Edilgenliğin Alevilere derin etkisi sonucunda, kendilerini kabul etmeyen düşünce ve öncülere sahiplenmeleri, içine düştükleri boşluğu doldurma psikolojisidir. Kime, neye inanılıp inanılmayacağına bakılmadan, birazcık duygularını okşayan kişilere sorgusuzca bağlanmayı, Aleviler marifet, evrensellik görmekteler. Halbuki öz değerleriyle öncüsünü yaratmayan toplulukların evrenselliği söz konusu olmayacağı gibi, bu tarz anlayışlara kimse itibar dahi göstermiyor. Kendisi olunmadan evrensellik gibi üst kültürel kavramları sahiplenmek, daha ağır sonuçlara yol açmaktadır. Edilgenlik ve aşağılık kompleksi, Türkiye’de sağ, sol düşüncedekilerin büyük çoğunda mevcut.
Örneğin Türkiye’de 13 farklı etnik halkların %95’i, Müslümanlığı kendilerine temel kültür görüp Araplaşarak, öz değerlerine uzak ve düşmanca bakmalarında olduğu gibi. Benzer durum Aleviler içinde geçerlidir. Alevilikle hiçbir noktada uyuşmayan, Şiilik vb. düşünceleri temsil eden öncülere inanılıp yüceltilmesi asla akıl, mantıkla açıklanamaz. Bu anlayıştaki toplumların yaşamları yapay olduğundan, benzetme (Analoji) bilimine de ters olup, geçerliliği çoktan bitmiş asılsız ifadeleri tekrarlayarak rahatlamaya çalışırlar. Toplumsal gerçekliğe uymayan söylem ve ifadeleri tekrarlamak, evrensellik değildir. Bunun örneklerinden Hallac-ı Mansur, İmameddin Nesimi, Ehli Beyt, Yunus Emre gibi İslamcılara sorgusuz sualsız bağlılık gösterip yücelten Aleviler, kendilerini her zaman yalnız ve açıkta bulmuşlardır. Bunun esas nedeni, altı doldurulmayan hakikatçılık ve evrenselci görünmenin sonucudur.
Hllac-ı Mansur Kimdir? Hallac-ı Mansur’un asıl adı "Ebû’l Moğıt Huseyn bin Mansûr bin Mehemmed Beyzâvvî" idi. Doğum tarihi 858 ölümü 922’dir. Babasının mesleğinden dolayı “Hallâc” lakabını aldı. İran’ın günümüz Güney Horasan Eyaleti’ne bağlı Nehbendan Şehristanı’nın Meyghan kırsalındaki Tûr" köyünde dünyaya geldi. Hallâc-ı Mansûr’un dedesi Mahamma Mecûsî, Beyazid Bistâmî gibi bir Zerdüşt idi. Babası ailesiyle Dicle yakınlarına, Araplar tarafından kurulmuş bir yerleşim bölgesi olan Vasıt'a taşındı. Mansûr on iki yaşında burada hafız oldu.
Eğitimi: Önceleri kısa bir süreliğine sûfî azizlerinden Beyazid Bistâmî’nin de mürşidî olan Zünnûn-ı Mısrî’nin öğrencisi Sehl el-Tustarî’nin müridi oldu. Yirmi yaşında Basra’ya geldi. Buradan Bağdat’a giderek tanınmış sufilerin sohbetlerine katıldı. Daha sonra Emr el-Mekkî ile Cûneyd-î Bağdâdî’nin talebesi oldu. 896 yılında ilk haccını yapmak üzere Hicaz’a gitti. Burada vaktini ibadetle geçiren Hallâc, daha sonra bir grup sufî ile birlikte Bağdat’a dönerek Cüneyd’in sohbetlerine devam etti. Fakat, hocalarıyla fikir ayrılığına düştüğü için onlardan ayrılarak Tüster’e döndü. Hallâc beş yıl sürecek bir yolculuğa çıkmak üzere Tüster’den ayrıldı. Horasan, Mâverâünnehir, Sicistan ve Kirman bölgelerini dolaştı. Fars’ta halka vaazlar verdi, onlar için eserler yazdı. Ardından Ahvaz’a geçti ve ailesini de buraya getirtti. Ahvaz’da meclis kurup vaazlar vermeye başlayan Hallâc, halkın ve aydınların büyük teveccühüne mazhar oldu ve burada Hallâc-ı Esrâr diye tanındı. Daha sonra ailesini Ahvaz’da bırakarak 400 müridiyle birlikte ikinci defa hac yapmak üzere Basra üzerinden Mekke’ye gitti. Hac dönüşü Basra’da bir ay kaldıktan sonra Ahvaz’a gelen Hallâc, ailesini ve buranın ileri gelenlerinden bir grubu yanına alarak Bağdat’a geçti. Burada bir sene kaldı; ardından küfür ve şirk beldelerini Allah’ın dinine davet etmek için manevi bir işaret aldığını söyleyerek ailesini müritlerinden birine emanet edip deniz yoluyla Hindistan’a gitti. Horasan, Tâlekān, Mâverâünnehir, Türkistan, Maçin, Turfan ve Keşmir’i dolaştı. Gezdiği yerlerdeki halk için eserler yazarak İslam’a girmelerinde etkili oldu. Onun tesiriyle Müslüman olanlara Mansûrî deniliyordu. Bu durum kendisini büyük bir üne kavuşturdu.
Bu seyahatten dönünce aleyhindeki faaliyetler de tekrar başladı. 903 senesinde üçüncü defa hacca gitti ve burada iki yıl kaldı. Bazen ibadet ediyor, bazen de halk arasına karışıp hacda kesilen kurbanlar gibi Allah yolunda kendini feda etmeye hazır olduğunu haykırıyordu. Bir ara Arafat’ta kendisine hakaret ve işkence edilmesini istedi. Bağdat’a dönen ve bir ev satın alan Hallâc’da bir değişikliğin meydana geldiği fark edilmişti. Hakkında anlatılan bir hikâyeye göre Bağdat’ta açıkça Hak yolunda canını feda etmek istediğini, kanının dökülmesinin halk için helal olduğunu ilan etti. Karmatiler’in Abbasi Devleti’ni tehdit ettiği, 870 yılında başlayıp 883 yılına kadar devam eden Zenc isyanının izlerinin henüz silinmediği, istikrarsızlığın devam ettiği bir dönemde, Hallâc’ın sözleri ve davranışları halk ve ulema arasında yeni bir huzursuzluk meydana getirdi. Davûd ez-Zahiri öncülüğünde bir grup alim Hallâc’ın aleyhinde bir faaliyet başlattı; bazıları onun sihirbaz, şarlatan veya deli olduğunu ileri sürerken bazıları da keramet sahibi bir veli olduğunu söylüyordu.
Hallac_ı Mansur Şii Abbasi Devleti’nin yetiştirdiği ve emrinde olduğu Şii ulema, dini alimlerin hizmetinde ve onların eğitimini alarak yetişmiş bir kişidir. En az üç kez Mekke’ye Hacca gidip, Şii İslam’ın en yüce yol olduğunu insanlara anlatarak, bu çatı altında toplanılmasını isteyen kişi olarak neden Abbasi Devleti ile ters düştü?
Her siyasi düşünce ve partide olduğu gibi dinlerin ve de bu dinler içerisindeki, çeşitli mezhep ya da tarikatlarda birçok farklı anlayışlar her zaman olur olmuştur. Abbasi Şii Devleti’nin temel İslam mantalitesi, Hz. Ali ve karısı Fatıma’yı yücelten, dini ve siyasi bir anlayışa sahipti. Bu hâlâ geçerlidir. Böylece Şii İslam içerisinde temel iki anlayış ortaya çıkmış olup, bunlardan birisi Fatimiler, diğeriyse İsmaililerdir.
Fatimiler; direkt Hz. Ali, karısı ve oğullarını yücelten bir İslam din anlayışına sahiptir.
İsmaililerse; Şii İslam’ı kabul etmenin yanında, bir de bölgenin en eski dini ve siyasi temel kültürü olan Zerdüştlükten gelen büyük bir kitleye hitap eden anlayıştır. Bu kültürün tarihsel sahibi ve taşıyıcıları Farslar başta olmak üzere Kürt ve farklı halklardan oluşuyordu. Karmatiler adıyla örgütlenen İsmaili hareketi, Zerdüştlük ile Şii İslam’ı sentezlemeye çalışan bir düşüncedir. Fatimi Şii Abbasi Devleti, İslam Arap kültürünün temelini oluşturan soylular üstünlüğüne dayanan anlayışla toplumu yönetmiştir. Bu da halklar arasında her türlü ayrım ve haksızlığı büyüten adaletsiz bir İslam yönetimiydi. Fatimi Şii İslam’ın bu anlayışını eleştirip alternatif sunan Karmatiler, İsmaililik adıyla ciddi bir muhalefet oluşturmuşlardır. İşte Hallac-ı Mansur’da Fatimi Şii Abbasi Devleti’ndeki haksızlıklara şahit olunca, Karmaitlere yakın durduğu ve bunları örgütlediği iddialarıyla cezalandırılıp idam edilmiştir.
Karmatiler; (Arapça: قرماطة Qarāmita) Şiîliğin İsmâilîyye mezhebinin Fâtımîler'in imâmlığını kabul etmeyen ve "Yediciler" olarak da bilinen koluna ait olan köktendinci (gulat) bir mezhep. [1] Bir kaynağa göre İsmailliyye mezhebi içerisinde ortaya çıkmış ve her ne kadar Fatımilerin ortaya çıkışından sonra onlara bağlanmayı reddetmişse de eski İsmâ'îlî öğretiye sâdık kalmaya devam etmiş bir harekettir. Hareket, ismini kurucusu olduğu kabul edilen Kûfeli Hamdân Karmat'tan almıştır.
Belki de o günün koşullarında İslam faşizmine karşı tek alternatif Karmatiler idi. Burada Alevilerin yaptıkları en büyük hata, Karmatiliği (İsmaililik) ve Hallac_ı Mansur’un düşüncesini direkt Alevilik olarak görüp sahiplenmeleridir. İslam ve Şiiliğin hiçbir kolu, Aleviliği kabul etmediği gibi, üç kez Hacca giden Hallac-ı Mansura tapınmak Alevilikle asla bağdaşmaz. Aleviler siyaset yapmak istiyorlarsa, o gün de bugün de Karmatiler gibi siyasi, dini oluşumlarla taktik ilişkiler geliştirip birliktelikler kurabilirler. Bunda bir yanlışlık söz konusu değil. Ancak bu tarz siyasi ilişkilerle Aleviliğin Şiilik, Şiiliğin de Alevilik olduğunu ileri sürmek, siyasetten bir şey anlamamaktır. Aleviler tarihte bu tür hataları hep yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar. Ahiliği, Bektaşiliği, Şiilik ve öncüleri Ehli Beyt-i Alevi görüp savundukları gibi.
Cemal Zöngür
Kaynaklar.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hall%C3%A2c-%C4%B1Mans%C3%BBr
Faik Bulut- İslam Komüncüleri Karmatiler. Berfin Yay.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Karmat%C3%AElik
Hallac-ı Mansur Alevi midir?
Tarihsel gerçekliğiyle yüzleşmeyen halklar, istemeseler de derin bilinmezliklere sürüklenirler. Bu da büyük oranda öz değerlerin dejenere olması demektir. Asırlar sonra bunun farkına varılsa bile, temel değerlerin çoğu dejenere olduğundan, çaresizce mağduriyet ve hümanizm edebiyatına sarılarak yaşarlar. Yerli yersiz hümanizm, mağduriyet edebiyatı, insanları içine kapanan aşağılık kompleksine sürükler ki, her zaman kendilerine el atacak kurtarıcı bekler bu tür topluluklar. Kendi kültürel teori ve öncüsünü çıkarmayan toplumlar ise genelde edilgendirler.
Kategori:
Bunları Okudunuz mu?
Hapishane Edebiyatı
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan
Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...
Konuk Yazarlar
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı.
“Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...