Atanın kıymetini bil evlat/ Hüseyin Poyraz

Edebiyat Bahcesi kullanıcısının resmi
İlk defa semt pazarında gördüm onu…

60-65 yaşlarında, orta boylu, tıraşlı, temiz giyimli ve pazarcıyla düzgün konuşması ile dikkatimi çekti.
Tezgâhtaki meyveleri özenle seçerek poşete yerleştirmesinden onun ince ruhlu, hassas bir yapıya sahip olduğunu düşündüm.
Daha önce mahallemizde hiç görmediğim bu adama karşı bir yakınlık hissi oluştu içimde. Görünüşü, yürüyüşü geçen yıl kaybettiğim dayıma çok benziyordu. Sanki dayımın ikiziydi.
Komşulardan birine misafir mi gelmişti, hoş misafir olsa pazarda ne işi vardı?
Her ne kadar insanlarla iletişim kurmaktan, nereli olduklarını merak edip sormaktan çekinmesem de cesaretimi toplayıp soramadım kim ve nereli olduğunu.
Tesadüf bu ya ertesi hafta aynı saatlerde yine karşılaştık onunla aynı pazar yerinde.
Bu defa farklı bir tezgâhta. Tavırları geçen haftadakinden farklı değildi. İkinci görüşümde de yalnız gördüğüme göre bir başına yaşadığını düşündüm o an.
Merak edip takip etmeye karar verdim. Âdeta bir dedektif gibi izliyordum onu.
Pazar çıkışında bir ara göz göze geldik, mahcubiyet hissiyle bakışlarımı kaçırıp yönümü değiştirdim. Tekrar o yöne döndüğümde gözden kaybolmuştu. Sır olup uçmuştu âdeta.
“Yeniden pazara mı girdi acaba?” dedim kendi kendime, daldım pazara. Heyecandan gözlerim fırdöndü gibi dayımın ikizi olan adamı arıyordu.
O telaşla “küt” diye bir şeye çarptım! Bir de baktım ki yaşlı bir teyzeyi yere düşürmüşüm. Gözlerim o adamdan başka kimseyi görmüyordu.
Elmalar, domatesler, salatalıklar yerlerde yuvarlanıyor. Yaşlı kadını yerden kaldırıp, “Kusuruma bakma teyze ne olur, dayımı kaybettim de…” dedim.
Neyse ki teyze anlayışlı çıktı.  “Benim bir şeyim yok, sen dayını bul evladım,” dedi. Ben de tekrar adamı aramaya koyuldum.
Az ilerde, arkadan bir el uzandı omuzuma. İrkilerek döndüm. Üst kat komşum Kemal’di. “Hayırdır ağabey, bir şey mi kaybettin? Telaşlı bir hâlin var da!” dedi.
“Yo,” dedim ve uzaklaştım yanından.
Akşam evde hanım da fark etmiş olacak ki, “Bugün sende değişik bir hâl var...” dedi.
Olup bitenleri anlattım eşime.
Lâkin o benim kadar meraklanmadı bu duruma.
Adamın tavırları, kim olduğu, nereli olduğu, ne iş yaptığı, nerede oturduğu sorularının yanına bir de nasıl ortadan kaybolduğu eklenmişti kafamda.
İçinden bir türlü çıkamıyordum bu girdap gibi durumun. Ertesi gün kahvaltıda hanım, “Elin adamını düşüneceğine bu ayın kirasını nasıl ödeyeceğimizi düşünsen daha iyi olmaz mı?” demez mi!
Hayda!
Hanıma kızıp çıktım dışarıya, dolaştım sağı solu…
Aradan üç gün geçti, benim durumumda bir değişiklik yok. Akşamüzeri dilime bir şarkı dolandı:
“Akşam oldu hüzünlendim ben yine.”
Başladım mırıldanmaya. Gün batımında şarkı olur da rakı olmaz mı hiç?
Hanım yemeği hazırlarken evde kendi yaptığım rakıdan doldurdum ince belli bardağa. Mübarek, şarkıyla da o kadar iyi gidiyor ki! Sofra kuruluncaya kadar ikinci bardağın sonuna gelmişim. Normalde ince belli bardaktan fazla içmezken ben, beşlemiştim o gece.
Yatakta hanıma; “Adam aklımdan bir türlü çıkmıyor,” dedim,
“Sen adama âşık oldun galiba!” deyip, sırtını dönüp uyudu hanım.
Ben de sızıp kalmışım zaten.
Sabah uyandığımda midemde bir yangın, bir bulantı, başım çatlayacak gibi. Sormayın gitsin.
Rahmetli peder bu gibi durumlarda, “İşkembe çorbası iyi gelir evlat,” derdi.
Bizim sokağın sonundaki çorbacı dükkânı geldi aklıma. Başımı uzatıp baktım. Hanım hâlâ uyuyor. Hızla attım kendimi dışarıya.
Karnımı tutarak girdim çorbacıya, işkembe çorbası olup olmadığını sordum garsona. Neyse ki varmış.
Garsonun gösterdiği masadan bir sandalye çektim, tam oturmak üzereyken karşı masada pazardaki adamı gördüm. Dondum kaldım.
O daracık zamanda, onun masasına mı otursam diye düşündüm.
Neden olmasın ki, yöneldim adamın masasına. Hiç sormadan karşısındaki sandalyeyi çekip, “Oturabilir miyim?” dedim.
İlk anda garipsese de adam, “Mahsuru yok,” dedi.
İnanın, bu adamın kim olduğunu, nereden geldiğini meraktan midemdeki sancıyı, başımdaki ağrıyı bile unutmuştum.
Garson, “Çorbanız nasıl olsun?” diye sordu.
“Çorbadan vazgeçtim, çay alsam olur mu?..”
Genç garson şaşkın bakışlarla uzaklaştı masadan.
Uzatmayayım konuyu, adam çayından son bir yudum aldıktan sonra; adının Adnan, memleketinin Amasya, eşi ve kendisinin öğretmen emeklisi olduğunu yorgun gözlerle anlattı bana.
İşin acıklı yanı; geçen yıl eşini sancılı bir hastalık sürecinde yitirmiş…
Çocuklarını sordum, titrek bir sesle “Üç…” dedi. Başka bir şey demedi ve başını önüne eğdi. Gözyaşlarını gizler gibiydi. “Daha soru sorma” diyordu ikinci hissim bana.
Benim de gözlerim nemlendi.
Artık çayın da çorbanın da tadı kalmamıştı. Hesabı kimin ödediğini bile hatırlamıyorum şimdi.
Sohbetimiz dışarıda da devam etti. Hayat pahalılığından, insanların vefasızlığından, bencilliğinden söz etti durdu yol boyunca.
Nefes nefese kaldı…
Gördüğümüz ilk banka oturduk…
Anlattıklarından anladım ki hayat onu hırpalamış, onu yormuş, onu tüketmişti.
Ömrünün sonbaharında kırk üç yıllık eşini amansız bir hastalığın pençesinden kurtaramamış, yalnızlığa mahkûm olmuştu Adnan öğretmen.
İkinci defa çocuklarını sorduğumda “Ne sen sor ne de ben söyleyeyim,” dedi ve sustu.
Evlatlarından bir vefa görmediğini düşündüm.
Benim babam da sağlığında böyle bir yorum yapmış mıydı benim hakkımda, diye düşünmeden edemedim.
Meğerse olanı biteni unutup, “derdimi bir nebze olsun azaltırım” umuduyla yaşadığım şehre gelip mahallemizden küçük bir ev kiralamıştı.
Vereceğim tesellinin, ince ruhlu bu öğretmen emeklisine bir etkisinin olmayacağına inandım.
Sağ elini iki avucumun içine alıp gözlerine öylece bakakaldım.
Öpmek geldi içimden, elini geri çekti…
İki hafta önce pazar yerinde karşılaşıp, dayıma benzettiğim bu adam, şimdi karşımda babam gibiydi âdeta.
Dilim tutuldu, gözlerim doldu, bedenim uyuştu…
Son bir hamleyle,
“Sizin için ne yapabilirim?” dedim ona… Kısa bir sessizliğin ardından;
“ATANIN KIYMETİNİ BİL!..” dedi ve kalkıp karıştı kalabalığa.
 

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

02/20/2025 - 10:30
01/18/2025 - 21:05
11/20/2024 - 20:50
11/14/2024 - 19:11
11/03/2024 - 12:12

Hapishane Edebiyatı

Ümüş Eylül Dergisinin 54. Sayısı Çıktı
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2025 tarihli 54. sayısı...
Ümüş Eylül Dergisinin 53. Sayısı Yayınla...
Tekirdağ Cezaevi tutsaklarınca elle yazılıp mektuplarla dağıtılan  Ümüş Eylül Kültür-Sanat dergisinin Ekim-Kasım-Aralık 2024 tarihli 53. sayısı...
Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...

Konuk Yazarlar

80’LİK DULLAR-1/ Sedat ÖNCER
Çünkü nüfusu orta yaşın da çok ötesinde insanlardan kuruluydu. Beldenin tek camisinden gün yoktu ki bir sela sesi duyulmasın… Emeklilerin tercih...
ZİNE/ Nazir Atila
Zine birden telaşlandı. İçini derin bir üzüntü kapladı. Yüreği korkuyla karışık bir heyecanla atmaya başladı. “Korkma Zine, okulun reviri var,...
"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...