"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİZİ" t a m e r d u r s u n

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
On yedi, on sekiz yaşlarındayım. Tiyatroya başlamışım, derneklere gidip geliyorum ama bana bir de iş gerekli çünkü elde avuçta bir şey yok.

Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e kadar süren güzergah üzerinde, kapı kapı gezip, önemli kişilere ve kurumlara, ayda bir basılan derginin dağıtımını yapacağım.

Aksilik o ya, daha ilk dağıtım günü, dergileri sırtlayıp yola çıkmıştım ki, hava bozmaya başladı ve ben Nişantaşı-Teşvikiye'ye vardığımda, sağanak yağmura tutulup, sırılsıklam oldum.

Bana zaten olan olmuş. Tek derdim dergiler ıslanmadan sahiplerine ulaşsın.

Yorulmuşum, acıkmışım, ıslanmışım ve üşüyorum ama işimi de bitirmek zorundayım.

Elimdeki zarfları gözden geçirdim.

En yakın adres neresi?

Sıradaki dergi kime verilecek?

Hımm.

Psikolog Suna Tanaltay.

Bu adı ilk defa duyuyorum.

Önemli değil.

Adres?

Etrafa bakındım.

Ah!

İki sokak arkası.

Tertemiz ve merdivenleri mermer, duvarları oymalı, heybetli bir apartman burası.

Birinci kata çıkıp kapıyı çaldım.

Kapı açıldı.

Çok hoş bir kadın.

Önce tepeden tırnağa bana, başımdan, gözümden, gözlüğümden tişört ve pantolonumdan düşen damlalara, elimde sıkı sıkı tuttuğum yarısı ıslanmış zarflara, yani kısacası sokak faresi gibi görünüşüme baktı, sonra da "Buyurun, kime bakmıştınız?" diye sordu.

Öyle titriyorum ki, doğru düzgün konuşacak halde değilim.

"Şey... Efendim... Suna Tanal...."

""Evet, benim?"

Zarfı uzatıp "Peron Dergisi... Sizin için..."

Gülümsedi.

Tam "İyi günler efendim" deyip, merdivenlere yönelmiştim ki, beni durdurdu.

"Yok yok, böyle olmaz. Sen önce bir içeri gel, kurulan, dinlen. Sonra devam edersin."

Hani insan bazen, tam böyle içi dolmuştur da, ağlamaya yer arar ve hani bu sadece bir söze bakar ya, hah, işte ben de o durumdayken, duyduğum bu cümle bana ilaç gibi gelmişti.

"Çok teşekkür ederim ama üstüm başım çok kötü, ayakkabılarım çamur içinde. Evinizi de kirletirim şimdi. En iyisi ben gideyim."

Uzanıp kolumdan tuttu.

"Gel buraya çocuk gel."

Utana sıkıla oturma odasına geçip, kapının hemen girişindeki sandalyeye oturdum ve Suna Hanım'ın bana verdiği havluyla kurulanmaya başladım.

Suna hanım mutfağa gitti.

Ben de bu sırada da, ağzım açık odaya bakıyorum çünkü oturduğum sandalye dahil her şey antika ve oda tablolar ve kitaplarla dolu.

Rengârenk bir hayat var burada.

Suna Hanım elinde bir tabak ve fincanla geri geldi.

Bana ekmek arası bir şeyler yapmış ve yanında da ıhlamur getirmiş.

Hani utanırım da yiyip içemem diye, elindekileri masaya koyup, bir süreliğine odadan çıktı.

Ah, o dakikaları tarif etmek, anlatabilmek...

O huzur, o sakinlik, Suna Hanım'ın o sevecen, insanı sarıp sarmalayan yüzü, bakışları...

Yemeğimi bitirdiği görünce, elinde bir kitapla içeri girdi.

Kendi kitabıymış.

Benim için imzaladı.

Sonra sohbet ettik.

Sorular sordu, sabırla beni dinledi.

"Artık ben gideyim. Çok ama çok teşekkür ederim." deyip kalktım.

O da benimle beraber kalktı.

Nazik bir ses tonuyla "Teşekkürlük bir durum yok canım. Sen vakit buldukça, hep gel e mi?

Yanıma gelip bana sarıldı.

Bu öyle böyle bir sarılma değil ki Suna Hanım.

Bu resmen insanı alıp yüreğine sokmak!

Ben... Ben hayatımda ilk defa böyle sımsıcak bir insanla karşılaştım...

Dursun ya, n'olur hayat şimdi şurada donup kalsın ve sevginin gerçekliğinden çıkıp da dışarıda o kalabalığın sevgisinde kaybolmaya devam etmeyeyim.

Sonrasında Suna Hanım ile arkadaş olduk.

Annemle tanıştırdım.

Dergilerini götürdüm, evinde oturdum, sohbet ettim.

O vakitler internet yoktu. Hatta her evde telefon bile yoktu.

O vakitler doğum günleri, taziyeler, geçmiş olsun dilekleri mesajlarla halledilmiyordu.

Biz başka türlü severdik birbirimizi.

Şartsız, koşulsuz, çıkarsız....

Şimdi bakıyorum da,

çocuklarımızın kimin kapısını çekinmeden, korkmadan çalabilir?

Kaç kapı güler yüzle ve sevgiyle açılır?

Kaç güzel ve iyi insanla göz göze gelinir?

Ah be Suna Hanım, keşke siz ölmemiş olsaydınız ve ben o bana sarıldığınız zamanda kalabilseydim.

Yağmurdan sırılsıklam olmuşum.

Yorulmuşum, açım ve üşüyorum.

Bütün kapılar kapalı.

Kapalı bütün kapılar.

t a m e r d u r s u n

 

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Hapishane Dergisinin 51. Sayı...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Nisan-Mayıs-Haziran 2024 tarihli 51. sayısı...
TEK KİŞİLİK HÜCREDE YAZILAN BİR ÖYKÜ: DE...
               Mahallenin kimi çocukları ondan hem korkar hem de onunla uğraşmaktan vazgeçmezdi kargalar...
Duvarları delen çizgiler
Balıkesir Burhaniye yakınlarında yaşayan arkadaşlara davet. 10 Aralık'ta Insan hakları haftasında, Burhaniye Yerel Demokrasi ve Insan Hakları Gündemi...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...