***
Kapı-Kış
Her şey havalandırma kapısının açılıp kapanırken çıkardığı çocuk çığlığına benzeyen o sesle başladı. Hapishanede en uzun süre açık kalan ve en son üzerimize kapanan kapıdır, havalandırma ya da avlu kapısı. Sabah gün doğumundan birkaç saat sonra açılır, akşamüzeri gün batımından birkaç saat önce kapanır. Diğer tüm kapılar neredeyse gün boyu kapalıdır. Ve bütün kapılar mutlaka demirdendir. Demiri bulan ve işleyen ana-atalarımız Mitanniler, torunlarının bir gün bu ağır ve demirden yapılan büyük kapıların ardına kapatılacaklarını bilselerdi yine de demiri icat ederler miydi? Bilemiyorum.
Hapishane demir kapılarla doludur. Bir ucundan öteki ucuna varana dek onlarca demir kapıdan geçersin ve hepsi içeriye açılır. İçeriye açılan tüm kapılar tutsaklığa, dışarıya açılan her kapı özgürlüğe çıkar. Hapishane; belki de içeriye açılan kapılar labirentinden başka bir şey değildir.
Kapı bir metafordur. Hem mecazdır hem de gerçek. Mevsimlerden kışa denk gelir, demirdir, soğuktur, uzaktır, hasrettir, özlemdir, aşka ve özgürlüğe ve vuslata giden yola engeldir. Zamanı tutsak eden ve ona mani olan, kendinde tutandır. Huduttur, sınırdır tutsağa, içerideki kapının öte yanındaki mültecidir. Hayat mültecisidir. Hapishanede olduğu kadar belki de hiçbir yerde bu kadar önemli değildir kapının nereye açıldığı. Kapı zulümdür, üstüne kapanan kapılar bir deyimden gerçeğe dönüşür hapishanede. Hapseder, hapisliktir, hapishanedir kapı.
Hapishane bu yüzden kışa benzer, soğuktur, kardır, kıştır, kıyamettir insan hayatına. Kış bir uzun mevsimdir hapishanede, hapishane mevsimdir adı kış olan insan hayatında. Kış üşütür, dondurur, soldurur, öldürür. Sıcak bir uzak şarkıdır. Hayat ikliminin kış mevsimidir hapishane.
Bu yüzdendir belki de gün boyu açık kalan tek kapı olan havalandırma kapısının bir çocuk gibi çığlık atması. Bir isyandır, serzeniş, sitem, bir sızıdır diğer kapanan tüm kapılara karşı. Kapı hiçbir yerde hapishanede olduğu kadar derin anlam yüklü değildir belki de. Hayata açılan, hayattan koparan sihirli ama uğursuz bir masal geçidi gibi.
Saraylarda, masallarda ve insan evladı yerleşik hayata geçtiğinden beri evlerde, her yerde kapı vardır. Sarayların kapalı kapıları ardında cinayetler işlenir, cinnetler geçirilir, cin fikirli cariyeler, cevval cengaverler, cezb-i cemaller hayatları üzerine oynanan kumarlarda sıralarını beklerler. Sarayların kapıları halka kapalı, dalkavuğa, soytarıya, serdengeçtiye açıktır. Masallarda ise hep saklı odalar, o odaların kilitli kapıları vardır. Açılmaması tembih edilir her defasında ama her masal kahramanı merakına yenilir ve yazgısına veyahut belasına yol alır. Açılmaması söylenen masal kapılarının ardında kimi zaman saklı cennetler kimi zaman sayısız cehennemler belirir. Kapı bir yoldur, hikayedir, bir menzil. Eşiği, kilidi, anahtarı, tokmağı, iki yanı, çerçevesi, menteşesi, yapıldığı nesnesiyle hep bir şeyler anlatır. Ahşabı, tahtası, demiri, suntası, bin bir çeşit şekli şemaliyle, bin bir yere açılır. Bütün o ‘Bin Bir Gece Masalları’ işte iç içe açılan kapılardan başka bir şey değildir.
Ama hapishanede kapılar demirden, kilitler çeliktendir ve bütün kapılar dışarıdan içeriye açılır. Hayattan hapishaneye, hayalden hayalete, özgürlükten tutsaklığa. Bir tek havalandırma kapısı içeriden dışarıya açılır, o da belli saatlerde, belki de duyduğum çığlık bu nedenledir. Yalnızlığının yazgısının bizimle iç içe olmasınadır. Belki de sadece benim histerim, hezeyanım, halüsinasyonumdur o çığlık. Kapı kıştır hapishanede. Bütün mevsimlerin en soğuğu ve içe kapatanı.
Kumaş-Sonbahar
Bir kitap okudum. Her kitabın bir kapısı vardır, adına ‘kapak’ dediğimiz. İçine girdim, eşiğinden geçtim. Beni kumaşlar yurduna götürdü. Aşklar ve kumaşlar birbirine benzermiş meğer, öğrendim. Lübnanlı yazar Hoda Barakat’ın ‘Akdeniz Sürgünü’ adlı kitabında rastladım kumaşların diline, hikayelerine.
Mesela ketenin müşfik, şefkatli, iyileştirici özelliği olduğunu, tene en yakın, en uyumlu kumaş olduğunu söylüyordu Hoda. Hoda aslında bildiğimiz Kürtçe’deki ‘Hûda’. Sonra kadifenin hikayesi, kumaşın en güzel veçhelerinden biri. Pürüzsüz, akışkan, uysal ve yakışan yüzeyi, şahane dili. Hoda’nın kadife ile ilgili anlattıkları uzun bir gönül macerası. Kadife gülün goncası, tomurcuğun burgacı.
Ve dantel sonra ipek… İşte bunlar baştan çıkarıcı, şehvet dolu, aşk yüklü kumaşlar. İnsanın hükmünün geçmediği yegane kumaş ipek. Tarih boyunca nice serüvencilere dert olmuş, nice serüvenlere konu. Nice insanların hayatına mal olmuş, Çinli sürgün prenseslerin intikam için saçlarının arasında saklayarak Nasturi rahiplerin bastonlarının içine gizleyerek başka diyarlara kaçırdıkları ipek böceği yuvaları. İpek uğruna tarihin en uzun yolunun yapıldığı, adını bu yola veren kumaş. Kanlı savaşların, en büyük ticaretlerin yapıldığı, etrafı haramilerle, haydutlarla çevrili gizemli yol. Henüz baharat adını vermeden denizdeki yoluna, karada, dağlarda, upuzun sahralarda ipek çoktan yazdırmıştı adını hafızalara, ‘İpek Yolu!..”
Dantel ise, oyalarında, binlerce ilmeğinde kör olmuş gözlerin, yok olmuş ellerin değerli emeği. Tenin mahremiyetini, masumiyetini, müstehcen bir masala, şehvetin aşkına, kösnülün yatağına dönüştüren mecaz. Dahası saten, brokar, damasko… Ama nihayetinde kumaş; güz, hazan, payiz, hüzne açılan kapı.
Bütün kumaşlar dokumacı tezgahlarında dokundu. Tezgahların bulunduğu işgâhlara açılan kapılar, binlerce yıl ipeğin sırrı bilinmesin diye kör karanlık hücrelerde çalıştırılan kadınlar, o kadınların gün yüzü görmemiş, görmeyecek ve bilinmeyecek hayatları, ipeğe adanan nice yaşamlar.
Tezgahlarda dokunan ipeklerden, liflerden oluşan kumaşlar dünyanın en zor, zahmetli işlerinden biri. Beki de bu yüzden dokumacılar bu kadar gizemli. Örmek bir büyük marifet, ‘rıstın’ diyorlar Kürtçe ‘dırıstın’. Rıst, rast’ın kardeşi, ‘rast’ ‘doğru, dürüst’ demek. Örmek bir büyülü iş görmek, bir başına duran iplerden, anlamsız liflerden bir şaheser dürmek. Dokumacı kadınlar tarihin en karanlık sırlarını kalplerinde muhafaza ederler. Saraylara, krallara, kraliçelere, prenseslere, sultanlara, zengin tüccarlara, soylulara ve tabi ki soysuzlara durmadan değerli, gösterişli kumaşlar ördüler.
Kumaşlar, zenginlerin saltanat ve azamet gösterilerinin yegane eşlikçisi, kaftanlar, fistanlar, muhteşem libaslar, yoksulların, kadınların ve dokumacıların gözlerinin ve ellerinin sadakasıyla büyülediler herkesi. Kumaşlar yapana nankör, satana ve giyene bonkör. Bu azamet ve güzelliklerin yapısında var olan, saklı duran binlerce isimsiz kahramanın canları, kanları üzerinde yükselen cefasını çekenler tarafından görünür hale getirilen ama saltanat ve taht sahibi, sefahat düşkünü kemirgenlerin sefasını sürdüğü, keyfini gördüğü, kendine mal ettiği, sahiplendiği nesne olan kumaşlar…
Her kumaşın bir tarihi, o tarihin geçmişe açılan kapıları var. O kapılar güz mevsiminin her halinin sergilendiği diyarlara gider. Kumaş o yüzden güze benzer, sararıp-solarken hayatlar kendi hazanlarında kumaşlar onları kendilerinde saklar, hikayeleştirir. Yağmurlarla yıkar. Yalnız, çekingen, devingen, sevilgen duyguların yurdudur güz. Her kumaş kendi güzünün zamanına açılan bir kapıdır nihayetinde.
Her mevsim kendine aşıktır. Her aşkın bir kapısı vardır. Her kumaşın tek aşkı ise güzdür. O hüzünlü, mahzun ve üzgün olmak zorundadır. Ve kumaş güzün doğanın soyunduğunu insanı örtmek için giyinir. Güz soyundurur, kumaş örter. İnsan çıplaklığının aşkı kumaşla başlar. Tenin örtüsü kumaştır. Kumaş en çok geceye benzer. Kumaş teni, gece tanı örter. Örtünmek çıplaklığın kapısıdır. Kapısı olmayan çıplaklık gizemsiz aşka benzer. Ve tatsız, tuzsuz, susuz aşa benzer. Aşk ile aş ve kum-aş hep kapıları birbirine açılan kelimeler ve kelamlarla büyüler. Kumaş tenin kapısıdır, davetkâr, arzukâr, fedakar ve halukâr…
Kumaş bir mevsime açılan kapıysa eğer o güzden, payizden, hazandan yani hepsinin Türkçe adı olan sonbahardan başkası olamaz. Hapishanede kitap, düşünsel ve düşsel özgürlüğe açılan kapıdır. O kapı beni bu sefer kumaşlar ülkesine ve onun başkenti ipeğin diyarına götürdü.
Kalbimin kapılarını da içinde bulunduğum güz mevsimine açtı, şimdi seyredin sararıp solan, dalından kopup düşen düş yapraklarımı, dikkat edin bastığınız yere, ezip de geçmeyin, o yaprakların hepsi kalbimin gözyaşlarıdır.
Kumaş güze benzer, teni örter. Her tenin kapısı açılmak için uygun sözü bekler.
Kadın-Bahar
Kadın dünyaya açılan en güzel kapıdır. Kadın kalbinin kapısını açmasını bilene kainat tüm gizli kelamlarını verir. O kapının anahtarı aşktır. Kadın kalbinin kapısı aşkla açılır nefretle kapanır. Kadın mevsimlerden bahardır. Hayatın kalbine giden ve ondan dönen kanın gürül gürül aktığı şah damarıdır. Verilirse hayat anında ölür, sevgiyle beslendiğinde hep atar, gümbür gümbür, neşeyle güldürür.
Bir kadın gülerse mutluluk gelir. Kadın gülüşü sevginin ötüşüdür.
Kadın; kapıdır, kumaştır, mevsimdir. Mevsimlerin şahı, baş tacı olan bahardır.
O ismi kendisiyle müsemma olan en güzel kumaştır. Doğanın en güzel kumaşıdır. En bilge kitabıdır. Bütün yazılar, bilgiler, bilmeler onun sezgilerinin sadakası, hislerinin kehanetidir. O sırdır bilinmek ister. Bütün sırlar kapıların ardına gizlenir. Kadın, eşiğinde sonsuza dek bilinmesi gereken hayat dergahının mürşididir. Eşiği aşacak olan yaşama sevincine mazhar olacaktır.
Baharın neşesini, nefesini, sesini, rengini, cengini, hepsini teninde yeniden uyandırandır. Kadın teninin kapılarını açabilmek ruhunun anahtarını bulabilmekten geçer. Zaman onda, zambak yapraklarından oluşan çift kanatlı çiçekli kapıdır. Derinliklere, karanlıklara, inceliklere, ayrıntılara ancak o kapıdan geçtikten sonra varılır. Kainata ve varoluşa dair söz söylemiş alimler, bilginler, cümle cemiller mutlaka kadının kapılarından geçmiştir. Kalbinin ve kendisinin kapılarını açmamış kadınlar yurdundan dönen cahil-cühelalardır bunca katliamı, kıyımı yapan, öldüren yok eden, nefretle şehvetin yerini değiştirenlerdir. Onlardır en çok kıyan kadınlara ve maalesef acı olan da o katilleri yetiştirenler de kalbi hayata ve aşka kapalı kadınlardır. Bilmeden ve anlamadan, görmeden ve duymadan, bu nedenle kapılar açılmalıdır. Açılan kapılardan yollar özgürlüğe gitmelidir. Kadın kalbinin kapısına giden yollar özgürlük ve aşk taşlarıyla döşelidir. Kalbinin kapıları kapalı kadınlar tehlikeli ve cüretkardır. Onlar kör bir intikamla doludur. Erkek denen canavar bu intikamdan beslenir ve dünyaya salınır.
Kadın doymalı ve doyurmalıdır. Solmamalı ve soldurulmamalıdır. Kadının mutlu olmadığı bir dünyada ne erkek ne çocuk ne de başkası asla huzur bulamaz. Dünyanın ve hayatın selameti kadının mutluluğundan geçer. Özgürlüğün yolu mutluluk taşlarıyla döşelidir, özgürlüğün, mutluluğun, selametin ve ferasetin bir de aşkın hayatla buluşması, huzurun oluşması, kalbi kırık kadınların iyileşmesinden ve sevgiyle onarılmasından geçer. Kalbi ve kapısı tar û mar edilen, yer ile yeksan eylenen, her gün onlarcası bir hiç uğruna kör şiddetle ve acımasız bir nefretle öldürülen kadınlar olduğu sürece Allah da, doğa da, tüm yüce varlıklar da kapılarını bize kapatır, kapıları yüzümüze bir tokat gibi çarpar. İşte o zaman bütün büyük felaketler böyle peşi sıra gelir. Kadının kalbi hayata ve kainata kapanırsa kötülüğün ve cehaletin kapıları açılır her yere. Her türden acı, keder ve elem dolar kalbimize. Kadınları mutsuz ve umutsuz bir toplum başarısızlığa, yenilgiye, huzursuzluğa, sağlıksızlığa ve dahi cümle bozukluğa teşne olur.
Kadınlar bir kapıdır. Hayata açılan bahar kapısıdır. Kitaptır, kelamdır, kumaştır. En güzel kuşaktır. Ahmak erkeklerin cahil toplumların bilmediği ise kadının yaşamın kendisi olduğudur. O kapılarını tıpkı gözleri gibi kapadığında kainat karanlığa bürünür. Kadının karanlığı bizim cehennemimizdir. Kalbi kara ve gönlü yara içinde kalan kadınlar küfür ve bedduaları ile bütün cihanı bir çıkmaza sürüklerler. Onların kalbini karartan aptallardan, gönlünü yaralayan ahmaklardan olmamak lazım. Aydınlığın ve ışığın yayılması için kadınların kalplerinin kapılarını açmasını bilelim. Orada bizi sonsuza dek yaşatacak ve avutacak nice hikayeler, yaşamı sevdirecek nice masallar, nice şiirler ve güzellikler var.
Öldürenlerden değil yaşatanlardan, nefret edenlerden değil sevenlerden, kapılarını kapatanlardan değil ardına kadar açanlardan olalım.
Kadın bir güzel kapıdır bize açılan, kendimizi hapsetmeyelim. Mevsimlerden bahara gidelim. Kadın mevsimlerin en güzeli olan bahardır…
Kelebek-Yaz
Kelebek çift kanatlı masal kapısıdır. Tırtıl olma kapısından, ipek yapma maharetinden vazgeçen, uçmadan önce ipeği yok eden, iplerini kesen ve ardındaki kapıyı kapatandır. Kelebek bir kapıdır, düş kapısıdır. Hapishane bir düşler bahçesi, düşler mezarlığıdır. Hem bahçe hem mezar olabilme becerisi ancak hapishaneye mahsustur, çünkü kendisi zaten mahsus mahaldir.
Yine kapı mefhumu yine hapishane yine çifte anlamlar.
Kelebek bir imgedir hapishanede, sonsuz güzellik ve içerikte anlam barındıran, düşlere yolculuğa çağıran. Eğer içinde ipek böceklerinin yaşayabileceği ağaçlar varsa, orada tırtılları besleyecek dut yaprakları bulunursa, larvalardan kelebekler çıkma ihtimali vardır. O zaman düşler bahçesine uçacak nice kelebekler havalanmaya hazır halde bekler, içinin kapıları düşlerin bahçesine açılacaksa, buna kudretin varsa, bahçendeki çiçekler hazırsa o güzelim melekler uçmaya hazırdır. Kelebekler birer melek minyatüründen başka nedir? Eğer için kurumuşsa, düşlerin ölmüşse, kapın kilitli, menteşeleri paslı, tokmağı yaslı, anahtarı kaybolmuşsa işte o zaman düşler mezarlığıdır payına düşen. Karanlık bir mahzen, yeraltı zindanı, kadim zaman kabristanı ile yaşamaya mahkumsundur. İçinde ne kelebek ne düş ne kumaş ne kadın ne de hayat kalmıştır. Düşler kabristanında kendi anıt mezarında ölü ve çürümüş bir bedenden, kurtlara meze olmuş bir mezbeleden riyâya çevirecek zorbalığa da, rüyayı hülyaya dönüştürecek zarafete ve nezakete de sahiptir.
Hapishanenin iki yüzü; gizli anlamını kimsenin bilmediği kelebeğin simetrik iki kanadında var olan işaretlerde saklıdır. Kelebeğin simetrik kanatları tıpatıp birbirine benzer ancak sadece bir fark ya da kusur vardır kanadın tekinde. Eğer o kusurlu veya farklı olan kanada kayarsan kelebek seni alır düşler mezarlığına götürür, diğer kanada düşersen bu kez payına düşler bahçesi düşer. Bütün büyük suçlar küçük bir kusurla, bütün büyük yanlışlar küçük bir hatayla başlar. Tercih senindir.
Kelebek mevsimlerden yazdır. Yaza açılan kapıdır. Kapıların en güzeli ve en sıcağıdır. Hayaldir, gerçektir, güzeldir, narindir. Cennetle cihan arasında mekik dokuyan, o kapıyı geçebilen tek bir varlık varsa o kelebekten başkası değildir. Hangi kelebek insana kötülüğü düşündürebilir ki, kim bir kelebeğe bakarken katletmeyi aklından geçirebilir ki? Kelebeğin ufkumuzda süzülüşünden hiçbir zaman karanlık doğmaz. İnsanda ürperti denilen duyguyu yaratanın kelebek kanatlarının çırpınışı olduğunu bilen var mı?
Kelebek nasıl bir kapıdır? Hangi kapıları açar? O kapıdan nereye uçar insan? Ömrü en kısa olan varlıkların başında gelir kelebek. Uzun yaşamak bir lanet midir? Yaşadıkça mı kirlenir, paslanır, kinlenir insan? Bütün bu cümbüş, bu cebelleşme niye? Peki, biz hangi evrenin kelebeğiyiz, milyarlarca yıl yaşayan güneş, dünya, gezegenler için biz de ömrü kısa birer kelebek miyiz? Ah şu aklımız! Bizi kandıran, aldatan, kalbimizi unutturan… Ne çok cahiliyiz yaşadığımız zamanın, ne çok esiriyiz geçmiş zamanın, ne çok muammasıyız gelecek denen kozada saklanan kelebeğin!
Bir kapı gıcırtısından nerelere geldik? Ne çok söz var kalbimizde saklanan, aklımızda demlenen! O kapının açılıp-kapanmasından çıkan çocuk çığlığına benzeyen ses gerçektir benim dünyamda, hapishanede gerçekler hayallerle sık sık yer değiştirir. Yoksa nasıl katlanır insan bunca kapının üstüne kapanmasına? Dört mevsimi işte böyle simgelerde, imgelerde, sembollerde ve çağrışımlarda yaşar. Yoksa nasıl dayanır insan bunca yılın mahpusluğuna?
Ama siz, siz olun kalbinizin kapılarını hep açık tutun birbirinize bir de aşka. Aşkın kapılarından içeri sızmadığı her kalp hasta, yaralı ve yalnızdır. Nasıl ki güneş görmeyen eve doktor girerse aşk girmeyen kalbe de cehalet ve nefret girer. Bir kapının bizi getirip attığı yere bakın, belki çok daha fazlası söylenecek kapı veya kapılar için onları da sizin hayal dünyanıza bırakıyorum.
Kendi hayal dünyanızın kapılarını ustalıkla açıp başka kapılardan geçmeye ya da kanatlanıp kelebekler gibi kadınları mutlu bir ülkenin kapıları açık, özgür insanları olmaya ahdetmemiz gerek. Belki o zaman gönül kapılarımız kendiliğinden açılır birbirimize.
Her şey bir sır üzerine var oluyor bu cihanda; kendi sırlarınızın kapılarını bulup açmanız dileğiyle.
Seyit OKTAY
T-Tipi Cezaevi C-1-1
TOKAT
27 Eylül 2021
NOT: Karalanan yerler tarafımca karalanmıştır, tipeks olmadığından böyle yapıyorum mecburen..
Fotoğraf: Adil Okay