye davet etti onu. Necla gözleri dolu dolu üzüntüsünü belirtti. Nuran ve kocası pek oralı olmadı. Sanki sırtlarında bir kambur kalkmış, bir günahtan arınmışçasına bir rahatlık vardı her ikisinde de. Bu nasıl bir duyguydu? Anlayamıyordu Necla. Toplum baskısı evlat sevgisinin önünde miydi? Nasıl olur da bu kadar hissiz davranırlardı? Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir de Nuran’ın, "Neyse arkadaşım artık başka şeyler konuşalım" demesi onu iyice sinirlendirmiş, evi terk etmesine sebep olmuştu. Hatta "Allah beni affetsin ama bunlar kim bilir bilerek aç bıraktılar zavallı bebeyi!" diye şüphelerini dile getirir eşine. O günden sonra Nuran’la aralarına bir soğukluk girdi. Fazla görüşmemeye başladılar. Yolda ve bakkalda karşılaşmalarını saymazsak tabii… Ev görüşmeleri kalmamıştı.
Karakız...

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15
12/06/2023 - 15:04

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...
Girit Leblebisi
  Ben vakitlice davranmış, gün batımını da izlemek için kahvelerin gürültüsünden uzakça bir bankı gözüme kestirip oturmuştum. Bir süre sonra,...