FERİT EDGÜ VE İKİ YÜZLÜLÜĞÜMÜZ

Alihan Demir kullanıcısının resmi
‘’Ama onlar canlı insanlardı, gerçekten yaşayan insanlar, oysa ben ölüyüm, çoktan beri ölü...” diyen Rainer Maria Rilke, yaşarken ölüme terk edilen yanımızın ne derin bir sitemidir. Yaşarken gösterilen ilgisizlik; sanatçıyı, ölmeden mezara koymak değil de nedir? Rilke, Oğuz Atay veya Ferit Edgü, öldükten sonra döktüğümüz gözyaşlarına neden değer versin?

 

Ferit Edgü, 1964 yılında Paris’ten askerliğini yapmak için Türkiye’ye döner. Askerliğini yedek subay olarak yapmak istemektedir. Kendisine verilen belgede yedek subay olarak öğretmenlik yapacağı şehrin adına bakar. Burası Hakkari’ye bağlı Pirkanis köyüdür. Yazar Diyarbakır’a ardından Van’a geçer. Van’dan otobüsle beş altı saatte Hakkari’ye ulaştığında buraya neden kent denildiğini anlamakta zorlanır. 1600 rakımlı ve dağların arasında kurulan bu yerleşim yeri bir kent olamayacak kadar sapa ve gelişmemiştir. Merkezden köye gitmek için at sırtında iki gün yolculuk yaptıktan sonra Pirkanis köyüne varır. Yolun ve elektriğin olmadığı bu köye muhtarın evinde kaldığı birkaç gün içinde düşünme fırsatı bulur. Askerlik süresinin bitimine kadar burada kalacaktır. 14 haneli 114 nüfuslu bu köyde yaşama dair edindiği ilk izlenim çeşmenin akışıdır. Daha sonra yerleşeceği okul lojmanına vardığında okulu ve lojmanı gördüğünde yapılacak çok işinin olduğunu anlar. Sınıf vardır ama sıra, soba, odun vb bir şey yoktur. Kerestelerden sıra yapar ve sınıfı eğitim alınacak hale kısa sürede getirir. Geceleri kurtların indiği, dünyayla herhangi bir iletişim kanalının olmadığı bu anda hayata tutunduğu tek şey yanında getirdiği radyosudur. Çocuklara uzak kentleri, alfabeyi ve aritmetik işlemleri öğretmeye başlar. Okuyacağı sınırlı kitabı vardır ve bunları tekrar tekrar okur. Hatta bir kitabı on beş defa okuduğunu söyler yazarımız.

Ted Ankara Koleji Yazarlar Buluşması’nda konuşan Ferit Edgü, Hakkari’de Bir Mevsim olarak adlandırılan ‘’O’’ romanının yazılma hikayesini anlatmaya şöyle devam etmektedir:

‘’Artık okumaktan sıkıldığım için bir şeyler yazmaya notlar almaya başladım. İlk yazdığım metinler köydeki yaşamımla ilgiliydi. Bunları uzun bir süre yazdım. Yazdığım hiçbir şeyi bitiremiyordum. Sonunda yazdıklarımı dönüş günü geldiğinde çantama koydum. Köyden ayrıldığımda sırtımdaki çantamda yazdıklarım dışında hiçbir şey yoktu. Radyom bile. Dönüş yolu başlamıştı ama nereye gidecektim? Artık buraya gelen adam ile dönen adam aynı insan değildi. Belki gün geçer bütün bunlar yaşanmışlar listesine hayatımın yaşanmışlar sayfasına katılır ve ben iyileşirim diye düşündüm. Hasta değildim hayır, yeniden doğmuş gibiydim. Daha sonraları on beş yıl sonrasında gelip yerleştiğim şehirde bunları yazmaya başladım.’’

                 Edebiyatımızın köşe taşlarından Ferit Edgü, 22 Temmuz günü 88 yaşındayken hayata veda etti. Ardından edebiyat  camiası, tek elden çıkma paylaşımlarla onu andı.  Yakında yayımlanacak olan bir çalışmam için onun hakkında yakın zamanda bir araştırma içerisindeydim.  Böylesine önemli bir yazar, başka ülkede olsaydı kıymetinin bilinmesi için ölmesi beklenmezdi. Hakkari’yi edebiyatımıza sokmuş, Doğu öykülerine ses vererek edebiyatımızın içinde bulunduğu Batı ağırlığını kırmaya çalıştı. Diliyle, duruşuyla ve eserleriyle geleceğe kalacağını gösteren yazarımız, ölmeden önce yaptığı bir konuşmada ‘’ bilmiyorum. ’’ diyerek yaptığı yolculuğun ve sorgulamanın bitmediğini  anlatmaktadır. Yazdığı ‘’O’’ romanı ‘’ Hakkari’de Bir Mevsim’’ olarak filme çekilmeseydi belki unutulup gidecekti yazarımız. Yazmanın yalnızlığa tepki olduğunu dile getiren yazarımız ‘’Yazma Eylemi’’ adlı eserinde bir patlamanın yüz bir farklı yönüne ve anlatım biçimine örnek verdi. Buna rağmen biz onu yalnız bırakmadık mı? Edebiyat camiamız onun bir anısını bir köşeye yazdı mı mesela? En basit haliyle böyle bir çınar yaşarken kimler o gölgenin altında durup soluklandı ve buna dair kalem oynattı? Oysa edebiyat dünyası, ölümünden yıllar sonra karşılaştığı ve tanıştığı Oğuz Atay’dan şerbetliydi görmemeye. Daha basit bir soru ile burayı bitireyim: Şu an yaşayan ve yarın öldüğünde  ‘derin ve içten’ soslarla paylaşımlar yapacağımız hangi yazarımızı, sanatçımızı görmeye gideceğiz, anlamaya çalışacağız, hak ettiği değeri vereceğiz?

               ‘’Ama onlar canlı insanlardı, gerçekten yaşayan insanlar, oysa ben ölüyüm, çoktan beri ölü...” diyen Rainer Maria Rilke, yaşarken ölüme terk edilen yanımızın ne derin bir sitemidir. Yaşarken gösterilen ilgisizlik;  sanatçıyı, ölmeden mezara koymak değil de nedir? Rilke, Oğuz Atay veya Ferit Edgü, öldükten sonra döktüğümüz gözyaşlarına neden değer versin?

Yönünü kadim Mezopotamya’nın beş bin yıllık diline dönen Seyit Oktay, Çukurova’nın metropollerine sıkışan bireyci yanımızı ifşa eden Baran Arslan’ı  görebiliyor muyuz? Bizler hastane yatağında borç içinde taburcu olamayan Ece Ayhan’ı hatırlamadığımız gibi Yusuf Atılgan’ı yazmaya küstürenleriz.  Sicilimiz dünden bozuktur bizim.

Kaynak: TED Ankara Koleji Yazar Buluşmaları - Ferit Edgü https://www.youtube.com/@TEDAnkaraKoleji1931

Kategori: 

Bunları Okudunuz mu?

Hapishane Edebiyatı

Düşünsel özgürlüğün Sınırsız Kütüphanesi...
Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf grubu ve Karşı Sanat, “içerdekilerle dışardakileri buluşturan” ortak bir sergiye daha imza atıyor. Fotoğrafçılar,...
SINIRSIZ KÜTÜPHANE
SINIRSIZ KÜTÜPHANE Tutsakların içeride yazdığı yüzden fazla kitap, resim ve karikatür ile fotoğrafçıların bu temada çektiği / yaptığı fotoğrafları...
Yeni sergi çalışmamız. "Sınırsız Kü...
  Görülmüştür Kolektifi, Redfotoğraf Grubu ve Karşı Sanat Çalışmaları olarak politik tutsaklar ve fotoğrafçılarla yeni bir sergi hazırlığına...

Konuk Yazarlar

"BİZ BAŞKA TÜRLÜ SEVERDİK BİRBİRİMİ...
Derken, Galata Yokuşu'nun oralarda, yeni kurulmuş bir ajansta iş buldum. Burada getir götür işlerine bakacak ve Tünel'den başlayıp, Levent'e...
Mivan’ın bakışı Bahri’nin ağıdı/ Uğur YI...
  Neyse bir ihtimal dedik, başladık isteklerimizi sıralamaya: “Bahri arkadaş sen kuzeninin çok güzel saat yaptığını…” daha sözümü bitirmeden, “...
Utanmak/ Sıdo için/ Sevda KURAN
  Fakiri, zengini, orta hallisi, Alevi’si, Sünni’si, Ermeni'si, hacısı, hocası, orospusu, delisi ve de pavyon kabadayıları, sarhoşlarıyla...