80’LİK DULLAR-1/ Sedat ÖNCER

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
Bir yanı deniz, sırtını ise dağlara yaslamış, bir yerde dünyadan soyutlanmış gibi duran küçük bir beldeydi…

Çünkü nüfusu orta yaşın da çok ötesinde insanlardan kuruluydu.
Beldenin tek camisinden gün yoktu ki bir sela sesi duyulmasın…
Emeklilerin tercih ettiği bir yerleşimdi ve her ne sebeple ise çok kere kocalar ölüyor, ardında bıraktıkları üç kuruş emekli maaşı ile kadınlar ileri yaşlara kadar yaşıyorlardı.
Kışın görüntü terk edilmiş insanlar kasabası iken yazın çok daha başka oluyor, tatilcilerin gelmesi ile denizle alakasız bu insanlar adeta kalabalıkta kaybolup gidiyorlardı.
***
O sonradan, yani eşi emekli olup da buraya gelip yerleşenlerden değildi.
Ailesi yirmili yıllarda Yugoslavya’dan göçmüş ve bu sahil kasabasına yerleşmişti.
Ve o da burada doğmuştu…
Zayıf, çelimsiz, bir elli boylarında, çipil çipil yeşil gözleri olan dul bir kadındı.
Seksenli yaşlarının sonlarındaydı…
Daha bir o kadar yaşayabilecekmişçesine,
Aklı başı, hafızası yerinde ve bastonu sayılmazsa oldukça da enerjikti.
Eşini yirmi yıl kadar önce toprağa gömmüş, âdeta ondan sonra yeniden başlamıştı hayata.
“Ooooh!... Adamı gönderdin öbür yana boylu boyunca, şimdi keyif sürüyorsun maşallah!” diye takıldıkça yaşdaşları,
O da onlara “Tencere kıçın kara, seninki benimkinden kara!” derdi…
Birbirinden farklı yaşantıları olan üç kız evlat yetiştirmişti.
Halihazırda evli olan büyüğü başka bir kentte, eşinden boşanmış olan ortancası ise baba toprağına dönmüş, anasının evine birkaç ev uzaklıkta bir ev tutmuştu. Ellisine varmış küçüğü ise hiç evlenmemiş ve anası ile oturmakta idi.
***
Birbirine benzer geçerdi burada günler…
Sokağındaki kendisi gibi beş on seksenlik ile akşam üzerleri oturup dedikodu ile yani…
Yazın dışarıdan gelen gençler malzeme iken kışın evde kalmış küçük kız konu olurdu.
Kızar, köpürürdü ama baş dedikoducu kendisiydi.
Bohçacılar gibiydi ve bir günde kırk ev gezerdi.
Birinden aldığını tükürüğü kurumadan diğerine yetiştirirdi.
Belki de onu hayatta tutan buydu.
***
Neredeyse yokluk içinde geçmişti ömrü…
Genç kızlığı tam da Alman harbi günlerine isabet etmişti,
Ki kıtlık yokluk günleriydi onlar…
Kısaca kalıbı böyle şekillenmişti.
Çamaşırı kille, bulaşığı külle yıkayan neslin son temsilcilerinden biriydi.
Herkesin yıllar önce çamaşır makinesine geçtiği günümüzde, o, hâlâ elinde yıkardı kirlileri bir avuç deterjanla.
Deterjana geçişi bile hayli sancılı olmuştu.
Envayi çeşit kokulu sabunlara hâlâ geçememiş,
Nasıl buluyorsa Arap sabunu kullanıyor banyoda Hacı Şakir’siz yapamıyordu.
Terkos dediği çeşme suyunu ise adeta damla damla kullanırdı.
Neymiş, damla damla akarsa saat yazmazmış diye,
Geceden çeşme önüne koyduğu kovayı bu damlalarla doldururdu.
Üşenmez gece yarısı kalkar kova değiştirirdi.
Çıralı, gaz lambalı günleri yaşamış biri olarak elektrik hala lüks kalır,
Akşam bir saatten sonra perdeleri açıp belediye direğinden eve vuran ışıkla aydınlanırdı.
Çok mecbur kalmasa buzdolabı dahi almazdı eve.
Acırdı fazladan gidecek cereyana.
O sebeple almamıştı çamaşır makinesini.
Hâlâ gece lambası niyetine,
Kocası rahmetlinin bir zamanlar bir tahta parçası üzerine monte ettiği, kara bir trafo ile iri bir üzüm tanesine benzeyen lambadan oluşan bu ilkel aleti kullanırdı.
Gecenin bir yarısı, uykusunun bölünmesine aldırmaksızın kalkıp bunu bile fişten çekerdi.
Ama televizyon -o istemese de eve girmiş- bir süre sonra da vazgeçilmezi oluvermişti.
Vazgeçilmezi!?...
Evet vazgeçilmezi, çünkü her akşam evladı çıkıp pek çok kanalda konuşuyor, onu coşturuyordu.
Bütün gün, “şuram, buram sızlıyor” diye kızına naz yapan kadın, onun sesini duyduğunda kendinden geçiyordu…
Ne zaman haber saatleri bitiyor anında kapanıyordu televizyon.
Üstelik birileri “Fişte takılı kalırsa cereyan yakar” dediğinden, kapatmakla kalmıyor fişini dahi çekiyordu prizden.
Öylesine hassastı bu konuda!...
Bu sebepten ortalama bir aile ayda yüz lira elektrik parası öderken, ona ayda otuz kırk lira fatura geliyor, bu bile canını yakıyordu.
Bu cereyan parası sebebi ile özellikle de faturanın yazıldığı günlerde, ellisine merdiven dayamış kızını terlikle dövdüğü dahi oluyordu.
 
En hassas yanıydı elektrik faturası.
(…)
Sedat Öncer.
Facebook TUZ TANESİ

Kategori: 

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 54. Sayısı Çıktı
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2025 tarihli 54. sayısı...
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...

Konuk Yazarlar

Feyza Eren’den Akdeniz’e Lirik Bir Güzel...
  Uzun yıllardır sanat yaşamını ABD’de sürdüren Feyza Eren, “Vedadır Belki” adlı, tekli çalışmasıyla yeniden...
80’LİK DULLAR-1/ Sedat ÖNCER
Çünkü nüfusu orta yaşın da çok ötesinde insanlardan kuruluydu. Beldenin tek camisinden gün yoktu ki bir sela sesi duyulmasın… Emeklilerin tercih...
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...