Bir sabah kalkıp İranlı arkadaşların çalıştığı bir mağazaya gittim. Orada beş İranlı çalışıyordu biliyordum. Önce Darüş'le karşılaştım. O yüzünün yarısını sargı beziyle kapatmıştı. Gözlerinin altı morarmış, çökmüştü.
'Bu adam ya birisiyle kavga etmiş, ya da bir yere çarpmış.' Dedim kendi kendime.
-Darüş Bey hayrola birisiyle kavga falan mı ettiniz? Geçmiş olsun.
-Yok, dedi kavga etmedim, burun ameliyatı geçirdim.
-Gözlerinin altı çökmüş, morarmış.
-Burnumu çok küçük yaptılar.
-Hayırlı olsun yeni burnun.
-Sağol Ali Ağbi.
‘Darüş'ün burnunun daha önce büyük olsa da, yüzünde kötü durmadığını’ düşündüm.
O ara patronu seslendi.
-Darüş! Darüş!
Darüş'ün konuşurken burnunun acıdığını anladım. O acıyla patronuna cevap verdi:
-Buyurun efendim.
Sonra Darüş'le patronu iki kapılı bir buzdolabını birlikte tutup, bir arabaya yüklediler. Bu arada patronu sürekli küfürler savuruyordu.
‘’Böyle burna, böyle ameliyata…’’
Darüş'ün haline içim acıdı. Üzüldüm. Buzdolabını götürürken, burnunun daha çok ağrıdığını anladım. Sonra Darüş sol elini burnunun üzerine koyarak, tekrar karşıma geldi ve bana yavaşça,
-Bizim patron bugün çok kötü küfür ediyor.
-Sen bu ameliyatlı halinle böyle ağır yükler taşımamalısın.
-Ben bu ülkede başbakandan falan yardım görmüyorum. Ya hamallık yapacağım, ya da yük taşıyacağım. Elim mecbur.
-Diğer arkadaşların neredeler? Bugünlük onlardan yardım isteyiver.
-Onların da bir tanesi dün burun ameliyatı oldu. İki gündür izinli. Evinde istirahat ediyor. Biri de bugün ameliyat olacak. Hastaneye gidecekti.
-Diğerleri neredeler?
-Diğerlerini bilmiyorum, kimbilir hangi cehennemdeler?
-Hepiniz aynı anda neden ameliyat oluyorsunuz ki?
-Hepimiz değil. Ameliyat olmayan iki kişi var.
-Eee! Onlar neden olmuyor peki?
-Hastane İranlılarla dolup taştı. Onlara iki hafta sonraya randevu verdiler.
Ben kendi kendime bir hesap yaptım. Bu beş kişinin hepsi de ameliyat olmuş, ya da olacaklardı demek. Bunların üçü aileleriyle beraber yaşadıklarını biliyordum.
Onların ailelerinin nasıl olduklarını sordum Darüş'e.
-Onların ikisinin de eşi önceden ameliyat oldu. Eşkan'ın eşi de bugün ameliyat olacak. O yüzden Eşkan bugün yok.
-Ben nereden bileyim. Şu an mağazada yok ama belki bir yere yük taşımaya falan gitmiştir.
Darüş benim kulağıma burnunu yaklaştırarak:
-Sen Eşkan'ın kimlikte yazılı gerçek adını biliyor musun? diye fısıldadı.
-Bilmiyorum.
Asıl adı Nevriz Ali'dir.
Bunu söylerken de elini burnuna götürüp uzun uzun güldü.
-Eşinin adı da Bilgeys.
Yine elini burnuna götürüp tekrar güldü.
‘Darüş'ün burnu şu an acımıyor galiba’ diye geçirdim içimden.
-Şimdi eşinin yeni ismi nedir biliyor musun?
-Yeni ismi Lozita diye biliyorum.
Darüş yine elini burnuna götürüp, uzun uzun güldü.
Ben söyleyecek bir söz bulamadım. Öylesine baktım Darüş'ün yüzüne. O gün Darüş'ten belki bir roman olacak kadar hikâye dinledim.
Artık oradan ayrılmak istedim, ama Darüş bana,
-Ali ağbi burada burun ameliyatı mültecilere bedavadır. Sen bir yerde çalışmıyorsun. Zamanın var. Git sen de ameliyat ol, dedi.
-Bu yaşta ne diye burun ameliyatı olayım?
-Senin burnun da biraz büyük aslında. Hatta biraz değili bayağı büyük duruyor. Bence biraz küçülttürsen iyi olur. Sen bizim büyük şair ve yazarımızsın. Biz senin tipinin iyi olmasını isteriz.
Ben Darüş'ün bu sözlerine güldüm. Hem de içimden! Ben sizin şairinizim, yazarınızım ama imza günüme o gün İranlılardan kimse gelmedi. Sonrada beni her gören, "Bana imzalı bir kitabını hediye verir misin?” diye soruyor. Ben istiyorum artık bu kitaplarımı üçüncü bir memlekete yanımda yadigâr götüreyim. Ama arkadaşlarım isteyince, imzalayıp hediye etmek zorunda kalıyorum.
O ara yine Darüş'ün sesi kulağıma geldi:
-Ali Ağbi sen ameliyat olmayı kabul ettin mi şimdi?
-Biz Türklerin bir sözü vardır. Şöyle ki; beni satan satıp paralanıp pullanıp, alan alıp hallanıp, deyip
Darüşten ayrılıp Bayat pazarına geldim.
Bayat Pazarı İranlıların mekânı olmuş durumdaydı. Bütün İranlılar orada çalışıyorlardı. Orası ikinci el eşya alım yeriydi. Onun için mülteciler ve öğrenciler oraya sıklıkla geliyorlardı. İranlıların çoğu akşamları orada toplanır, böylelikle birbirlerinden haberdar olur, aralarında sohbet eder, konuşur ve tartışırlardı. Kahveci de onlara sürekli çay, kahve taşırdı. Kahveci her bir çay için İranlılardan 75 kuruş alıyordu. Ama ben her çay için 50 kuruş veriyordum. Çünkü ben orada bir mağazada çalışıyordum. Baktım. Kahvehanenin karşısında altı İranlı dikiliyorlardı. Üçünün de burnu sargılıydı. Anladım ki, onlar da burun ameliyatı olmuşlardı. Birinin burnunun içinde pamuk vardı. Onun durumunu anlamadım. Ya ameliyat olmuştu, ya da olacaktı. Bir de kadın vardı yanlarında ama o kadın kimdi tanıyamadım. İki İranlı hararetli hararetli konuşuyorlardı.
-Benim eşim İzmir'e gidip burun ameliyatı oldu. 1.500 lira verdi.
-Ben kadınların işine karışmam kendileri bilirler.
-Ama senin eşin bana onu senin gönderdiğini söylemişti.
-Olabilir. Senin de paran var. Sen de 1.500 lira ver İzmir'e git ameliyat ol.
Bu arada Cemal'le eşi de yanımıza geldi. Konuşmaya katıldı.
-Arkadaşlar bırakın tartışmayı herkes size bakıyor.
-Ben de bırakın dedim ama dinlemediler beni.
Bu arada diğer tarafta dikilen kadın aramıza girdi.
-Selam Cemal
-Selam Ali ağbi.
Ben aleykümselam dedim ama henüz onu tanımamıştım.
O ara Cemal’le eşi de onunla tatlı tatlı konuşmaya başlamıştı. Kahvecinin çırağı da sürekli çay getirmeye devam ediyordu. Ben de o kısa zamanda mecbur oldum. İki çay içmeye. Cemal ve hanımı Nestcafe içtiler. Cemal benden bir tane sigara aldı. Ben oradan ayrılmayı düşündüm. Kahvehaneye para vermeye girdim. O ara Cemal benim arkamdan seslendi.
-Ali ağbi biz de iki kahve içmiştik.
Mecbur oldum. Onların hesabını da ödedim.
Tam kahvehaneden ayrılıyordum, Cemal yine arkamdan seslendi.
-Ali Ağbi beni bekle.
Cemal ve eşiyle beraber yürümeye başladık. Ben Cemal'e sordum.
-O kadın kimdi?
Hangi kadın?
Hani altı kişi dikilmişti ya, yanlarında da bir kadın vardı.
Gülerek cevap verdi Cemal.
-Tanımadın mı sen o kadını?
-Hayır nereden tanıyacağım?
- O Perişah’tır.
-Yine tanıyamadım.
-Ama burnunda pirsing vardı.
-Ali Ağbi bu kadın erkekti. Ameliyatla kadın oldu. Adını da Perişah koydu.
Duyduklarım karşısında kulaklarıma inanamadım! Şaşırdım!
-Geçen sene onu bir defa görmüştüm. Yoğun bir IŞİD sakalı olduğunu hatırlıyorum. Birleşmiş Milletlere nasıl bir açıklama yapmıştı bu adam acaba?
Cemal anlatmayı sürdürdü.
-Normal bir erkek gibiydi yüzü. Ona bir avukat önerdiler. Avukatta ona bir takım tavsiyelerde bulununca, sakalını kesti. Kadın kıyafeti giydi. Birleşmiş Milletlere kendini kabul ettirdi. Daha ilk başvurusunda onu kabul ettiler.
O ara Cemal'in eşi lafa karıştı.
-Herkes ne yaparsa yapsın. Size ne? Bizim derdimiz bize yeter.
Ben Cemal'in oğlunun da bu ülkeye aynı şekilde girdiğini biliyordum. Öyle bir söylenti duymuştum. Bu yüzden Cemal’in eşi bu durumu normal karşılıyordu.
-Zaten şimdi benim başka bir sıkıntım var.
Cemal araya girip karısını susturdu.
-Ali Ağbi Eşkan sürekli her yerde konuşup duruyor. Karısını İzmir'e gönderip burun ameliyatı yaptırtmış. 1.500 lira ödemişler. Şimdi benim eşim de ameliyat olmak istiyor. Beni sıkıştırıp duruyor. ‘Sen de beni İstanbul'a gönder. Ben de ameliyat olayım’ diyor.
-Evet benim burnumda gerçekten sorun var, dedi karısı.
-Sen abartıyorsun. İstanbul'a kadınlardan biri gidince diğeri de gitmek istiyor. Kadınların arasında sürekli bir rekabet, yarış var, dedi Cemal.
-Senin paran var. Gönder eşini İstanbul’a burun ameliyatı olsun, dedim ben de.
Cemal'in eşi kızarak:
-Alsın parasını başına çalsın. O ancak parasını bankaya yatırsın. Oradan faiz alsın. Para harcayacak diye aklı çıkıyor. Cemal'in cebinde akrep var. Çok pintidir o, diye sitemle konuştu.
-Ben seni bu zamana kadar hiç aç bıraktım mı? Ha söyle! Dedi Cemal. Karısı bana dönerek:
-Biz iki senedir buradayız. Bize et yedirmez. Kemik suyunu içirir bu Cemal. Hatta bu zamana kadar hiç iyi bir pirinç bile yemedik. Gidip en ucuz pirinci satın alır her zaman. Ama herkese ‘benim bankada param var’ deyip hava atıyor. Her zaman da parasını arttırıyor.
-Siz nereden bu kadar para buluyorsunuz? diye sordum onlara.
Cemal'in eşi:
-Her zaman benim paralarımı harcıyoruz. Benim ailemden büyüklerimden kalan mirası yiyoruz. Ben burun ameliyatım için de kendi paramdan istiyorum. Onun parasını istemiyorum.
-Sen de haklısın! dedim.
Cemal:
-Sen biliyor musun hastanede ameliyat olmak kaç lira?
-Ya 1500 lira, ya da biraz fazladır.
Cemal:
-Ağbi İstanbul'da bu iş için tam 5.000 lira istiyorlar. Hem kira ödememiz gerekli. İstanbul’da kalmamız lazım. Bu da 1.000 lirayı bulur.
-Ben kendi paramdan istiyorum, dedi Cemal'in eşi.
-Benim paramı bankaya yatırdık. Ayda 1.200 lira alıyor. Her ay bankadaki paramı azaltıyor. Birkaç ay sonra diyecek, senin paran bitti.
-Para seninse ameliyat olmak senin hakkın elbette dedim.
-Ben yaptırmayacağım demiyorum ki. Ay sonunu bekle diyorum sana.
-Bekleyemem ay sonunu. Sen faiz almaya doymazsın. Bu ay geçince bu sefer öbür ayı bekle diyeceksin. Şimdi İranlı kadınlar bakıyorlar. Ben ne zaman İstanbul'a gidip ameliyat olacağım. Ben de iki gün sonrası için randevu aldım doktordan. ‘’ Bana dönerek yüzüme baktı:
-Cemal gelmezse ben kendim gidip ameliyat olacağım, dedi.
-Ben karışmam size, dedim.
Konuşa konuşa sokağın sonuna varmıştık. Ben başka bir İranlı aileyle görüşmeye gitmek istiyordum. Ama Cemal ve eşine söylemek istemedim. Geçen sene zor durumdaki birkaç İranlıya yardım etmelerini istemiştim onlardan. Cemal ve Eşkan yardım etmek istememişlerdi. Oysa İranlılardan bazıları bir gecede 500 lira bar parası veriyorlardı. Ben bunu da biliyordum…
Ertesi gün Cemal beni aradı.
-Ali Ağbi senin zengin, paralı şair arkadaşların vardır. Benim için 5.000 lira borç alır mısın onlardan. Ben sana ay başında öderim.
-Ben bugüne kadar kimseden bir lira borç almadım. 5.000 lira birden nasıl isteyeyim. Zaten istesem de yok derler. Verirler, ya da vermezler ama ben zaten isteyemem.
-Sen daha önce hastanede yatan bir İranlı için 5.000 lira borç almıştın.
-O parayı ben elime almadım. Onlar hastaneye gidip oradaki hastaya kendileri hayır yaptılar.
-Üç ayrı kişiden 1.500 lira borç alabilirsin. 500 lira da kendin verirsen tamam olur.
-Önce benim 500 liram yok. Dahası ben böyle bir iş yapamam. Senin bankada paran var. Git o paranı çek. O paralar zaten eşinin parasıymış.
Cemal'le bunları konuştuktan sonra telefonu kapattım.
Akşam tekrar Bayat Pazarı’na gittim. Orada Cemal'in borç aldığını söylediler. Oradaki mağaza sahipleri çok zaman Cemal'den borç para alırlar. Cemal para verir. Onlar faiziyle tekrar Cemal'e geri öderler. Cemal onlara, eşinin hasta olduğunu, sıkıntıda olduğunu, acil ameliyat olması gerektiğini anlattığı için onlar da Cemal'e yardım etmek için borç para vermişlerdi. Cemal her yerde komünist, sosyalist olduğunu söylüyordu ama o tam bir kapitalistti. Para söz konusu olunca hiç kimseyi tanımazdı. İranlıların ne zaman paraya ihtiyacı olsa, Cemal onlara banka aracılığıyla para gönderir ama karşılığında onlardan komisyon alıyordu. Bir nevi bankerlik görevi yapıyordu. Cemal İranlılardan aldığı parayı bir süreliğine bankaya yatırır, o paranın faizini aldıktan sonra İranlılara geri verirdi. Lirayı da fazla hesaplayıp alıyordu. İranlılardan %2’yi % 6 olarak alıyordu. İranlılar da zor durumda oldukları için bu durumu kabul etmek zorunda kalıyorlardı.
Yani Cemal bir nevi tefecilik yapıyordu denebilir. Bu açık olarak bilinmese de yaptığı buydu.
Ayrıca Cemal'in bir de bedavacı tarafı vardı. Kimi görse, "Bir sigara versene" derdi. Kahvehaneye çay içmeye girse, gördüğü ilk kişiye, "Bana bir çay ısmarlasana" derdi. Kimse yokken çay içmiş bile olsa, birisi gelsin diye bekler, ona "Benim çayımı da sen ödeyiver" derdi. Şimdi böyle bir adam, eşinin ameliyatı için 5.000 lirasına nasıl kıyacak ben de merak ediyordum. Cemal gerçekten çok pinti bir adamdı.
O gün İranlı bir karı koca burun ameliyatı yüzünden tartışmışlardı. Ben onları barıştırmak istiyordum. Ama onların evlerine gittiğimde, ikisinin de burunlarının sarılı olduğunu gördüm. Ameliyat olmuşlardı. Artık onlara yardım etmeme gerek yok diye düşünürken, çocukları aklıma geldi. Yine de yardım etmeye karar verdim. Zaten benim kimseye yardım edecek kendime ait bir param yoktu. Ben de başkalarından onlar için yardım isteyecektim. Sürekli yardıma ihtiyacı olanlar için birilerinden yardım istiyordum.
Eskişehir'de İranlıların burun ameliyatları herkesin dilindeydi. (Epidemi gibi.) Bu yüzden karşılaştığım Türk arkadaşlarım bana sürekli "Sen ne zaman burun ameliyatı geçireceksin." diye soruyorlardı.
Ben de onlara acı acı gülümseyip geçiştiriyordum. Türklerden başka İranlılar da " Sen ne zaman ameliyat olacaksın?" diye soruyorlardı.
Ben onlara ya cevap vermiyordum. Ya da çok ısrar ederlerse, bir bahane uyduruyordum. Her yerde bu burun ameliyatı muhabbeti vardı. Bu konudan çok sıkılmıştım.
Burun ameliyatının epidemi eskiden ücretsizdi. Şimdi bu durum kadınlar arasında rekabete dönüşmüştü. Artık kadınlar bedava ameliyat olmuyorlardı. İzmir, Kayseri, İstanbul seferleri başlamıştı. Kadınlar sürekli bu konu yüzünden tartışıyorlardı. Aslında çoğu Eskişehir'de ameliyat olduğu halde, İstanbul'da, İzmir'de... gibi ameliyat olduğunu söylüyorlardı.
-Üç gündür İzmir'deydik. 4.000 lira para harcadık.
-Ben önümüzdeki hafta İstanbul'a gideceğim. Burun ameliyatı olacağım.
-Kayseri'de bir oda tuttuk. Gecesi 150 lira.
-İstanbul'da istediğim kadar gezemedim. Dönmek zorunda kaldım. Bir daha ki sefere uzun uzun gezeceğim...
Hatta işi iyice abartanlar vardı. Mesela Eskişehir'de ameliyat oluyorlardı. Gidip sargılı burunlarıyla, İstanbul'da, İzmir'de, Kayseri'de resim çektirip geliyorlardı.
Ameliyat olmayan aileler arasında da burun ameliyatı yüzünden sürekli tartışmalar olmaktaydı. Hatta kavga edip evi terk edenler oluyordu. Bu kişiler bazen pansiyonlarda, bazen banklarda, bazen arkadaşlarında, bazen de hastaneler de kalmak zorunda kalıyorlardı.
Eskişehirliler burun ameliyatı geçirmiş birini görseler, onun kesin İranlı olduğunu anlıyorlardı.
Ben evden ne zaman dışarı çıksam, her seferinde burun ameliyatı geçirmiş bir İranlıyla karşılaşıyordum. Bazen selamlaşıyorduk. Bazen de onlar beni görmemezlikten gelip, saklanmaya çalışıyorlardı.
Bir gün Çukur Çarşı’da gezerken bir kadın gördüm. Hararetli bir şekilde bir erkekle tartışıyordu. Onlara biraz yaklaştım. Baktım kadının burnu sargılıydı. Kadının yüzünde koyu bir makyaj vardı. Bu iki özellik, İranlı kadınlara mahsus bir durumdu. Ama bu kadın çok güzel Türkçe konuşuyordu. ‘Bu kadın ne kadar güzel Türkçe konuşuyor' diye düşündüm. Erkek kadına hiç tepki vermeden, dikilmiş bakıyordu. Ben kadına bir kez daha dikkatli bakınca 'Bu kadın kesin İranlı' diye düşündüm. Yeniden yüzüne baktım. Ama kadını tanıyamadım. 'Acaba o beni tanıyor mu?' diye düşündüm. Biraz daha yaklaştım. Kadın bana kızgın kızgın baktı.
-Ne istiyorsun?
-Ben İranlı Ali beni tanımıyor musun?
Kadın çocuğunun elini bırakıp benim yakama yapıştı.
-Ertuğrul, Ertuğrul! diye selendi.
Ertuğrul biraz uzaktaydı o ara. Hemen yanımıza geldi.
-Senin sadece kadınlara gücün yeter. Hadi erkeksen gel bunun da burnunu kır!
Ben ne olup bittiğini anlayamamıştım ki, erkek bana hızlıca bir kafa attı. Bir anda gözlerimden şimşekler çıktı. Başım döndü, gözlerim karardı. Yere düştüm. Ben yerde kımıldayamıyordum. Kıskıvrak öylece kalmıştım. Adam hala beni teklemeye devam ediyordu. Ona karşılık veremiyordum. Gücüm yoktu. Öylesine adama, mazlum mazlum, şaşkın şaşkın bakıyordum.
Çevreden insanlar toplandılar. Aramıza girdiler. Bana yardım etmeye çalıştılar. Koluma girip beni yerden kaldırdılar. Ama ben ayakta duramıyordum. Tekrar yere düştüm. Şaşkın şaşkın etrafıma bakmaya devam ediyordum. Kadınla erkek ortadan kaybolmuştu. O ara kulağıma ambulans sesi geldi. İki kişi yanıma yaklaştı. Beni sedyeye koyup, ambulansa taşıdılar. Ambulans sirenlerini öttüre öttüre yol alıyordu. Kimseyi görmüyor duymuyordum ama ambulansın sirenlerini işitiyordum.
Gözümü açtığımda kendimi hastanede buldum. Burnum çok acıyordu. Elimi burnuma götürdüm. Burnum sargılıydı. Bir hemşire yanıma yaklaştı. Bana bir iğne yaptı.
-Şanslısınız. Burnunuz kırılmamış. Sadece kemik çatlamış.
-Burası neresi?
_Burası Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Servisi, diyerek yanımdan ayrıldı. Hemşire uzaklaşınca bu sefer yanıma iki polis memuru geldi. Polislerden biri:
-Ne oldu sana? Diye sordu bana.
Ben başıma gelenleri polis memuruna bir bir anlattım.
-Şikâyetçi misiniz? dedi polis.
-Ben onları tanımıyorum. Kaçıp gittiler.
-Biz onları kameradan buluruz.
Kendi kendime polisin onları yakalamasını istedim. Onlara cezalarını versinler istedim ama o kadın da bu sefer, tutar da benden şikâyetçi olursa, bu sefer ben boşu boşuna altı ay cezaevine girerim. O yüzden şikâyetçi olmaktan vazgeçtim.
-Şikayetçi değilim. Dedim.
Polis elindeki kâğıda benim söylediklerimi yazdı. Ben imzaladım.
Polisler gidince bu sefer bir doktor yanıma geldi. Bana birkaç soru sorduktan sonra, evime gidebileceğimi söyledi. Bana bir reçete verdi. "Bu ilaçları eczaneden alıp kullanacaksın. Bir hafta sonra tekrar kontrole geleceksin." dedi.
Eczaneye gitmek mecburiyetindeydim. Çünkü biliyordum ki, doktor parasını da ilaçların parasını ben ödeyecektim. Çünkü birkaç zaman önce bir İranlı arkadaşımın, Amerika’ya giderken ödememiş olduğu 10 lira doktor ücreti yüzünden, borçlu görüldüğü için ülkeden çıkmasına izin vermemişlerdi.
Yavaş yavaş kalktım hazırlandım. Yürüyerek hastaneden ayrıldım. Tramvay durağına geldim. Bir süre bekledikten sonra gelen tramvaya binerek, Bayat Pazarı’ndaki eczaneye vardım. Eczanede çalışanların hepsini tanıyordum. Eğer param yetmezse bir kısmını borç yaptırabilirdim. Eczaneye girdiğimde Cemal'le eşi de oradaydılar. İkisinin de burnu sarılıydı. 'Cemal ve eşi İstanbul’da ameliyat olup dönmüşler.' diye düşündüm.
Cemal beni görünce:
-Ali Ağbi sen de mi burun ameliyatı oldun. Hayırlı olsun. Dedi.
Ben başımdan geçenleri Cemal'e anlatamazdım. Sadece
-Sağol. Dedim.
Cemal'in eşi yanıma geldi. O da "Hayırlı olsun" dedi.
Ona da "Teşekkür ederim." dedim.
O ara Cemal'le eşinin ilaçları hazır oldu. Eczacı onlara ilaçları nasıl kullanacaklarını anlattı. İlaçlarınız bitince tekrar hastaneye kontrole gidin diye belirtti.
Cemal "Tamam" dedi ve dışarı çıktılar.
Eczacı benim reçetemi aldı. O sıra eczacıya sordum. "İstanbul'da yazılmış bir reçeteyi siz buradan verebiliyor musunuz?"
-Verebiliriz ama onların reçetesi buradaki bir hastaneye, Anadolu Hastanesine aitti." dedi.
-Anadolu Hastanesinde mi ameliyat olmuşlar?
-Evet Eskişehir Anadolu Hastanesinde ameliyat olmuşlar.
Eczacı bana sordu.
-Siz İranlılar neden hepiniz burun ameliyatı olma gereği duyuyorsunuz? Hatta bir makale okudum. İranlılar Amerikalılardan daha çok burun ameliyatı oluyorlarmış.
Sonra benim yüzüme doğru bakarak,
-Sen nerede ameliyat oldun?
Diye sordu.
Ben eczacıya soğuk bir bakış atarak,
-Ben Çukur Çarşı’da ameliyat oldum. dedim.
Eczacı bir deliye bakar gibi yüzüme bakarak,
-Bizim Çukur Çarşı’da burun ameliyatı yapan hastanemiz var mıymış? Dedi, Ben orada balık satılıyor biliyorum.
-Ben bir karı kocanın tartışmalarının arasına girdim. Bu hale geldim.
-Siz İranlılar neden sürekli bahaneler uyduruyorsunuz? Ameliyat olduğunuzu söylemek istemiyorsunuz. Bu zamana kadar burun ameliyatı geçiren her İranlı bana böyle bahaneler uydurdu. Ben görüyorum. Sen de burun ameliyatı olmuşsun. Kabul et.
-Tamam dedim. Uzatmadım.
İlaçlarımı verdi. Kaç lira tuttu diye sordum.
-55 lira dedi.
-Çok tutmuş. Neden bu kadar fazla. Benim sigortam yok mu?
-Senin sigortan var, fakat estetik ameliyatı olanlara devlet ödeme yapmıyor.
Mecburen parayı eczaneye ödeyip çıktım. Eczanenin karşısında yine bir kadınla erkek, hararetli bir şekilde tartışıyorlardı. Ben onlara görünmemek için yolumu değiştirdim. Mecburen tekrar Bayat Pazarı’na girmek zorunda kaldım. Aslında Bayat Pazarı’na girmeyi düşünmüyordum. Henüz daha iki adım atmıştım ki,
Arkamdan seslendiler.
-Ali Ağbi hayırlı olsun.
Sonra yanıma yaklaştılar. Yeniden ‘’hayırlı olsun’’ dediler. Ben de onlara teşekkür ettim. O ara bir kadın yanındaki eşine fısıltıyla
"Bak, sen benim ameliyat olmama izin vermiyorsun. Bu elden ayaktan düşmüş adam
bile burun ameliyatı olmuş."
Ben onlara cevap vermedim. Düşman karşısında silahsız kalmış bir asker gibiydim. Mecburen teslim olmak zorundaydım. Bu sözü hiç duymazlığa gelerek, yoluma devam ettim. Bütün Bayat Pazarı’ndaki Araplar, Türkler, İranlılar... beni görünce sıraya girip "Hayırlı olsun" dediler.
Ben de elimle eyvallah demeye, onaylamaya çalışıyordum onları.
Bayat Pazarı'ndan dolmuş durağına 50 metre mesafe var -yok gibiydi. Bu mesafe de, 2350 İranlı mülteci, 5 bin Arap mülteci, 800 bin Eskişehirli benim arkamdan geldiler. Hepsi, ‘’Yeni burnun hayırlı olsun’’ dediler. Bu kadar insanın bu kadarcık alana nasıl sığdığına hayret edip kalmıştım o an!
Burun Ameliyatı
Son dönemlerde İranlılar arasında burun ameliyatı olma modası baş gösterdi. Önüne gelen burnunu yaptırıyor. Ben de bu konuda tanık olduğum olayları anlatmak istedim.
Kategori:
Bunları Okudunuz mu?
Hapishane Edebiyatı
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan
Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...
Konuk Yazarlar
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı.
“Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...