ÜLKE KOKUYORSUN

Mehmet Söğüt kullanıcısının resmi
Vahit uyanır uyanmaz pencereyi açtı. Uçsuz bucaksız göl çarşaf gibi karşısındaydı. Kalbi okyanuslar gibi dalgalandı.

Kalktı. Aniden bir dalga yükselip adeta ikiye bölündü göl. Dalgaların arasında sarışın bir kız belirdi. Karşıdansa bir oğlan... Bakışıp gülüştüler. Sonra da birbirlerine sarıldılar. Oya’ya benziyordu kız. Ay yüzlü, ışıl ışıldı. Hayali; buruk bir gülümsemeye yol açtı. Bugün farklı olacaktı, hissediyordu bunu.

Gelmeden önceki bir yılını zindanda geçirmişti Vahit. Hâlâ gördüğü işkencenin etkisindeydi. Dalıp dalıp gidiyordu. Kürt siyasetinin legal kanadındaydı ama bölücülükle yargılanmıştı. Hiç bir şeyden zevk alamıyordu. Değişmiş, bambaşka biri olmuştu. Davası sonuçlanmadan da apar topar İsviçre'ye kaçtı. Oya ise o hengâmada evlenip gitmişti. O neşeli, cesur Vahit gitmiş, suskun, melankolik biri gelmişti. Ama bugün farklıydı. İçinde bir bahar havası... Neşeliydi.

Pırıl pırıl bir gündü. Montrö ışıl ışıldı. Parklar, caddeler, pencere pervazları, teraslar, balkonlar çiçek fışkırıyordu. Her çiçek güneşin bir rengini çalmıştı. Renkler kaynaşıyor, Oya oluyordu. Kulaklarında şuh bir gülücükle ölesiye onu özlüyordu Vahit. Efil efildi yel. Dallar salınıyor, yapraklar kımıldıyor, kuşlar ötüşüyor, göl menevişleniyor, parlıyor, sönüyordu. Ufukta tekneler, kaynarcasına ilerliyorlardı. Göl, göl değil de, ışık yağmurunda, saçlarını dağıtmış, mavi gözlü bir kızdı sanki.

Kahvaltısını yaptı, fotoğraf makinasını alıp çıktı. Aşağı doğru dar bir sokaktan sahile indi. Taş yapılardan, kuş yuvasını andıran balkonlardan mistik bir hava yayılıyordu. Sıkıldı daha da hızlandı Vahit. Zengin Araplar henüz gelmemişti. Yine de kalabalıktı. Yan yana sarı panjurlu oteller uzayıp gidiyordu. Şehir, yerli turistlerden, Fransızlardan, adım başı fotoğraf çeken Japonlardan, sarsak ihtiyarlardan, genç gözükmeye çalışan boyalı kadınlardan geçilmiyordu. Gençler serin suda yüzüyor, çiftler, köpeklerinin ardı sıra sessizce dolaşıyorlardı. Sarı, mor, kızıl çiçekler kaplamıştı ağaçları. Suya yer yer ağaçların aksi çökmüştü. Durmadan fotoğraf çekiyordu Vahit. Sanki bir yararı olacakmış gibi. Sahili envai çeşit bitki süslüyordu. Sümbüller, menekşeler, papatyalar ve laleler... Manolyalar, palmiyeler ve ıhlamurlar... Gölgede kemancılar, darbukacılar ve ressamlar... Vahit kırmızı bir gül kopardı, birilerine sunacakmış gibi arandı. ''Yoktu anasını satayım, yoktu işte şu koca İsviçre'de sevebileceği biri.'' Birinde kırık dökük Fransızcasıyla, yan yana oturan, iki kızdan birine aşkı ilan etmişti. Kızsa korkudan kaçmıştı. Sonra 50 Frank karşılığında, yırtık pantolonlu, eroinman bir kızla yatmış, bir hafta kendine gelememişti. Bingöllü bir arkadaşına uyup, erotik bir sinemada mastürbasyon yaptığı bile olmuştu. Ama yüreği boştu. Gözleri, sırılsıklam aşık olabileceği, elindeki gülü sunabileceği birini arıyordu. Gülünü kokladı, kokmadığını hissedince de attı. Derin derin soludu. Birden Oya'yı hatırladı. Ay yüzünü, kiraz dudaklarını, şuh gülüşünü ve de gözlerini. Acı acı gülümsedi. ''O olsa yaşlanmam'' dedi. Restoranlar, âdeta teraslara taşınmıştı. İçkilerini yudumlayarak sohbet ediyordu müşteriler. Kazanmanın, yiyip içmenin, sevip sevilmenin, suyun ve güneşin tadını çıkarıyordu İsviçreliler. Oysa yurdunda olmayı, Oya'nın gözlerinde eriyip kaybolmayı ne kadar da istiyordu şimdi. Böyle düşünürken Restorancı Hüseyin’i gördü. Yüzünde güller açıyordu. Zaten ne zaman neşesizdi ki... Hal hatırdan sonra onayını alırcasına, ''Doğa güzel değil mi? dedi Hüseyin. ''Evet'' dedi Vahit, ''Ülkemiz başka ama... Bunu en iyi sen bilirsin, çünkü elde silah yıllarca dolaştın'' Duygulandı önüne baktı Hüseyin. Sonra ''İşim var'' deyip gitti. Gitmeden önce Vahit'in makinasına gülümseyen bir poz verdi.

Tekrar sahile indi Vahit. Leman gölü usulca kıyıya vuruyordu. Montrö'nün yaslandığı dağa baktı. Göz alabildiğine ormanlıktı. Otel ve Turizmcilik Fakültesi yamaçtaydı. Bir eski zaman şatosunu andırıyordu. Karışık bir mimarisi vardı. ''Sentez'' diyorlardı buralarda. Koşturup durdu Vahit. Kelebek gibi hafifti. Güneş batmış, sular kararmış, şehrin ışıkları göle vurmuştu. Restorancı Hüseyin'e uğramadan, evin yolunu tuttu. Bezgin, yorgun adımlarla tırmandı tepeyi. On yaş ihtiyarlaşmış gibi hissetti kendini.

Evdeydi. Dizüstü bilgisayarını açtı. Facebook sayfasına girdi, gelen mesajları gösteren kırmızı sayısını gördü. Üzüldü, ''Topu topuna bir tane'' dedi. Hemen de açtı. Gözlerine inanamadı. Mesaj Oya'ya aitti, gençlik aşkına... Bir kere değil, birkaç kere okudu. ''Seni unutmadım. El ele tutuşanları gördükçe ağladım. Çok aradım seni, yıllarca... Sonunda buldum seni. Tahmin edemeyeceğin kadar yakınım sana. Korkma, boşandım çünkü. Hâlâ seviyor, hâlâ affedebileceksen beni ara.'' Gözlerine inanamadı. Şok olmuştu. Kendisine geldiğinde online bölümüne girdi. Oya hâlâ Facebook’taydı. Klavyeye dokundu, kalbi duracak gibi oldu. ''Gerçekten sen misin Oya?''. ''Evet'' dedi gelen cevap. ''Neredesin şimdi?'' ''Nerede olduğumun ne önemi var, sana yakın olduğumu bil yeter.'' Vahit, uzun uzun yazışmayı gereksiz buldu. ''Yerini söyler misin?'' dedi.

Yokuş aşağı inerken aklı köydeki düğündeydi. Düğünden sonra, bahçe ve meyve ağaçlarının arasında Oya'nın teyzesine gittikleri o karanlık geceye gitti. Oya'yla aynı odada, tenine dokunamadan sabahladığı geceye... Biliyordu, o da uyanıktı. Ama sormadan, bir hırsız gibi koynuna sızmak istememişti. Oysa o bakışların boş olmadığını biliyordu. Bu kadar onurlu, bu kadar temizken, nasıl da tanımadığı birinden aşk dilenmişti? Nasıl da 50 Frank karşılığında iğneci bir kızla yatmıştı? Utandı, kendinden iğrenir gibi oldu.

Sahile bu duygularla indi. Kumarhanenin oralarda dikkatle etrafına bakındı. Birden Oya'yı gördü. Bir çiçek tarhının yanı başında kendisine bakıp gülüyordu. İkisi de aynı anda koştu. Sarılıp uzun uzun ağladılar. ''Biliyor musun?'' dedi Vahit. ‘’Ülke kokuyorsun.’’

Mehmet Söğüt

 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

04/20/2024 - 16:37
03/31/2024 - 21:39
03/21/2024 - 04:53
01/14/2024 - 19:15

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...